NAMAZI TERK ETMENİN ZARARLARI
كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَهِينَةٌ:إِلَّا أَصْحَابَ الْيَمِينِ:فِي جَنَّاتٍ يَتَسَاءلُونَ:عَنِ الْمُجْرِمِينَ:مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ:قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ:وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ:وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ:وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ:حَتَّى أَتَانَا الْيَقِينُ:
38-) “Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir;”
39-) “Ancak sağdakiler başka.”
40-) “Onlar cennetler içinde sorarlar.”
41-) “Günahkârların durumunu:”
42-) “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?” diye”
43-) “Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik,”
44-) “Yoksulu doyurmuyorduk,”
45-) “(Bâtıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk,”
46-) “Ceza gününü de yalan sayıyorduk,”
47-) “Sonunda bize ölüm geldi çattı.” (MÜDDESSİR SURESİ – 38/47. AYETLER)
İslam’ın erkânından olan namaz ve oruç, bedeni birer ibadettir. Oruç farizasında mükellefin sağlık durumu müsait değilse hastalığı geçinceye kadar tehir edebilir. Fakat namazda böyle bir şart aranmamıştır. Zengin ve fakir, sağlam ve hasta her Müslüman namazını eda edecektir. Ayakta durmaya engel olan bir hastalığı varsa oturarak kılar. Oturduğu halde eğilip kalkmaya sıhhati müsait değilse, rükû ve secdeyi ima ile ifa eder. Oturmaya da imkânı yoksa yattığı yerden ima ile namazını tamamlar. Farz olan bir namaz, bir müminin üzerinden ölmekle veya deli olmakla kalkar. Başka bir mazeretle terk değil tehir bile caiz değildir.
Namaz, İslamiyet’in binasını teşkil eden rükünlerdendir. İslam binasının temeli iman, duvarları namaz, oruç, hac ve zekâttır. Namazı bırakmak, bu duvarların birini yıkmak olur. Kişi oturduğu evin bir duvarı yıkıldığı zaman, yazda ve kışta, fırtınalı ve yağmurlu havada orada huzur içerisinde oturamaz. İslam dininin beş rüknünden biri bulunan namazı terk edenin kalbinde huzur olmaz.
İman sahiplerinin cehennem hapishanesinde ilahi cezaya mahkûm olmuş bulunan mücrimlere: “Sizi cehenneme sokan nedir?” sorusuna verdikleri cevaplar tetkik süzgecinden geçirilecek olursa dikkat çekici bir husus ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki:
Cehennem halkının yaptığı açıklamanın birinci maddesinde; “Biz namaz kılanlardan değildik.” denilmektedir. Namaz, kulun üzerinde Allah’ın bir hakkı, abidin Mabuduna karşı vazifesidir. Bu hakkı ifa etmeyen ve kalbi kararmış bulunan bir kimse, fakire acımaz ve yoksulu doyurmaz. Bu sebeple; “Yoksula yedirmezdik.” cevabı, onların namazı terk etmek sebebiyle irtikâp ettikleri bir cürüm olmaktadır.
Allah’a ibadet vazifesinden ayrılan ve yoksula acıma hissinden sıyrılan bu kimseler, nefsanî zevklere ve günahlara dalmış olurlar. İsyan okyanusunun içine dalan bu şahıslar, netice itibariyle bir gün de ahiretin sorumluluğunu inkâr ederek küfür bataklığına yuvarlanmış olurlar. Namazı terkle başlayan cürüm, inkâr ve küfürle noktalanmış olur. Namazın ehemmiyeti konusunda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“İslam’ın kulpları mesabesinde bulunan hükümler birer birer bozulacaktır. Her ne zaman bir kulp bozulur ve kırılır ise insanlar onu takip eden kulpa tutunurlar. Onların ilk bozulacak olanı, adaletle hüküm vermekten uzaklaşmak olacaktır. Onların sonuncusu ise namazdan olacaktır.”
Namazı terk etmenin ne derece büyük bir suç olduğunu, Hz Peygamber (SAV) şöyle ifade ediyor:
“Kul ile şirk arasında bağlantı olarak namazı terk etmekten başka hiçbir şey yoktur. Kim farz olan namazı inkâr ederek terk ederse şirke düşmüş olur.”
Bir mümin, namazı eda etmek suretiyle Allah’a iman ettiğini ispat etmiş ve kulluğunu açıkça ortaya koymuş olur. Bu ibadetin terkine sebep olan şey, o kimseyi Allah’a kulluktan ayırmış ve kendine taptırmaya başlamış olur. Bu engel para ise, Karun gibi paraya kul olur. Allah ile kulun arasına şey kadın ise, o şahıs kadına tapmaya başlamış olur. Nefse hitap eden roman kahramanlarının, ilan-ı aşk ettikleri kadına: “Tanrıçam, sana tapıyorum.” süfli ifadesi, yukarıda söylediklerimizin adeta bir ispatıdır. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
Sevban (RA) rivayet ediyor: “Ben, Hz Peygamber (SAV)’i şöyle buyururken işittim: “Kul ile küfür ve iman arasında set olarak namaz vardır. O, namazı terk ettiği zaman muhakkak şirke düşmüş olur.”
Müminle münkirin arasını ayırt eden sınır işareti namazdır. Kişi namazı terk ettiği zaman, kendisi ile küfür arasındaki İslam seti konumunda olan namaz duvarını yıkmış olur. Onun bu ihmalini ve namazla alakasızlığını gören kimseler, bu şahsın hangi sahanın insanı olduğunu, yani Müslim mi, gayri Müslim mi olduğunu tayin konusunda güçlük çekerler.
İmam Nevevî şöyle diyor: “Namazı terk etmeye gelince, eğer onun farz olduğunu inkâr ederek terk ediyorsa, Müslümanların icmaı ile küfre girmiş ve İslam dininin haricine çıkmış olur. Meğerki o kimse İslam dinini yeniden kabul etmiş ve Müslümanlar arasına bir müddet katılmamış ve bu yüzden de namazın farz olduğu hükmü kendisine tebliğ edilememiş olsun.”
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Parça parça edilseniz de, ateşe atılıp yakılsanız da, idam için sehpada asılsanız da hiçbir şeyi Allah’a ortak tutmayınız. Farz olan namazı, kasten terk etmeyiniz. Kim namazı bilerek terk ederse muhakkak dinden çıkmış olur. Allah’a isyan olan şeyi irtikâp etmeyiniz. Çünkü bu davranış, Allah’ın gazabını muciptir. Şarap içmeyiniz, çünkü o her hatanın başıdır.”
Diğer bir hadis te şöyledir:
“Emanete riayeti olmayanın kâmil bir imanı yoktur. Temizliği olmayanın namazının hükmü yoktur, namazı olmayanın da dini yoktur. Namazın dindeki mevkii, başın cesetteki yeri gibi ehemmiyeti haizdir.”
Başka bir hadis-i şerif ise şöyledir:
“Dört şey vardır ki, Allah onları İslam vazifelerinin başında farz kılmıştır. Kim onlardan üçünü yerine getirirse, hepsini ifa etmedikçe, işlenenler o kimseyi terk edilen şeyden müstağni kılamaz. O dört şey: Namaz, zekât, Ramazan orucu ve beyt-i şerifi haccetmektir.”
Laboratuar ortamında şeker elde etmek isteyen bir kimse, bu sahada geniş kültürü bulunan bir kimyagerin tespit ettiği reçeteye göre çalışmayacak olursa, şeker elde etmesi mümkün değildir. İslâm’ı en iyi anlayan ve anlatan Hz Peygamber (SAV), her yönüyle kâmil bir Müslüman olabilmemiz için bizlere dini bir reçete sunmaktadır. Bu vazifelerden hangisi terk edilecek olursa, İslam laboratuarının reçetesine göre olgun bir Müslüman örneği elde edilemez.
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Kim namazı kasten ve farz olduğunu bile bile terk edecek olursa, Allah ta onun amelini iptal eder. Allah’a tevbe ile dönüş yapıncaya kadar o kimseden, Allah’ın zimet ve himayesi uzaklaşmış olur.”
Abdullah b.Abbas (RA) şöyle diyor:
“Gözüm ağrıdığı zaman, tabip tarafından denildi ki: “Sana ilaç uygulayalım, yüzüne su değirme ve tedavinin devam ettiği günlerde namazı terk et.” Abdullah b. Abbas (RA) şöyle cevap verdi: “Hayır. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Kim namazı terk ederse, Allah’a kendisine gazap etmiş halde kavuşur.”
Ebu Hüreyre (RA)’ın rivayetinde Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Namazı olmayan kimsenin İslâm’dan aldığı bir nasip yoktur. Abdesti olmayanın namazının hayrı ve hükmü yoktur.”
İslâm dini, manevi nimetlerin bir sofrası mesabesindedir. Bunlardan istifade etme imkânı namaz kılmakla ve secde-i Rahman’a baş koymakla mümkün olabilir. Allah’a ibadet amacıyla namaza yaklaşmayan, bu sofranın nimetlerinden istifade edemez. Bu ilahi ziyafete nail olmak isteyen kimse, el ve ayaklarını yıkayacak, yüzünü arıtıp başını mesh ederek tertemiz hale gelecek ve ALLAHÜ EKBER diyerek azamet-i ilahiyi ikrar ile namaza başlayacak, tesbihat ve hamd ile Fatihayı okuyacak, Rahman ve Rahim olan, kıyamet gününün yegâne maliki bulunan Allah’a ubudiyet duyguları ilan edilecek.
Bu kıratlar sonunda daha büyük bir ikrama nail olabilmek için rükua varacak ve her şeyden yüce olan Allah’ı tesbih ede ede bu rüknü ifa edecek, sonra kıyama doğrulup: “Allah, kendisine hamd edenin hamdini kabul eder.” dediğinde, “Secde et.” ferman-ı ilahisine tabi olarak, ayaklarının hizasına kadar başını eğip manevi terakkinin zirvesine ulaşmış olacaktır.
Namazla alakası kalmamış ve müminlerin yöneldikleri kıblegaha yüzünü çevirmeyen kimsenin bu ulvî duyguları hissetmesi ve Rahmanî ziyafetten nasip alması mümkün olabilir mi? Bu hususta Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Kim namazını geçirecek olursa, sanki o aile efradını ve malını kaybetmiş gibi zarardadır.” Diğer bir hadis-i şerif te şöyledir:
“Kim özürsüz olarak iki namazı birleştirirse, büyük cürümlerin kapısına gelmiş ve dayanmış olur.”
Hadiste geçen iki namazı birleştirmek, namazı vakti çıkasıya kadar tehir edip, diğer bir vakitle beraber kılmak demektir. Bu hadis, işini ve aşını bahane ederek çalıştığı yerde namazını kılmayan kimselerin irtikâp ettikleri suçun büyüklüğünü açığa koymaktadır. Böyle bir cüretin vahametini, Kur’an şöyle ifade ediyor:
فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ:الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ:
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar.” (MAUN SURESİ – 4/5. AYETLER)
Sa’d b. Ebu Vakkas (RA) şöyle rivayet ediyor: “Hz Peygamber (SAV) ‘e,Allah’ın:
فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ:الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ:
Kavlinden sordum. Hz Peygamber (SAV),şöyle cevap verdi: “Onlar, namazlarını vaktinden sonraki bir zamana kadar tehir edenlerdir.”
Rabbimiz, ifa etmekle mükellef olduğumuz namazlarımızı vakitleri içerisinde eda etmeyi cümlemize müyesser eylesin. Erkan-ı İslamiye’den olan namazları terk ve tehirden bizleri uzak kılsın…AMİN…
KAYNAK : KÜRSÜDEN MÜMİNLERE VAAZLAR MEHMET EMRE