ON İKİ EMİR
İSRA SURESİ – 22/38. AYETLER
لاَّ تَجْعَل مَعَ اللّهِ إِلَـهاً آخَرَ فَتَقْعُدَ مَذْمُوماً مَّخْذُولاً:وَقَضَى رَبُّكَ أَلاَّتَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً إِمَّايَبْلُغَنَّ عِندَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلاَهُمَا فَلاَ تَقُل لَّهُمَاأُفٍّ وَلاَ تَنْهَرْهُمَا وَقُل لَّهُمَا قَوْلاً كَرِيماً:وَاخْفِضْلَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُل رَّبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِيصَغِيراً:رَّبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَا فِي نُفُوسِكُمْ إِن تَكُونُواْ صَالِحِينَ فَإِنَّهُ كَانَ لِلأَوَّابِينَ غَفُوراً:وَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلاَ تُبَذِّرْ تَبْذِيراً:إِنَّ الْمُبَذِّرِينَ كَانُواْ إِخْوَانَ الشَّيَاطِينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّهِ كَفُوراً:وَإِمَّا تُعْرِضَنَّ عَنْهُمُ ابْتِغَاء رَحْمَةٍ مِّن رَّبِّكَ تَرْجُوهَا فَقُل لَّهُمْ قَوْلاً مَّيْسُوراً:وَلاَ تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلاَ تَبْسُطْهَاكُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَّحْسُوراً:إِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَن يَشَاءُ وَيَقْدِرُ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيراً بَصِيراً:وَلاَ تَقْتُلُواْأَوْلادَكُمْ خَشْيَةَ إِمْلاقٍ نَّحْنُ نَرْزُقُهُمْ وَإِيَّاكُم إنَّ قَتْلَهُمْ كَانَ خِطْءاً كَبِيراً:وَلاَ تَقْرَبُواْ الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاءسَبِيلاً:وَلاَ تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ بِالحَقِّ وَمَن قُتِلَ مَظْلُوماً فَقَدْ جَعَلْنَا لِوَلِيِّهِ سُلْطَاناً فَلاَ يُسْرِف فِّيالْقَتْلِ إِنَّهُ كَانَ مَنْصُوراً:وَلاَ تَقْرَبُواْ مَالَ الْيَتِيمِ إِلاَّ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ وَأَوْفُواْ بِالْعَهْدِ إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُولاً:وَأَوْفُوا الْكَيْلَ إِذا كِلْتُمْ وَزِنُواْ بِالقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً:وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولـئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً:وَلاَ تَمْشِ فِي الأَرْضِ مَرَحاً إِنَّكَ لَن تَخْرِقَ الأَرْضَ وَلَن تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً:كُلُّ ذَلِكَ كَانَ سَيٍّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهاً:
22-) “Allah ile birlikte bir ilâh daha tanıma! Sonra kınanmış ve kendi başına terkedilmiş olarak kalırsın.”
23-) “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “of!” bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle.”
24-) “Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve: “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et!” diyerek dua et.”
25-) “Rabbiniz sizin kalplerinizdekini çok iyi bilir. Eğer siz iyi olursanız, şunu bilin ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.
26-) “Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.”
27-) “Zira böylesine saçıp savuranlar şeytanların dostlarıdırlar. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.”
28-) “Eğer Rabbinden umduğun (beklemek durumunda olduğun) bir rahmet için onların yüzlerine bakamıyorsan, hiç olmazsa kendilerine gönül alıcı bir söz söyle.”
29-) “Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çeker durursun.”
30-) “Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi görür.”
31-) “Geçim endişesi ile çocuklarınızın canına kıymayın. Biz, onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir suçtur.”
32-) “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.”
33-) “Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın. Bir kimse zulmen öldürülürse, onun velisine (hakkını alması için) yetki verdik. Ancak bu veli de kısasta ileri gitmesin. Zaten (kendisine bu yetki verilmekle) o, alacağını almıştır.”
34-) “Yetimin malına, rüştüne erinceye kadar, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.”
35-) “Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu, hem daha iyidir hem de neticesi bakımından daha güzeldir.”
36-) “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”
37-) “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma. Çünkü sen (ağırlık ve azametinle) ne yeri yarabilir ne de dağlarla ululuk yarışına girebilirsin.”
38-) “Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbinin nezdinde sevimsizdir.”
İLGİLİ HADİSLER
Abdullah b. Amr b. As (RA) anlatıyor:
“Bir adam, Rasülullah (SAV)’e gelerek, cihada çıkmak için izin istedi. Rasûlüllah (A.S.) ona sordu: “Anan-baban hayatta mıdır?” Adam: “Evet” deyince, Rasûlüllah (SAV) ona şöyle buyurdu: “O halde onları (memnun etmek) için cihatta bulun!”
Abdullah b. Mes’ud (RA) diyor ki:
“Rasûlüllah (SAV)’den sordum: “Amellerin hangisi Allah yanında daha çok sevimlidir?” Buyurdu ki: “Vaktinde kılınan namaz.” “Sonra hangisi?” diye sordum. Cevap verdi: “Ana-babaya iyilikte bulunmak.” “Ondan sonra hangisi?” diye sordum. Buyurdu ki: “Allah yolunda cihat etmek.”
Malik b. Rabia es-Sâidî (R.A.) anlatıyor:
“Ensar’dan bir adam, Peygamberimiz (SAV)’e gelerek sordu:
“Ey Allah’ın Resulü! Ölümlerinden sonra ana-babama iyilik olarak yapmam gereken bir şey var mıdır, onu yerine getireyim?” Peygamberimiz (SAV) şu cevabı verdi: “Evet, dört husus vardır: Onlar için dua ve istiğfarda bulunmak, onların (başkalarına) verdikleri sözü yerine getirmek, dostlarına ikramda bulunmak, ikisi tarafından olan hısımlarla İyi ilişkiler kurmak -ki hısımlar ancak o ikisi tarafından olabilir-. İşte ölümlerinden sonra onlara yapacağın iyilikler bunlardır.”
“Şüphesiz ki Cenâb-ı Hak, babalarınızı size tavsiye ediyor ve gerçekten Allah analarınızı size tavsiye ediyor, Allah analarınızı size tavsiye ediyor, Allah analarınızı size tavsiye ediyor. Şüphesiz ki Allah derece derece akrabanızı da size tavsiye ediyor.”
“Rızkının genişlemesini, ecelinin geciktirilmesini isteyen kimse, hısımlarıyla (iyi ve sıcak) ilgisini devam ettirsin.”
“Ölen babasıyla kabirde ilgi kurmak isteyen kimse, onun ölümünden sonra arkadaş ve dostlarıyla ilgi kursun.”
“Hiç bir gün yok ki, (Allah’ın) kulları sabahladığında gökten iki melek inmesin. Onlardan biri şöyle der: “Allah’ım, (senin için) harcayanın harcadığının yerini doldur.” Diğeri ise şöyle der: “Allah’ım, malını tutup (senin için) harcamayana telef ver (malının feyiz ve bereketini kaldır).
“Verilen sadakadan dolayı mal eksilmez/Allah için harcayanın Allah ancak şerefini artırır. Kim de alçak gönüllü davranırsa, Allah onu yükseltir.”
“Aşırı cimrilikten sakının. Çünkü bu sizden öncekileri yok etmiştir. Şeytan onlara cimrilikle emretmiş (fısıldamış), onlar da cimri olmuşlar. Hısımlarla ilgilerini kesmelerini emretmiş, onlar da ilgilerini kesmişler. Hayâsızlıkla emretmiş, onlar da hayâsızlığa başlamışlar.
“Nafaka (konusunda harcama)da bulunurken iktisada riayet, geçimin yarısıdır.
“İktisada riayet eden fakir olmaz.”
İbni Mes’ud (RA) diyor ki:
“Peygamberimiz (SAV)’e sordum: “Hangi günah daha büyüktür?” Şöyle buyurdu: “Allah'a eşi ortak, denk ve benzer koşman.” Tekrar sordum: “Ondan sonra hangi günah daha büyüktür?” Şöyle buyurdu: “Seninle birlikte yemek yer endişesiyle çocuğunu öldürmen.” Yine sordum: “Ondan sonra hangisi?” Şöyle buyurdu: “Komşunun karısıyla zina etmen.”
Ebû Ümâme (RA) anlatıyor:
“Bir gün genç bir adam, Peygamberimiz (SAV)’e gelerek: “Ey Allah’ın Peygamberi! Zina hususunda bana izin ver.” diyerek ruhsat istedi. Orada hazır bulunanlar, onu bu sözünden dolayı kınayıp vazgeçirmek istediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV) o gence: “Yaklaş.” dedi. O da yaklaşınca, Peygamberimiz (SAV): “Otur.” dedi. O da oturdu ve aralarında şu söyleşi geçti:
“Başkasının senin annenle zina etmesini ister misin?” “Hayır, vallahi. Allah beni sana feda etsin.” “O halde başkaları da bu fiili anaları için arzu etmez. Kızın için böyle bir şey ister misin?” “Hayır, vallahi. Allah beni sana feda etsin.” “Öylece başkaları da kendi kızları için bunu istemez. Kız kardeş İn için ister misin?” “Hayır, vallahi. Allah beni sana feda etsin.” “O halde başkaları da kendi kız kardeşleri için böyle bir şey istemez. Ya halaların için ister misin?” “Hayır, vallahi. Allah beni sana feda etsin.” “Başkaları da bunu kendi halaları için istemez. Ya teyzelerin İçin ister misin?” “Hayır, vallahi. Allah beni sana feda etsin.” “Başkaları da bunu teyzeleri için istemez.” buyurdu. Sonra da elini o gencin üzerine koyarak şöyle dua etti: “Allah’ım! Bunun günahını bağışta, kalbini temizle, namusunu koru.” Artık o günden itibaren o gene harama yaklaşmadı.
“Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed (SAV)’in de Allah’ın peygamberi bulunduğuna şahadet eden müslüman bir kişinin kanı, şu üç sebep dışında helâl değildir:
1-) Cana karşılık can (kısas),
2-) Evli iken zina eden,
3-) Dinini terk edip İslâm cemaatinden ayrılan.”
“Dünyanın yıkılıp zeval bulması, Allah yanında, bir müslümanı (haksız yere) öldürmekten daha hafif, daha zararsızdır.”
“Zandan sakının; çünkü zan, sözün en yalanıdır.”
“Kim Allah için tevazu (alçak gönüllülük)de bulunursa, Allah onu yükseltir. Öyle ki, o kendi nefsinde önemsizdir, insanların yanında büyüktür. Kim de büyüklük taslarsa, Allah onu alçaltır. Öyle ki, o kendi nefsinde büyük, insanlar yanında önemsizdir. Hatta o, insanların nazarında köpek ve domuzdan daha sevimsizdir.”
ON İKİ EMİR
İslâm’ın kendi ölçülerine göre devlet, millet, toplum, aile ve fertleri bir bütünlük içinde ele alıp yönlendiren, sağlıklı şekilde disipline edip düzene koyan on iki emri, başlı başına bir sistem oluşturmaktadır. Aynı zamanda ruh ile beden, madde ile mana, dünya ile âhiret arasında kopmaz köprü vücuda getiren bu emirler, üzerinde ciltlerle kitap yazılacak ana fikirleri, temel kaideleri, esasa dayalı bilgileri içermektedir.
Diğer bir yönüyle de Tevrat’ta yer alıp kısmen değişikliğe uğratılan dokuz veya on emri tashih etmekte ve bu gibi esasların bir kısmında semavî dinlerin birleştiğine İşaret edilmektedir.
Önemine binaen, önce bu emirlerin özetini, sonra da açıklamasını yapmamızda, -hafızalarda iz bırakması bakımından- yarar görüyoruz:
1-) Allah’tan başka ilâh tanımamak, O’ndan başkasına tapmamak.
2-) Anaya, babaya –Allah’ın emrine uyarak- iyilikte bulunmak.
3-) Hısımların, yoksul ve yolda kalmışların (zekât, sadaka, yardım ve bağış gibi) haklarını vermek, onları gözetip korumak.
4-) Savurganlıktan kaçınmak; kazanılan mal ve serveti har vurup harman savurmamak.
5-) Ne cimri, ne de müsrif olmak; bu ikisi arasında bir yol tutup tutumlu olmaya dikkat etmek.
6-) Açlık, ekonomik sıkıntı endişesiyle çocukları öldürmemek, meselâ, kürtaj yaptırmamak.
7-) Zinaya yaklaşmamak; o gibi hayâsızlıklardan sakınmak.
8-) Haksız yere adam öldürmemek.
9-) Yetim malına -iyi ve uygun yolun dışında- yaklaşmamak.
10-) Ölçü ve tartıyı tam kullanıp, insan haklarına dolaylı yoldan da olsa tecavüz etmemek.
11-) Bilmediğimiz (bilmemizde yarar olmayan, bizi ilgilendirmeyen) şeyin peşine düşmemek. Gerçeği iyice tespit edip anlamadan zanna dayalı hüküm vermemek.
12-) Yeryüzünde böbürlenerek, büyüklük taslayarak yürümemek.
Şüphesiz ki, bunların hepsi de Allah yanında sevilmeyen kötülüklerdir.
TEVRAT’TAKİ EMİRLER:
1-) Tanrın Rabb’ın ismini boş yere ağza almayacaksın. Çünkü Rab kendi ismini boş yere ağza alanı suçsuz tutmayacaktır.
2-) Sebt gününü (cumartesi) takdis etmek için onu hatırında tut.
3-) Babana ve anana hürmet et; ta ki, Tanrın Rabbin sana vermekte olduğu toprakta ömrün uzun olsun.
4-) Katletmeyeceksin (haksız yere adam öldürmeyeceksin).
5-) Zina etmeyeceksin.
6-) Çalmayacaksın.
7-) Komşuna karşı yalan şahadet etmeyeceksin.
8-) Komşunun evine tamah etmeyeceksin;
9-) Komşunun karısına yahut kölesine yahut eşeğine yahut komşunun hiç bir şeyine tamah etmeyeceksin.
AÇIKLAMA :
ALLAH İLE BERABER BAŞKA İLÂH EDİNMEMEK:
Bu, katıksız Tevhîd İnancı’nı yansıtır. Öyle ki, Allah’ın varlığına, birliğine, kudretinin sınırsızlığına inandıktan sonra, hiçbir şeyi O’na tercih etmemek ve hiç bir nesneyi O’ndan fazla sevmemek gerekir. Aynı zamanda bir olan Allah'a iman odağında birleşip bütünleşmeyi kalplere ve kafalara enjekte eder.
Sonra da çok aziz ve şerefli yaratılan insanı, fânilere, diğer canlı, cansız eşyaya tapma alçaklığından kurtarıp korumayı öngörür. Onun için namaz farz, camilerde cemaatle namaz kılmak kuvvetli sünnet kılınmıştır. Cuma namazının cemaat halinde farz-ı ayn olarak kılınması da her hafta Tevhîd İnancı'nın yönlendirici havasını tazelemeğe, insanın azizliğini ortaya koymaya ve dinin ibadet ruhunu daha da geliştirmeğe yöneliktir.
Kur’ân-ı Kerim’de, Allah’tan başkasına tapanların, iki büyük felâkete sebep olacakları çok anlamlı bir ifadeyle şöyle hatırlatılıyor:
A-) Aşağılanıp rüsva edilir, yalnızlığa itilerek yerilir.
B-) Âhiret gününde büsbütün yardımsız bırakılır.
BİRİNCİSİ, insanı adîleştirip vakar ve kadrini düşürür. İKİNCİSİ, ilâhî rahmetin feyiz havasından. Peygamberimiz (SAV)’in şefaatinin ümit kapısından uzaklaştırır.
ANA VE BABAYA İYİLİKTE BULUNMAK:
Bu emrin gerektirdiği husus, insan ruhunu besleyen, rızkın kapısını genişleten, ömrün uzamasını, ecelin geciktirilmesini sağlayan; ilâhî rahmetten bolca nasip almayı kolaylaştıran ölçü ve anlamdadır. Aksini yapmak, aksine bir durumla karşılaşmayı ve ona göre karşılık görmeyi sonuçlandırır,
HISIMLARA, YOKSULLARA VE YOLDA KALMIŞLARA İLGİ GÖSTERİP BİRTAKIM HAKLARINI VERMEK:
Bu, hem aile düzenini, hem sosyal yapıyı huzura kavuşturan önemli emirlerden biridir. İnsanların birbirlerine güven ve saygısını artırır. Aynı zamanda belânın geri çevrilmesine, rızkın genişlemesine ve ömrün uzamasına da sebep olur.
MALI SAÇIP SAVURMAMAK:
Elimize ulaşan bir parça ekmeğin nasıl ve nereden, hangi ellerle, ne gibi hizmetlerle hazırlandığını düşünecek olursak, karşımıza şu gerçekler çıkar:
Bir buğday başağının filizlenip olgunlaşabilmesi için güneş, bulut, rüzgâr, toprak, topraktaki bakteriler, yağmur ve daha nice şeylerin hizmette bulunmaları gerekmektedir. O halde ağzımıza koyduğumuz bir lokma ekmekte bütün bu hizmetleri görmemiz ve ona göre nimetin kıymetini bilip şükrünü yerine getirmemiz gerekmez mi?
ÖZEL MÜLKİYETİN YERİ VE ANLAMI:
Kur’ân’ın birçok yerinde zekât ve sadaka vermemiz, yardımda bulunmamız; hısım ve komşuları gözetmemiz emredilir. Bu her bakımdan özel mülkiyete geniş yer verildiğini yansıtır. Ayrıca ilgili ayette, malınızı saçıp savurmayın, sözü, kişinin özel mülkiyetinde olan servetini korumaya yönelik bir tembihtir.
Bilindiği gibi, İslâm ekonomisi kendine has yapısıyla hem sosyalizmden, hem kapitalizmden ayrılır. Temelde bu üçü arasında büyük farklar söz konusudur.
Genellikle İslâm ekonomisinin iskeletini şu üç unsur oluşturur:
1-) Ferdî mülkiyet
2-) Meşru sınırlar içinde ekonomik serbesti
3-) Sosyal adaletin sağlanması
Bu bakımdan İslâm ve onun kitabı Kur’ân, ne özel mülkiyeti hiçbir sınır tanımadan serbest bırakan kapitalizme yer verir; ne de toplumsal mülkiyeti savunup ferdi mülkiyete yer vermeyen sosyalizme iltifat eder.
İslâm ferdî mülkiyeti, uhrevî müeyyidelerle, ahlâkî kurallarla; sonra da zekât, sadaka, keffaret, adak vergi ve benzeri yardımlarla bir bakıma sınırlı tutar.
Yukarıda konumuzu oluşturan iki ayet, sınırlı ekonomik serbestîyi ve sosyal adaleti bütünleştirici bir temel düşünce olarak belirtmektedir.
İSLÂM SOSYAL ADALETİ GÜZEL AHLÂKLA BÜTÜNLEŞTİRİR:
İslâm, ferdi topluma, ibadet, kardeşlik, dayanışma, yardımlaşma ve benzeri ekonomik cihetlerle bağlar. Bunların her birinde Allah rızası, âhiret mükâfatı ve güzel ahlâkın tatlı meyvesi önemli yer tutar. Böylece sosyal adaleti sadece ekonominin dar kalıbına sokmaz; onu manevî değerlerle donatıp ruhlar arasında bağlantı kurar.
Ekonomik yönden yardımda bulunma imkânı olmayan müminleri saf dışı bırakmaz. Toplum yapısındaki hısımların birbirlerine sıcak ilgi göstermelerini, yoksullara, yolda kalmışlara güzel söz, tatlı dil kullanmayı tavsiye eder.
ELİ BOYNA BAĞLAMAMAK (CİMRİLİK ETMEMEK), ONU BÜSBÜTÜN AÇMAMAK:
İslâm’da cimriliğin yeri olmadığı gibi, israfın da yeri yoktur. Çünkü bu iki tutum da İslâm’ın getirdiği sosyal adalete ters düşer. O bakımdan cihan peygamberi Hz. Muhammed (SAV) cimriye: “Bana fazla yaklaşma, sonra ateşin dokunur.” buyururken, “Nehir kıyısında da olsan, su kullanırken israf etme.” diyerek uyarıda bulunmuştur. O'nun bu iki uyarısı elbette çok anlamlı ve düşündürücüdür. Çünkü Allah ile Peygamber (SAV)’i, cimrilikle israf arasında ortalama bir yol tutulmasını emretmektedirler. Nitekim şu ayetle bu husus çok net bir anlatımla belirtilmiştir:
وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوالَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَاماً:
“(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (FURKAN SURESİ 67.AYET)
RABBIN RIZKI DİLEDİĞİNE GENİŞLETİR, DİLEDİĞİNE DE BİR ÖLÇÜYE GÖRE DARALTIR:
Gelir dağılımı, hiçbir zaman her ferde aynı ölçüde isabet etmez. Zira her kişi kendi akıl, zekâ, beceri, ticarî kabiliyet ve iş hacmine göre hayatını kazanma yolunda mücadele verir. İnsanların hepsi aynı kuvvet ve kabiliyette, aynı akıl ve zekâda yaratılmadığına göre, aynı ölçüde nimete de erişemezler. Sosyal hayat ve sosyal yapı da ancak farklı yeteneklerle gerçek düzenini bulur, dengesini sağlayabilir.
Allah’ın rızkı genişletip daraltması, şüphesiz ki insanların yeteneklerine, becerilerine ve çalışma bilgilerine, azim ve gayretlerine göre bir anlam taşır, yani bunlarla bağlantılıdır.
ÇOCUKLARI FAKİRLİK ENDİŞESİYLE KATLETMEMEK, ONLARI ÖLDÜRMEK ŞÜPHESİZ BÜYÜK BİR SUÇTUR:
İslâm dini, kadınların gebe kaldıktan sonra rahimlerinde, oluşan cenine dokunulmasına, yani kürtaj yaptırmalarına cevaz vermez. Ancak gebe kalmamak için meşru ölçülere göre tedbir almayı da yasaklamaz. Nitekim bu konu, biri En’am, biri İsrâ, biri de Tekvîr surelerinde olmak üzere üç ayrı yerde açıklanır.
Cenin ana rahminde oluştuktan sonra artık ona dokunulmaz.
Nitekim mezhep imamları bu konu üzerinde içtihatlarını şöyle ortaya koymuşlardır:
İMAM EBÛ HANİFE’YE GÖRE: Kadının kendi fiiliyle rahmindeki çocuğu düşürmesi bir cinayet kabul edilir. Ancak rahimden düşürülen parçanın cenin olduğu kesinlik arz etmelidir. Bu da uzman bilirkişilerin marifetiyle tespit edilir. İMAM ŞAFİÎ de aynı görüş ve içtihattadır.
Bu cinayetin cezası ise, beş devedir. Deve bulunmadığı takdirde ona göre nakit para takdir edilir. Kadın kendi müdahalesiyle veya birine gidip kürtaj yaptırarak rahmindeki çocuğu aldırırsa, hem ona, hem de kürtaj yapana ceza terettüp eder.
Doktor kürtaj yaptığında kadın o yüzden ölürse, biri, kadını kasta benzer bir fiille öldürdüğü, biri de cenini rahimden aldığı için iki ayrı ceza gerekir.
ZİNAYA YAKLAŞMAMAK:
Kur’ân, zinayı hayâsızlık ve kötü bir yol olarak vasıflamaktadır. Cidden böylesine bir hayâsızlık aile yuvasını mefluç hale getirir, namus ve iffet mefhumunu kaldırır; neslin karışmasına, ana-babası belli olmayan çocukların çoğalmasına ve birtakım hastalıkların doğmasına, ya da bulaşmasına neden olur. Zührevî hastalıkların çoğu ve son yıllarda ortaya çıkan AİDS belâsı bunlardan bir kısmıdır. Nitekim zinanın yaygın olduğu Amerika’da ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde AİDS vakasının korkunç rakamlara ulaştığı artık bilinmektedir.
ALLAH’IN ÖLDÜRÜLMESİNİ HARAM KILDIĞI KİMSEYİ -HAKLI BİR SEBEP OLMAKSIZIN- ÖLDÜRMEMEK:
İslâm, insan hayatına ve kanına üstün değer veren bir dindir. Savaşlarda bile kan dökmek en son çare olarak düşünülür. O bakımdan haklı bir sebep dışında adam öldürene kısas gerekir, hükmü konulmuştur. Ayrıca evli olduğu halde açıktan fuhuş yapar da dört şahitle belgelendirilirse, ölüm cezasıyla tecziye edilir.
Anlaşıldığı gibi, İslâm, hayâsızlığı önlemek, fuhşa imkân vermemek, aile yuvasını selâmette tutmak, faziletli nesillerin yetişmesini sağlamak ve birtakım kötü, öldürücü hastalıkların yaygınlaşmasını önlemek için zinayı haram kılmakla kalmamış, bir de zina edenlerin tecziye edilmesi hususunda ağır müeyyideler koymuştur.
YETİM MALINA EL UZATMAMAK:
Yetim çocukların, rüşte erinceye kadar, mallarını en güzel şekilde korumak vasilerine farz kılınmıştır. Ancak rüşt kavramı ve taşıdığı hüküm üzerinde müçtehit imamların farklı tespit ve içtihatları söz konusudur. ŞÖYLE Kİ:
Genellikle rüşt, erkek çocuklarda ihtilâm ve inzal ile belirginleşir. Kız çocuklarında ise, ay hali veya gebe kalmakla gerçekleşir. Onlarda böyle bir durum ortaya çıkmazsa, o takdirde ergenlik yaşı dikkate alınır. ŞÖYLE Kİ:
A-) İmam Ebû Yusuf’a göre, 15 yaş itibar edilir.
B-) İmam Ebû Hanife’ye göre, erkek çocukta 18, kız çocukta 17 yaş itibar edilir.
Bu yaşa gelen yetim çocuklarda rüşt sezilirse, malları kendilerine teslim edilir. İmam Ebû Hanife, böyle bir şey sezilmediği takdirde 25 yaşına kadar beklenir. Diğer iki imama göre, rüşt alâmeti görülünceye kadar bekletilir.
YETİMİN MALINA GÜZEL ŞEKİLDE YAKLAŞMAYA GELİNCE: Onun velisi veya vasisi muhtaç durumda ise, hizmeti karşılığında, hâkimin ya da örfe dayalı bilirkişilerin takdir ettiğini alabilir. Muhtaç durumda olmayan veli veya vasinin bu hizmeti Allah rızası için başka bir karşılık beklemeden yürütmesi en güzel yoldur.
ÖLÇÜ VE TARTIYI TAM TUTMAK, DOĞRULUKTAN AYRILMAMAK:
Ölçü ve tartı günlük hayatımızın kopmaz birer parçasıdır ve insan haklarıyla iç içedir. İslâm, Allah’ın varlığını, birliğini inkârdan ve dinî esasları reddetmekten sonra insan haklarına tecavüzü, günahların en büyüğü ve ödenmediği, yani asıl sahibine geri çevrilmediği takdirde affedilmeyeni olarak belirlemiştir. Şuayb (A.S.)’ın kavminin daha çok bu yüzden yok edildiklerini yine Kur’ân haber vermektedir.
Ölçü ve tartıyı tam kullanmak, iman ve irfanla birleşip bütünleşen doğruluk ve fazilettir. Bunun aksine bir yol izlemek ise, inançsızlık, şüphecilik, tatminsizlik, aşağılık ve rüsvalıktır. O bakımdan Cihan Peygamberi Hz. Muhammed (SAV) şöyle buyurmuştur: “Bizi aldatan bizden değildir.”
BİLMEDİĞİN BİR ŞEYİN ARDINA DÜŞMEMEK:
Zanna, şüpheye dayalı hüküm verme. Birtakım varsayımları gerçek sayıp sonuçlar çıkarma. Bilmediğin konularda iddialı olma. Uzmanlığa saygılı olmaya çalış. Hemen her konuda ciddi araştırma yapmadan, hakikati tespit edip öğrenmeden ortaya çıkma.
Cenâb-ı Hak bu ayetle, toplum yapısında yer atan her sınıfa seslenmektedir. ŞÖYLE Kİ:
A-) Devlet adamı, gerçekleri tespit etmeden halkın karşısına çıkıp kırık, dökük bilgilerle açıklamada bulunmamalıdır. Zira bu hem halkı yanıltır, hem de çok geçmeden o devlet adamını gözden düşürür ve böylece güvenirliğini kaybettirir.
B-) Basın mensubu, muhabir ve benzeri görevlen yürütenlerin kendilerine ulaşan bir haberi iyice tahkik etmeden, gerçek olup olmadığını öğrenmeden neşretmemeleri gerekir.
C-) İlim adamı, bir konuyu araştırmadan, kaynaklarına inmeden, yaptığı gözlem ve deneylerden kesin sonuç almadan ortaya atmamalı ve bu böyledir diye konuşmamalıdır.
Zira kulak, göz ve kalbin bu gibi şeylerden de sorumlu olduklarını unutmamak gerekir. Her işittiğine inanmamak, her gördüğünü iyice araştırmadan sonuç çıkarmamak değişmeyen prensip olmalıdır. Hisler çoğu zaman yanılabilir. Sonra kendisini hiç ilgilendirmeyen, dünya ve âhiretinden yana bir fayda getirmeyen ve zamanın boşa akıp gitmesine neden olan konuların peşine takılmamak, o gibi şeylerle ilgilenmemek kalbin huzur duyması, ruhun yatışması, ömrün değer kazanması bakımından oldukça önemlidir.
YERYÜZÜNDE BÖBÜRLENEREK, BÜYÜKLÜK TASLAYARAK YÜRÜMEMEK:
Kendini olduğundan fazla göstermeye çalışmak, çevresindeki insanlara tepeden bakmak, toplum arasında saygısızca söz ve davranışlarda bulunmak; kendini hep üstün, hep haklı görüp başkalarını küçümsemek ruhî bir marazdır. Allah’a, Âhirete ve dinin diğer esaslarına dosdoğru iman bu hastalığı tedavi edip iyileştiren en tesirli ilâçtır.
Unutmamak gerekir ki, toplum içinde bu tipler sevilmez ve itibar görmezler. Onlarla olan dostluklar ve yakınlıklar hep sunîdir ve yapmacıktır. İnsanların sevmediklerini Allah da, melekleri de sevmezler. Böyleleri makamlarından düştükleri veya ellerindeki servet ve imkânları tükendiği gün, çevrelerinde hiçbir dostun kalmadığını ancak görebilirler. Dünyada kendini böylesine bir yalnızlığa itenler, âhirette de yalnızlığa itileceklerinden hiç şüphe etmemelidirler.
Allah’ın yegâne büyük olduğunu unutmamak gerekir, O’nun mülkünde, O’nun denetimi altında O’nun nimetlerinden yararlanıp geçinirken böbürlenmenin bir anlamı var mıdır? Sahip olduğumuz her şey, hakikatte bizim değil, Allah’ındır. Her şey eğreti verilmiştir. Günü, saati gelince geri alınırlar.
O bakımdan tevazu, yüksek idrakin, köklü bilginin, sağlam imanın, gelişmiş irfanın ürünüdür. Böbürlenmek ise, cehaletin, inançsızlığın ve haddini bilmezliğin mahsulüdür.
Ünlü şair Salih b. Şerif (H.8-M. 15) ne güzel söylemiştir:
“Çıkan iner, kalkan düşer, her yükselişin var bir sonu.
Niçin bunca gurur maldan mülkten, addan sandan insanoğlu!
Oluşta ne var ki olduğu gibi dursun, hiç değişmesin.
Sen de gök gibisin, bir gün masmavi güneşlik, bir gün bulutlu.
Bu dünya kime kalmış, yaramış ki kalsın yarasın sana da.
Yok, hiçbir çizgisinde bu yeryüzünün ölmezlik rengi ve ölmezlik kokusu.”
İlgili 37. ayetin son bölümünde Cenâb-ı Hak, insanın bir bakıma güçsüzlüğünü tasvir ederek böbürlenmenin ona hiç yakışmadığını şöyle belirtmektedir:
“Çünkü sen yeri delemezsin ve boyca da dağlara ulaşamazsın.”
ON İKİ EMİR, ON İKİ PEYGAMBER
Müfessirlerimiz ilgili ayetlerle açıklanan on iki emirden her birinin bir peygamberin uyarı ve sünnetini taşıdığını ve sonra da Kur’ân’da bir araya getirilerek sözü edilen konularda bütün peygamberlerin ortak yanlarının belirtildiğini değişik bir yorum olarak ortaya koymuşlardır. ŞÖYLE Kİ:
BİRİNCİ EMİR: Allah’ın varlığına ve birliğine davet, her peygamberin ana hedefi ve değişmeyen amacı bulunduğunu yansıtır.
İKİNCİ EMİR: Ana, babaya iyilik daha çok İbrahim Peygamber (AS)’ın sünnetini yansıtır. Allah’a karşı günah ve isyana çağırmadıkları sürece ana, babaya itaat etmek, sözlerini dinlemek vaciptir.
ÜÇÜNCÜ EMİR: Hısımlara, yoksullara ve yolda kalmışlara yardım daha çok Davut (AS)’ın sünnetini yansıtır.
DÖRDÜNCÜ EMİR: Süleyman (AS)’ın sünnetini,
BEŞİNCİ EMİR: Yusuf (AS)’ın sünnetini,
ALTINCI EMİR: Yâkub (AS)’ın sünnetini,
YEDİNCİ EMİR: Lût (AS)’ın sünnetini,
SEKİZİNCİ EMİR: Musa (AS)’ın sünnetini,
DOKUZUNCU EMİR: Zekeriya (AS)’ın sünnetini,
ONUNCU EMİR: Şuayb (AS)’ın sünnetini.
ON BİRİNCİ EMİR: Yahya (AS)’ın sünnetini,
ON İKİNCİ EMİR: İsa (AS)’ın sünnetini yansıtır.
Ve bunların hepsi, son peygamber Hz, Muhammed (SAV) Efendimizin sünnetleri arasında en mükemmel ölçü ve anlamını almış; uygulanması ise, müminlerin iman ve irfanlarına bırakılmıştır. Burada peygamberlerin sünnetleri denilince, insanlara tebliğ ile yükümlü bulundukları dinî hükümler kastedilmektedir.
AYETLER ARASINDA BAĞLANTI
Yukarıdaki ayetlerle, fert, toplum, aile ve milletlerin hayatını düzene sokup güvenli ve huzurlu bir atmosfer oluşturan on iki emir açıklandı. Allah’a dosdoğru iman eden müminlerin günlük yaşayışlarında nelere dikkat etmelerinin gereği üzerinde duruldu.
KAYNAK : İLMİN IŞIĞINDA ASRIN KUR’AN TEFSİRİ CELAL YILDIRIM