• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Ölüm ve Düşündürdükleri

ÖLÜM VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

 

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ:

 

     “Her nefis ölümü tadacaktır.” (ALİ-İMRAN – 185. AYET)

 

     “İnsanlar uykudadırlar. Öldükleri zaman uyanırlar.” Hz. Ali (RA)

     İlkbaharda yağan yağmurlarla toprak kabarır, kıpırdar ve rengârenk bin bir çeşit bitkiyle bezenir. Hiç solmayacakmış gibi görünen bu göz alıcı canlılık ve güzellik, bitkilerin sararıp, solup kuruyarak çerçöp haline gelmesiyle sona erer. Kur’ân-ı Kerim’de dünya hayatı buna benzetilir:

 

وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلَ الْحَيَاةِالدُّنْيَا كَمَاء أَنزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ فَأَصْبَحَ هَشِيماً تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقْتَدِراً:

 

     “Ve onlara dünya hayatının misalini irad et. Bir su gibi ki, onu gökten indirdik, sonra onunla yerin bitirmiş olduğu şeyler karıştılar. Sonra da cüzleri kurudu, parçalandı, rüzgârlar onları savurur, dağıtıverir oldu. Allah, her şeye gücü yetendir.”  

(KEHF SURESİ – 45. AYET)

     Bütün canlılığıyla çocukluk, tüm enerjisiyle gençlik, duraklama dönemi diyebileceğimiz olgunluk ve nihayet hayatın en düşkün dönemi (NAHL SURESİ – 70. AYET) ihtiyarlık...

 

وَاللّهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفَّاكُمْ وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لاَ يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْئاً إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ قَدِيرٌ:

 

     “Allah sizi yaratmıştır, sonra sizi öldürecektir ve sizden kimileri, ömrün en aşağı ihtiyarlık çağına red olunur ki, bir bilgiden başka bir şey bilmez olsun. Şüphe yok ki Allah, bilgilidir, kuvvetlidir.”   (NAHL SURESİ – 70. AYET)

     Hayatın bütün bu aşamalarını yaşaması takdir edilmiş insanların hayatlarında, Kur’an-ı Kerim’in bu tasvirini canlı olarak müşahede etmek mümkündür.

     Elimizi ateşe soktuğumuz zaman yanacağına inandığımızdan daha öte biliyoruz ki bir gün mutlaka öleceğiz. Çünkü:

كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ:

 

     “Her nefis ölümü tadacaktır.” (ALİ-İMRAN – 185. AYET)

     Ölmemeye çare yoktur. Ne kadar uzun yaşamamız takdir edilmiş olursa olsun, bu dünya hayatında bize verilen süre sınırlıdır. Saatin saniye göstergesinin her vuruşu, bu süreden bir parça koparmaktadır. Attığımız her adımla ölüme doğru yol almaktayız. Aldığımız her nefes, almamız mukadder olan nefes sayısını eksiltiyor. Takvimden her gün koparılan yapraklarla arkada kalan günleri artık geri getirmek mümkün değildir.

     Şairin dediği gibi dünya hayatının geçici olduğunu anlatmak üzere her gün cenazeler musallanın kürsüsüne çıkmaktadırlar:

“Fenây-ı âlemi takrir için cemaate

Cenaze va’za çıkar kürsî musallaya.” (NABİ)

     Her gelecek, yakındır. Uzak olan, gelmeyecek olandır.

     Kur’an-ı Kerim’de sık sık dünya hayatının geçiciliğine vurgu yapılır:

 

وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ:

 

     “Dünya hayatı bir oyundan bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise muttaki olanlar için elbette daha hayırlıdır. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız?”  (EN’AM SURESİ – 32. AYET)

     Bu ilahi mesaj, İslâmî duyarlılığa sahip olanlar için asıl olanın, Ahiret yurdu olduğunu ne güzel ortaya koymaktadır.

     Allah Rasûlü (SAV)’in, İbni Ömer (RA)’ın iki omzunu tutarak söyledikleri şu mübarek söz, hatırımızdan çıkarmamamız gereken hadislerdendir:

     “Dünyada bir yabancı yahut bir yolcu gibi ol.”

     Gurbette yaşayan bir yabancı, orada kalıcı olmadığının farkındadır. Bu sebeple oranın daimî sakinleri gibi hareket etmez. Geçici olarak bulunduğu o yerin ne makam ve mevkii, ne de mal ve mülkü kendisini o derece ilgilendirir. Onun düşüncesinde, daha ziyade dönüp varacağı asli vatanı vardır. Tedariki, birikimleri, gayretleri ve hareketleri ona göredir. Yolcu da uğrayıp geçtiği yerlere takılıp kalmaz. Yolculuğu esnasında hep gideceği yeri göz önünde bulundurarak hareket eder. Oralara takılıp kaldığı takdirde, devam eden yolculuğu esnasında çok sıkıntı çekeceğinin bilincindedir. Bu yüzden tedarikini ona göre yapar.

     Allah’ın elçisi (SAV)’den yukarıda zikredilen nasihati alan İbni Ömer, bu hadisi kendisinden aktaran raviye şu nasihatte bulunur:

     “Akşama erişince sabahı gözleme, sabaha erişince de akşamı bekleme. Sağlıklı zamanından bir kısmını hastalık zamanın için ayır, hayatından bir kısmını da ölümün için ayır.”

     Böylesi bir şuurla hareket edebilen bir Müslüman’ın, Ahiret yurdunu unutması düşünülemez. İslâm’ı iyi özümsemiş bazı tasavvuf büyüklerinin, müminlere, kıldıkları namazları son namazlarıymış gibi eda etmeleri tavsiyesinde bulunmaları, ölüme ne derece hazırlıklı olunması gerektiği hususunda güzel bir fikir vermektedir. Bu bilinçle namaz kılan bir Müslüman’ın namazı, gerçekten huşu içinde kılınan bir namaz olur. Çünkü bu Müslüman, namazını bir daha Hakkın divanına durabilme fırsatının olmayabileceği şuuruyla eda etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de insanın ölümle burun buruna gelince nasıl içtenlikle yaratıcısına yakardığına dikkat çekilir:

 

وَإِذَا غَشِيَهُم مَّوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّفَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ:

 

     “Deniz dalgası onları kara bulutlar gibi kuşattığında (o anda) bütün içtenlikleriyle yalnızca kendisine bağlanarak Allah’a yakarırlar...”  (LOKMAN SURESİ – 32. AYET)    

     Bu konumdaki yakarışlarda riyadan eser yoktur.

     Sağlık zamanında hastalığı düşünerek tedarikli olmak ne kadar akıllıca bir hareketse, bu dünya hayatında Ahiret için hazırlık yapmak da o derece akıllıca bir davranıştır.

     Dünya hayatı sınırlıdır. Bu sınırlı hayatın ötesinde ebedî bir hayat vardır. Kişi, bu dünyada yapıp ettiklerinin sonuçlarıyla orada muhakkak yüz yüze getirilecektir.

     İnsan için önemli olan, kendisine verilen zaman dilimini olabildiğince ahiret hayatında kazançlı çıkacak şekilde değerlendirmektir. Bu durum, hayatın, dünya için de en yararlı şekilde değerlendirilmesi anlamına gelmektedir.

     Dünya hayatında çeşitli hile ve desiselerle istedikleri makamları, mevkileri malları, mülkleri elde eden birçok kimse, kendini akıllı sanır. Hâlbuki Peygamber Efendimiz, asıl akıllı kişiyi şöyle tanımlıyor:

     “Akıllı kimse bu dünyada kendisini sorgulayan ve ölüm sonrası için çalışandır...”

     Hz. Ömer (RA)’ın şöyle söylediği rivayet edilmektedir: “Hesaba çekilmeden önce nefislerinizi hesaba çekiniz. Kendinizi en büyük buluşma için hazırlayınız. Kıyamet gününde hesap, ancak dünyada kendini sorgulayanlar için kolay olur.”

     “Yapılan her işin sonucu, yapan kişiyi kaçınılmaz bir şekilde takip ettiği için, İslâmî hayat görüşünde en önemli nokta; hayat için sarf edilen çabaların bu dünyanın geçici zevk ve çıkarları uğruna mı, yoksa Ahiretin son bulmayan zevkleri uğruna mı harcandığı konusudur. Bu soruya verilen cevap kişinin iyi veya kötü olma konusundaki ahlakî tutumunu belirler.”

     Yaşadığı hayatın nasıl bir hayat olduğunu göz önüne almadan yani bir takım yüce değerlere bağlı bir hayat mı yoksa aşağılık, hiçbir ulvî değer taşımayan bayağı bir hayat mı olduğuna bakmaksızın mutlak manada ne olursa olsun hayata aşırı düşkünlük, Kur’ân-ı Kerim’de yerilmektedir:

 

وَلَتَجِدَنَّهُمْ أَحْرَصَ النَّاسِ عَلَى حَيَاةٍ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ يَوَدُّ أَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ أَلْفَ سَنَةٍ وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِهِ مِنَ الْعَذَابِ أَن يُعَمَّرَ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ:

 

     “And olsun ki onları, insanların hayata karşı en düşkünü, hatta müşriklerden bile daha düşkün bulacaksın. Onların her biri kendisine bin yıl ömür verilmesini ister. Hâlbuki uzun yaşamak kendisini azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah onların bütün işlediklerini görmektedir.”  (BAKARA SURESİ – 96. AYET)

     Bu sebeple Ahirette kendileriyle aramızda uzun mesafeler olmasını arzulayacağımız amellerden uzak durmak gerekmektedir. Çünkü:

 

تَوَدُّ لَوْ أَنَّ بَيْنَهَا وَبَيْنَهُ أَمَداً بَعِيداً:

 

     “Herkesin yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günde kişi, kötülükleri ile kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister...”  (ALİ-İMRAN SURESİ - 30. AYET)Hiçbir şeyin gizli kalmayacağı ve her şeyin apaçık ortaya çıkacağı Kıyamet gününde bu dünyada tüm yapıp ettiklerimizin kaydedildiği kitap elimize tutuşturulduğu zaman:

 

فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَؤُوا كِتَابِيهْ:إِنِّي ظَنَنتُ أَنِّي مُلَاقٍ

حِسَابِيهْ:

 

     “Gelin, kitabımı okuyun! Ben hesabımla karşılaşacağımı biliyordum.” 

(HAKKA SURESİ - 19–20. AYETLER)

     Diyerek alnımız açık, yüzümüz ak mı olacağız; yoksa:

 

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمِينَ مُشْفِقِينَ مِمَّا فِيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هَذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغِيرَةً وَلَا كَبِيرَةً إِلَّا أَحْصَاهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُواحَاضِراً وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ أَحَداً:

 

     “Eyvah! Bu nasıl bir kitap ki küçük büyük hiç bir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş...” (KEHF SURESİ - 49. AYET)

 

وَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِشِمَالِهِ فَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُوتَ كِتَابِيهْ:وَلَمْ أَدْرِ مَا حِسَابِيهْ:يَا لَيْتَهَا كَانَتِ الْقَاضِيَة:َمَا أَغْنَىعَنِّي مَالِيهْ:هَلَكَ عَنِّي سُلْطَانِيهْ:

 

     “Keşke kitabım bana verilmeseydi. Hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Keşke ölüm her şeye son vermiş olsaydı. Malım bana hiçbir yarar sağlamadı. Saltanatım da yok olup gitti.” (HAKKA SURESİ - 25–29. AYETLER)

     Diyerek geri dönüşü olmayan bir hüsrana mı sürükleneceğiz?

     Evet, O gün kişi, gerçekle yüz yüze gelince dünyaya tekrar döndürülüp güzel işler yapmayı ne kadar arzu eder... Ama artık iş işten geçmiştir:

 

حَتَّى إِذَا جَاء أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ:لَعَلِّي أَعْمَلُ صَالِحاً فِيمَا تَرَكْتُ كَلَّا إِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَائِلُهَا وَمِن وَرَائِهِم بَرْزَخٌ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ:

 

     “Nihayet onlardan birine ölüm gelince, Rabbim! Beni dünyaya geri döndürünüz ki, bıraktığım dünyada Salih bir amel işleyeyim’ der. Hayır! Bu sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir...”  (MÜ’MİNUN SURESİ – 99–100. AYET)

 

وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحاً غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ:

 

     “Onlar orada, Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim diye bağrışırlar. Onlara şöyle denilir: Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”  (FATIR SURESİ – 37. AYET)

 

وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ أَنْ تَمُوتَ إِلاَّ بِإِذْنِ الله كِتَاباً مُّؤَجَّلاً وَمَن يُرِدْثَوَابَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَن يُرِدْ ثَوَابَ الآخِرَةِ نُؤْتِهِ مِنْهَا وَسَنَجْزِي الشَّاكِرِينَ:

 

     “Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan ölmez. Ölüm belli bir süreye göre yazılmıştır...”  (ALİ-İMRAN SURESİ – 145. AYET)

     Bu ölçüye göre hiç kimse Allah'ın belirlediği zamandan bir saniye bile önce ölmediği gibi onun belirlediği zaman diliminden bir saniye de fazla yaşamaz. Mümin buna şeksiz şüphesiz inanır. Bu imanı, mümine, ölüm karşısında son derece sükûnet ve metanet içinde olma imkânı verir. Zaten ölüm, Allah dostları için vuslat anıdır, “ŞEB-İ ARUS” tur. “LİKAULLAH”tır.

     “Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde.” (Yahya Kemal)

 

     “Öldüğüm gün tabutum yürüyünce,

       Bende bu dünya derdi var sanma.

       Bana ağlama “yazık yazık” “vah vah” deme,

     Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır,

     “Yazık yazık” asıl o zaman denir.

     Cenazemi gördüğün zaman “ayrılık ayrılık” deme

     Benim buluşmam asıl o zamandır.” (Mevlana)

 

     Tamamen dünyaya dalıp Ahiret yurdunu unutanlar veya Ahiret’e inanmayanlar için ise ölüm, en istenmeyen şeydir. Ama o,nice hırslara son verir, nice zalimlerin belini kırar ve nice zorbaları yere serer. Nice zevkleri yerle bir eder!

     İmam-ı Gazali’nin çarpıcı tasvirlerinden hareketle söylersek; kim, saraylardan, villalardan ve her çeşit konforu muhtevi ikametgâhlardan kabirlere intikal etmek, pahalı avizelerin aydınlığından yeraltının karanlığına girmek, bakılmaya kıyılamayacak güzellerle oynaşırken böceklerin kurtların içine düşmek, bin bir çeşit yiyecek ve içeceğin zevkini tadıp dururken ağzını topraklara sürmek, kuş tüyü yatakları terk edip rutubetli yerlere serilmek ister? Ama ölüm öyle bir gerçek ki, ona ne en muhkem kalelerin surları engel olabilir, ne de en sağlam sığınak ve koruganlar!

 

أَيْنَمَاتَكُونُواْ يُدْرِككُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ:

 

     “Nerede olursanız olun, ölüm size ulaşacaktır. Sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile...”  (NİSA SURESİ – 78. AYET)

     Önemli olan, bu sınırlı hayatın sonuyla sınırsız Ahiret hayatının başlangıcı olan çizgiye varıp, ebedi yolculuğa çıkarken azıksız olmamaktır. Bu yolculuğa azıksız çıkmamanın yolu, Peygamber Efendimiz (SAV)’in şu mübarek talimatına uymaktan geçer: “Dünya zevklerine son vereni çokça hatırlayınız.”

 

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi22
Bugün Toplam697
Toplam Ziyaret5019712
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI