İSLAM’DA İBADET KAVRAMI VE NAMAZ
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz. Umulur ki, korunmuş olursunuz” (BAKARA SURESİ – 21. AYET)
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ وَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz. Umulur ki, korunmuş olursunuz.” (BAKARA SURESİ – 21. AYET)
İbadet bizi yaratan ve pek çok lütuflarda bulunan Allah Teâlâ’ya bir teşekkürdür. İnsan, iyiliklerini gördüğü kimselere karşı daima kendisini borçlu görür ve her vesile ile bu borcunu gördüğü iyiliğe karşılık vermek suretiyle ödemek ister ve bundan haz da duyar. Hâlbuki insanın bu konuda en çok minnet duyması lâzım gelen, hiç şüphe yok ki, Yüce Allah’tır. Çünkü insan, O yüce yaratıcının sayısız nimetlerine erişmiş olarak dünyaya gelmiştir. Allah Teâlâ onu en güzel surette yaratmış ve evrende olan her şeyi onun emrine vermiştir. Yeri ve gökleri ve bunlarda olan her şeyi insana hizmet için var etmiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَّكُمْ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الأَنْهَارَ:وَسَخَّر لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَآئِبَينَ وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ: وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ:
“Gökleri ve yeri yaratan, gökten suyu indirip onunla rızık olarak size her türlü meyveler çıkaran, izniyle denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize veren, nehirleri de size akıtan ancak Allah’tır. Adetleri üzere seyreden güneşi ve ayı size faydalı kılan, geceyi ve gündüzü istifadenize veren yine Allah’tır. O, size istediğiniz her şeyden verdi. Eğer Allah’ın nimetini sayacak olursanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zâlim, çok nankördür.” (İBRAHİM SURESİ – 32/34. AYET)
Allah Teâlâ, kendisine bu kadar nimetleri verdiği insan, O’na hamd etmek ve şükretmek durumundadır. İşte buna İBADET diyoruz.
Evet, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın, insanların ibadetine de ihtiyacı yoktur. Aksine buna muhtaç olan insandır. Çünkü ibadetler her şeyden önce insan hayatını disiplin altına alır. İnsanın belli zamanlarda yerine getirmekle yükümlü olduğu ibadetler, insanı başıboşluktan ve sorumsuzluktan kurtarır. Her işinde Allah’ın gözetim ve denetimini gönlünde duymasını sağlar. Sorumluluk duygusu böylece gelişen insanın toplum içindeki davranışları ve olaylar karşısındaki tavırları ölçülü olur. Diğer taraftan ibadetler, insanın ruhî ve manevî terbiyesine de hizmet eder. Başkalarına karşı kötü duygu ve düşüncelerden arınmasını sağlar. Başkalarıyla olan ilişkilerinde haksızlıklardan sakınmasına yardımcı olur.
İbadet, Allah’ın, insanlar üzerindeki hakkıdır. Peygamberimiz (SAV), Muâz b. Cebel’e (RA): “Ey Muaz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?” dedi. Muâz (RA):“Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” diye cevap verdi. Peygamberimiz (SAV): “Allah'a ibadet etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır.” buyurdu. Sonra Peygamberimiz (SAV) tekrar sordu: “Allah'a ibadet ettikleri takdirde, kulların Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir misin? Dedi. Muâz (RA)’ın: “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.” demesi üzerine Peygamberimiz (SAV): “Onlara azab etmemektir.” buyurdu.
İbadet, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkı olduğu içindir ki, Allah’tan başkasına -kim olursa olsun- ibadet edilmez. Allah’tan başkasına ibadet etmek veya Allah’a yapılan ibadete başkasını ortak kılmak, en büyük günah sayılmış, bundan tövbe etmedikçe Allah Teâlâ’nın bu günahı bağışlamayacağı Kur’an-ı Kerim’de bildirilmiştir.
İbadetle, erginlik çağına gelmiş aklı başında Müslüman olan kadın ve erkekler yükümlüdür. Bu yükümlülük, ölünceye kadar devam eder. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ:
“Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (HİCR SURESİ – 99. AYET)
İbadetlerin içerisinde namaz, başta gelir. İslâm’da beş temel ibadet vardır. Bunlardan birisi namazdır. Namazın Arapçası “SALÂT” tır. “SALAT”ın sözlük anlamı dua demektir. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ:
“Onlara salât et (yani dua et) çünkü senin salâtın (yani duan) onlar için sükûnettir.” (TEVBE SURESİ – 103. AYET)
Buradaki salât, dua anlamındadır.“Peygamberimize salât ve selâm olsun” dediğimiz zaman da bu manayı anlarız.
Dindeki anlamı ise, Peygamberimiz (SAV)’in öğrettiği şekilde “Allahü Ekber” sözü ile başlayıp selâm ile biten özel fiil ve sözlerden ibaret olan bir ibadetin adıdır. Namaz farzdır. Allah’ın kesin emridir. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ:
“Namazı kılın, zekâtı verin.” (BAKARA SURESİ – 110. AYET)
إِنَّ الصَّلاَةَكَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَاباً مَّوْقُوتاً:
“Şüphesiz namaz, müminler üzerine vakitli olarak farz kılınmıştır.” (NİSA SURESİ – 103. AYET)
وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ:
“Onlar, dini sadece Allah’a halis kılarak, Allah’ı birleyerek, ancak Allah’a ibadet etmekle, namazı kılmakla ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardır. İşte dosdoğru din budur.” (BEYYİNE SURESİ – 5. AYET)
Peygamberimiz de konu ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
بني الإسلام علىخمس:شهادة أن لآإله إلاالله وأنت محمدرسول الله وإقام الصلاة وإيتآءالزكاة والحج وصوم رمضان.
“İslâm beş esas üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka tanrı olmadığına ve Muhammed (SAV)’in Allah’ın Peygamberi olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.”
Beş vakit namaz, Peygamberimiz (SAV)’e peygamberlik geldikten yaklaşık 11,5 yıl sonra Mirac’da farz olmuştur. Namaz, erginlik çağına gelen ve aklı başında olan her kadın ve erkek Müslüman farzdır. Erginlik çağına gelmemiş olan çocuklara namaz farz değil ise de, yedi yaşından itibaren namaza başlatılmaları, alışkanlık kazanmaları açısından yararlı olur.
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur:
“Çocuklarınıza yedi yaşına geldiklerinde namaz kılmalarını öğütleyin”
Böylece çocuklar, erginlik çağına gelip namaz kendilerine farz olunca, namaza karşı yabancılık çekmiş olmazlar.
Namaz, Allah’a karşı yapılması gereken kulluk görevlerinin en önemlisidir. Çünkü Allah, imandan sonra namazdan daha üstün bir ibadeti emretmemiştir. Namaz, Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde çeşitli vesilelerle geçmektedir. Namaz, kalp, söz ve beden ile yapılan ibadetleri bir araya toplamış bulunmaktadır.
Namazın insan için pek çok yararları vardır. Çünkü Allah Teâlâ, bizlere yararı olmayan bir şeyi emretmemiştir. Zira Allah Teâlâ hiç bir şeye muhtaç değildir. İhtiyacı olan biziz, yapılmasını istediği her şeyde bizler için pek çok yararlar vardır. Kısaca namazın bazı yararlarına işaret edelim:
1-) NAMAZ ALLAH’I HATIRLATIR: İnsan, başkasına el avuç açmadan muhtaç olmadan yaşamak için çalışmak zorundadır. Kendisini çalışmaya veren kimse ise çoğu zaman ölümü ve ölüm ötesindeki hesabı unutur. Bu yüzden her an günah işleyebilir ve günah işlemeyi âdet haline getirebilir. Bunun en güzel örneği, kumarbazlar ile zevk ve eğlenceye aşırı düşkün olanlardır. Bunlar, kumar oynamaktan, içki içmekten, zevk ve eğlenceden baka bir şey düşünmezler. Ne ölümü, ne ahireti ve ne de ahiretteki hesabı hiç hatırlamazlar. Hiç ölmeyeceklerini ve dünyanın sona ermeyeceğini sanırlar. Derken ölüm gelip çatar ve bunları hazırlıksız olarak yakalar. Pişman olurlar ama bu pişmanlık bir fayda vermez. İşte:
إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَافَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي:
“Beni anmak için namazı dosdoğru kıl” (TAHA SURESİ – 14. AYET) ayeti, namazın bu hikmetine işaret etmektedir.
Hiç şüphe yok ki namaz, Cenab-ı Hakk’ı anmak için kılınır. Bu, yalnız namazın değil, diğer ibadetlerin de esasını teşkil eder. Daha doğrusu hangi suret ve biçimde olursa olsun, Allah’ı anmak, gerçek ibadettir. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْراً كَثِيراً:وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةًوَأَصِيلاً:
“Ey müminler, Allah’ı çokça anın, O’nu sabah akşam tesbih edin” (AHZAB SURESİ – 41/42. AYETLER)
Allah’a saygı duyan müminlerin niteliklerinden söz edilirken;
الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَاماً وَقُعُوداًوَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ:
“Onlar ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar ve “Rabbimiz, sen bunu (gökleri ve yeri) boşuna yaratmadın, seni tespih ederiz, bizi cehennem azabından koru.” derler.” (ALİ-İMRAN SURESİ – 191. AYET)
رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ وَإِقَامِ الصَّلَاةِ وَإِيتَاءالزَّكَاةِ يَخَافُونَ يَوْماً تَتَقَلَّبُ فِيهِ الْقُلُوبُ وَالْأَبْصَارُ:
“Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar.” (NUR SURESİ – 37. AYET)
Peygamberimiz (SAV)’in şu Hadis-i Şerifi de Allah’ı anmanın en büyük ibadet olduğunu göstermektedir:
“Ben size yaptıklarınızın en iyisini, Allah katında en çok razı olunan, derecelerinizi en çok yükselten, altın ve gümüşü (Allah yolunda) vermekten daha hayırlı olan ve düşmanlarınızla karşılaşıp da sizin onların boyunlarını vurmanızdan ve onların da sizi şehit etmelerinden daha faziletli bir işi haber veriyim mi? buyurmuş; Ashabın: “Bu hangi iştir?” demeleri üzerine, Peygamberimiz (SAV): “Allah’ı anmaktır.” cevabını vermişlerdir.”
Görülüyor ki, bütün ibadetlerden maksat, Allah’ı anmaktır. Allah’ı anmanın en güzel şekli ise namazdır.
Diğer taraftan insana Allah’ı unutturacak şeylere karşı en çok koruyucu bir siper de yine namazdır. Çünkü belli aralıklarla Allah’ı hatırlayan kimse kötü duygu taşıyamaz. Başkalarına hile ve haksızlık düşünemez. Bir gün, yaptığı her şeyin hesabını Allah’a vereceğini düşünerek ölçülü hareket eder. Böylece namaz insan ruhu üzerinde daha etkili, nefsin heva ve hevesine yönelmesine daha çok engel ve her işte dürüstlüğe daha çok özendiricidir. Kur’an-ı Kerim de şöyle buyurur:
إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءوَالْمُنكَرِ:
“Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (ANKEBUT SURESİ – 45. AYET)
Hiç şüphe yok namazdaki belli hareketler; oturmak, kalkmak, alnı yere koymak, tekbir ve tehlil getirmek, namazın amacını gerçekleştirmeye yetmez. Bunlar namaz için gerekli olmakla beraber, gerçek namazın bunlardan ibaret olduğu söylenemez. Gerçek namaz, ruhu önce Allah’a karşı boyun eğme, yüce yaratıcının huzurunda benliğini silme sonra da Hak ile ilgilenmeye engel her türlü endişe ve kuşkudan sıyrılmadır. Bunun için; Kur’an okuyarak, dua ederek, tekbir ve tehlil getirerek dilini, diğer organlarını meşgul etmek, namaz kılana gereklidir. Bütün bunlarla birlikte Kâinatı yaratan ve yöneten yüce yaratıcının huzurunda bulunduğunu hatırdan çıkarmamasıdır. Bunun içindir ki, namaz kılan, namaz esnasında kimse ile konuşmayacağı gibi namazın rükün ve adabı dışında her hangi namaza aykırı bir harekette de bulunmayacaktır.
2-) NAMAZ DİNİN DİREĞİDİR: İslâm dinini bir binaya benzetecek olursak, namaz da bu binayı ayakta tutan direk demek olur. Binanın ayakta durması direklerle mümkün olduğu gibi dini ayakta tutan da namaz olmuş olur. Bu bakımdan namaz, din binasının en önemli unsurlarından birini oluşturur. Bu unsurun yokluğu bina için büyük bir eksiklik olduğunda şüphe yoktur. Bunun içindir ki, Peygamberimiz (SAV)’in yaptığı son tavsiyelerinden birisi namaz olmuştur.
3-) NAMAZ ERİŞİLEN NİMETLERE KARŞI ALLAH’A BİR TEŞEKKÜRDÜR: İnsan, Allah Teâlâ’nın en değerli yaratığıdır. Allah Teâlâ insanı en güzel şekilde yaratmıştır. Ona, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, faydalı olanı zararlı olandan ayırt edecek akıl vermiştir. Evreni ve evrende olan her şeyi insan için var etmiş ve onun hizmetine vermiştir. Allah Teâlâ’nın verdiği sayılamayacak nimetlere karşılık insan, 0 yüce yaratıcıya teşekkür etmek durumundadır. Bu teşekkür, dil ile olabileceği gibi en güzeli ibadetle olanıdır. İbadetlerin en mükemmeli ise namazdır.
Peygamberimiz (SAV), farz namazlardan başka nafile namaz da kılardı. Çoğu kere geceleri kalkar nafile olarak namaz kılardı. Kendisine:
“Ey Allah'ın Resulü, geçmiş ve gelecek günahlarınızı Cenab-ı Hak bağışladığı halde namaz için bu kadar yorulmanızın sebebi nedir?” diye sorulduğu zaman, Peygamberimiz (SAV): “Allah'a şükreden bir kul olmayayım mı?” şeklindeki cevabı namazın hikmetini en güzel şekilde açıklamaktadır. Eğer insan, Allah’ın verdiği nimetlere -O'na ibadet ederek- şükredecek olursa Allah Teâlâ verdiği nimetleri artıracağını vaat etmektedir.
لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ:
“Eğer şükrederseniz, elbette (nimetlerimi) arttıracağım” (İBRAHİM SURESİ – 7. AYET)
Esasen nankörlük çirkin bir huydur, eriştiği nimetlerin kadrini bilmeyen ve o nimetleri kendisine verene saygı duymayan kimseyi Allah da sevmez, insanlar da sevmezler. Bu kimse bu kötü huyu sebebiyle daha çok nimetlerden mahrum kalır. İşte namaz, insanın böyle çirkin bir huydan arınmasına yardımcı olur.
4-) NAMAZ VAKTİN KIYMETİNİ ÖĞRETİR: Namazlar için belirli vakitler vardır. Namazlar bu vakitlerde kılınır. İlerde bu konuda bilgi verilecektir. Peygamberimiz (SAV) namazın vaktinde kılınmasına büyük önem verirdi. Bir yolculukta Ashap yorulmuş, bir yerde konaklayıp dinlenmek istemişlerdi. Peygamberimiz (SAV), yolculuk şartlarında bile namazı düşünmüş ve: “Korkarım uyuyakalıp namazı kaçırırsınız.” buyurmuştu. Peygamberimiz (SAV)’in müezzini Hz. Bilal (RA): “Ben sizi uyandırırım.” deyince, bu güvence üzerine hep beraber istirahata çekilmişlerdi. Ancak onlar gibi Hz. Bilal (RA) da uyuya kalmış, uyandıklarında güneşin doğduğunu ve sabah namazının vaktini kaçırdıklarını görmüşler, üzülmüşlerdi. Peygamberimiz (SAV), kendilerini uyaracağını söyleyen Hz. Bilal (RA)’a: “Bilal, verdiğin söz ne oldu?” buyurmuş, ona üzüntülerini bildirmişti.
Peygamberimiz (SAV)’in hiç kimseye beddua etme âdeti yoktu. Çünkü O, âlemlere rahmet olarak gönderilmişti. Ancak, Hendek savaşında bir ikindi namazını vaktinde kılma imkânı bulamadığı için kendisine bu fırsatı vermeyen düşmanlarına beddua etmiş: “Güneş batıncaya kadar, bizi ikindi namazını vaktinde kılmaktan alıkoydular. Allah onların kabirlerini ateşle doldursun.” buyurmuş, namazın vaktinde kılınmasının önemine dikkat çekmişti.
Peygamberimiz (SAV)’e,hangi ibadetin daha üstün olduğu sorulduğunda: “Vaktinde kılınan namazdır.” buyurmuştur. Namazı vaktinde kılmanın önemini kavrayan kimse, bunu günlük çalışma hayatına da aktaracak ve her işi vaktinde yapmaya özen gösterecektir. Meşhur bir atasözümüz var: “Vakit, nakittir.” Gerçekten vakit çok kıymetlidir. İnsan her şeyi vakit ve zaman içerisinde kazanır. Nakit ile vakit kazanılmaz. Geçmiş bir zamanı geri getirmek için dünyaları verseniz, geçen zaman geçmiştir, artık geri gelmez.
İşte namaz, insan hayatı için vaktin ne kadar önemli olduğunu öğretir ve her şeyi zamanında ve vaktinde yapma alışkanlığı kazandırır.
5-) NAMAZ İNSANLARIN EŞİT OLDUĞUNU HATIRLATIR: İnsanlar eşit haklara sahip olarak doğarlar. Sosyal ve ekonomik durumları farklı olsa da Allah katında aralarında bir fark yoktur. Ancak görevlerini yapanlarla yapmayanlar elbette eşit değildir. Suçlu ile suçsuzun eşit olacağını kimse söyleyemez.
Namaz; zengini fakiri, âmiri memuru ve her seviyedeki insanı camide yan yana getirir ve insan olarak Allah katında eşit olduklarını, aralarında insan olmak bakımından bir fark olmadığını öğretir.
6-) NAMAZ MÜ’MİNİN MİRACIDIR: Bilindiği üzere mîrac, Peygamberimiz (SAV)’in, hiçbir peygambere nasip olmayan, yüce makamlara yükselmesi ve Allah’ın yüce katına kabul buyrulmasıdır. Bu kabulde Peygamberimiz (SAV),Allah’a hamd ile söze başlamış, sözle, bedenle ve mal ile yapılan ibadetlerin hepsinin Allah’a mahsus olduğunu ifade etmiştir. Allah Teâlâ Peygamberi (SAV)’in bu hamdına karşılık vermiş: “Selâm sana ey peygamber, Allah’ın rahmet ve bereketi üzerine olsun” buyurmuştur. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV), Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve bereketinin yalnız kendisine değil, bütün peygamberlerle, meleklere ve Allah’ın iyi kullarına da ulaşması için; “Allah’ın selâmı bize ve Allah’ın iyi kulları üzerine olsun” diyerek Allah’ın rahmetini genelleştirmiştir. Buna şahit olan melekler de: “Eşhedü en Iâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasülüh” demişler. Allah’tan başka ilâh olmadığını ve Muhammed (SAV)’in O’nun kulu ve peygamberi olduğuna tanıklık etmişlerdir.
İşte mümin namazda her iki rekât başında oturduğunda, sanki mîrac ederek Allah’ın yüce katına kabul buyrulmuş gibi teşehhüt okuyor. Böylece namaz müminin miracı olmuş oluyor. Bu duygu ile kılınan namaz adeta insanın dünya ile irtibatını keserek, onu yüce makamlara yükseltir.
7-) NAMAZ SAĞLIĞI OLUMLU ŞEKİLDE ETKİLER: İslâm dini temizliğe büyük önem vermiş, namazın sahih olabilmesi için beden, elbise ve namaz kılınacak yerin temiz olmasını şart koşmuştur. Namaz kılacak kimsenin abdest alması gereklidir, farzdır. Abdest almak ise günde birkaç kez temizlenmek demektir. Temizlik ise sağlıktır, pek çok hastalıkların sağlık kurallarına uymamaktan meydana geldiği, sağlık kurallarından birinin de temizlik olduğu bilinmektedir.
8-) KIYAMET GÜNÜ İLK SORGU NAMAZDANDIR: İnsanlar öldükten sonra dirilecekler ve Allah’ın huzurunda dünyada yaptıklarının hesabını vereceklerdir. 0 gün ibadetlerden ilk sorgulama namazdan olacaktır.
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur: “Kulun kıyamet gününde, hesabı ilk önce sorulacak ameli namazdır. Eğer namazı dürüst çıkarsa kurtulmuş ve kazanmıştır. Eğer namazı düzgün çıkmazsa kaybetmiştir.”
Hesap gününde insanın, ilk önce namazdan sorguya çekilmesi, namazın ibadetler arasındaki önemini göstermektedir. Esasen günde beş defa insanın, Mevlâ’nın huzuruna çıkmasına vesile olan bir ibadetle hiç bir şeyin mukayese edilemeyeceği açıktır.
9-) NAMAZ GÜNAHLARA KEFFARETTİR: Namaz öyle faziletli bir ibadettir ki, iki namaz arasında işlenen günahların silinmesine vesile olur.
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Beş vakit namaz ve Cuma namazı, namaz vakitleri ve iki Cuma arasında işlenen küçük günahların-büyük günahlar işlenmedikçe- kefaretidir.”
Çünkü Allah’ın emrini yerine getiren kimseden Allah razı olur. Allah kimden razı olursa onun günahlarını bağışlar ve onu cennetine kor.
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:
“Beş vakit namazı Allah Teâlâ (kullarına) farz kılmıştır. Her kim bu beş vakit namazın abdestini güzel alır ve belirlenmiş vakitlerinde onları kılar, rükûlarını, secdelerini ve huşularını tam olarak yaparsa, Allah Teâlâ'nın o kimseyi affedeceğine dair sözü vardır. Kim böyle yapmazsa Allah Teâlâ’nın o kimse hakkında verilmiş bir sözü yoktur, dilerse onu bağışlar dilerse ona azab eder.”
İnsanın Cennet’e girmesine vesile olan ibadetlerin başında namazın geldiğinde şüphe yoktur.
Ebû Hureyre (RA) diyor ki: “Birisi peygamberimiz (SAV)’e gelerek: “Ey Allah’ın Resulü, bana bir amel söyle ki, onu yaptığımda cennete gireyim.” demiş; Peygamberimiz (SAV): “Allah’a ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın; farz olan namazı kılar, farz olan zekâtı verir ve Ramazanda oruç tutarsın.” buyurdu. Adam: “Ruhumu kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bunları yapar, başka bir şey ilâve etmem.” dedi. Ve dönüp gitti. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV): “Cennetlik bir adama bakarak mutlu olmak isteyen kimse bu adama baksın.” buyurdu.
Sonuç olarak, namaz, Allah’ın kesin emridir ve farzdır. İbadetlerin başıdır. Namazdan daha faziletli bir ibadet yoktur. Namazın bu ve daha pek çok faydaları vardır. Namaz, faydalarından dolayı değil, Allah’ın emri olduğu için kılınır. Zaten Allah Teâlâ faydası olmayan bir şeyi emretmez. Allah’ın her emrindeki fayda, insanla ilgilidir. Çünkü Allah her şeyden müstağnidir, hiçbir şeye muhtaç değildir. Hatta hiç kimse Allah’a ibadet etmese O’nun kemal sıfatlarına bir eksiklik gelmez. Başka bir ifade ile ibadetten yararlanan insanın kendisidir. Yaptığı iyi şey onun lehine, yaptığı kötü şey de aleyhinedir. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ:
“Herkesin kazandığı, ya kendi lehinedir yahut aleyhinedir.” (BAKARA SURESİ – 286. AYET)
10-) NAMAZI KILMAMAK BÜYÜK GÜNAHTIR: Namazın, Allah’ın kesin emri olduğunu yukarıda anlatmıştık. Bir kimse farz olduğuna inandığı halde namazı kılmazsa büyük günah işlemiş ve Allah'ın azabını hak etmiş olur. Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:
فَخَلَفَ مِن بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيّا:
“Onların peşinden öyle bir nesil geldi ki bunlar namazı bıraktılar; nefislerinin arzularına uydular. Bu yüzden ilerde azgınlıklarının cezasını çekeceklerdir.” (MERYEM SURESİ – 59. AYET)
Kıyamet günü, cehennemliklere: “Cehennem’e girmenize sebep nedir?” diye sorulduğunda, onların:
يَتَسَاءلُونَ:عَنِ الْمُجْرِمِينَ:مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَر:َقَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ:وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ:وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَائِضِينَ:وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدِّينِ:
“Günahkârların durumunu: “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?” diye Onlar şöyle cevap verirler: Biz namaz kılanlardan değildik, Yoksulu doyurmuyorduk, (Batıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk, Ceza gününü yalanlardık.” (MÜDDESSİR SURESİ – 42/46. AYETLER) diyecekleri Kur’an-ı Kerim’de haber verilmektedir.
Namaz kılmayanın azap edilmeyi hak ettiğine göre, namaz kılmamanın büyük günahlardan olduğu anlaşılmış oluyor.
NAMAZ VAKİTLERİ
Farz olan namazlar için belirlenmiş vakitler vardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
إِنَّ الصَّلاَةَكَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَاباً مَّوْقُوتاً.
“Şüphesiz namaz, müminler üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır.” (NİSA SURESİ – 103. AYET)
Günde; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı olmak üzere beş farz namaz vardır. Her namazın; belirli olan vaktinde kılınması şarttır. Namazın beş vakit ile takdir edilmesi akıl ile bilinen hikmetler açısından şöyle izah edilmiştir:
Hayatın akışında her şey beş aşama geçirir:
BİRİNCİ AŞAMA: Ortaya çıkma aşamasıdır. Örnek olarak insanı ele alalım, doğar, gelişir ve büyür. Bu süreye “BÜYÜME ÇAĞI” denir.
İKİNCİ AŞAMA: Duraklama devridir ki, bu sürede artma ve eksilme olmaz, olduğu gibi kalır. Bu süreye de “GENÇLİK ÇAĞI” denir.
ÜÇÜNCÜ AŞAMA: Bu sürede insanda gizli bir noksanlık yüz göstermeye başlar. Bu aşama, “OLGUNLUK ÇAĞI” dır.
DÖRDÜNCÜ AŞAMA: “YAŞLILIK ÇAĞI” dır ki, insanda bu çağda bir takım noksanlıklar ortaya çıkmaya başlar ve ölünceye kadar gider.
BEŞİNCİ AŞAMA: İnsan öldükten sonra izleri bir süre daha devam eder, daha sonra bu izler de yok olur, ortada adı ve izi kalmaz.
İşte evrende bu beş aşama gerek insan ve gerekse diğer canlı ve bitkilerin hepsi için geçerlidir.
Doğuşuna ve batışına göre güneş de bu beş aşama ile ilgilidir. Doğduğu zaman ki hali, insanın doğduğu zamanki halini andırır. Yavaş yavaş yükselir, ışığı kuvvetlenir, ısısı artar ve nihayet göğün ortasına gelir ve burada kısa da olsa bir duraklama anı geçirir. Sonra inmeye başlar ve hissedilmeyen eksilmelerle yavaş yavaş ikindiye kadar gider. Sonra eksiklikleri gözle görülür hale gelir, ışığı ve ısısı azalır ve hızla batmaya yönelir. Battığında batı ufkunda şafak adı verilen bazı izleri kalır, sonra bu da kaybolur ve evrende sanki güneş yokmuş gibi bir hale gelir.
Herkesin açıkça görebileceği bu durumlar, Allah’tan başka hiçbir gücün hâkim olmayacağı garip işlerden olduğu için yüce Allah bu beş halden her birini bir ilâhi emrin belirtisi kılar her birinde bir namaz farz kılmış ve bu beş vakit namazı her günkü değişimleri belirtip gösteren bir takvim gibi görevleri düzene koyan vakti ve zamanı belli bir farz yapmıştır. Bunun içindir ki müminlerin namazları ne kadar düzenli olursa, durumları da o oranda düzenli olur.
Namaz, hem bir intizam sağlama yolu, hem de rahatlama amacıyla yapılan bir şükran borcudur. Korku halinde kılınırsa umudu, güven halinde kılınırsa neşe ve isteği artırır. (Hak Dini Kur'an Dili, Nisa Süresi 103'üncü ayetin tefsiri)
Hulâsa, namaz, insan için bir temizlik, günahlardan arınma ve huzur kaynağıdır. Bu ibadet sayesinde insan, kendisini yaratan ve üstün yeteneklerle donatan yüce yaratıcıyı unutmaz, O’na olan sevgi ve saygısını ve şükran duygularını ifade imkânı bulur, insan için bundan daha büyük mutluluk olur mu?
Bunun içindir ki, Sevgili Peygamberimiz (SAV) dünya hayatına veda ederken namaza dikkat çekmiş ve Allah hakkı olarak en son onu tavsiye etmiştir.
KAYNAK: DİYANET AYLIK DERGİ