MÜMİNLERİN KUR’AN’DA BELİRTİLEN NİTELİKLERİ - 2
قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ:الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ:وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ:وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَاةِفَاعِلُونَ:وَالَّذِينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَ:إِلَّا عَلَى
أَزْوَاجِهِمْ أوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَإِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُومِينَ:فَمَنِ ابْتَغَى وَرَاء ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْعَادُونَ:وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ:وَالَّذِينَ هُمْ عَلَى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ:أُوْلَئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَ:الَّذِينَ يَرِثُونَالْفِرْدَوْسَ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ:
1-) “Müminler kurtuluşa, mutluluğa ermişlerdir.”
2-) “Onlar ki, huşu içinde namaz kılarlar.”
3-) “Onlar ki, boş ve yararsız şeylerle ilgilenmezler.”
4-) “Onlar ki, zekâtı aksatmaksızın, tam olarak verirler.”
5-) “Onlar ki; edep yerlerini sakınırlar.”
6-) “Onlar yalnız eşleri ve cariyeleri dışında mahrem yerlerini herkesten korurlar. Bu iki durumda ayıplanmaları söz konusu değildir.”
7-) “Bunların ötesine geçmek isteyenler, yasal sınırı aşmış olurlar.”
8-) “Onlar ki, uhdelerine verilen emanetleri korurlar ve sözlerini tutarlar.”
9-) “Onlar ki, namazlarını aksatmaksızın kılarlar.”
10-) “İşte onlar “varis” lerdir.”
11-) “Yani “Firdevs” cennetinin mirasçılarıdırlar, sürekli olarak orada kalacaklardır.”
Bugünkü sohbetimizde müminin Kur’an-ı Kerim’de belirlenen niteliklerinden söz edeceğiz. Allah Teâla Kur'an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekâtı verirler. Onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir. Kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Onlar ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler. İşte asıl bunlar varis olacaklardır. (Evet) Firdevs (Cennetin)’e varis olan bu kimseler orada ebedi kalıcıdırlar.” (MÜ’MİNUN SURESİ – 1–11. AYETLER)
1-) NAMAZLARINDA HUŞU İÇİNDEDİRLER
Namaz, İslam’ın beş esasından biri, imandan sonra en önemli olanıdır. Allah Teâlâ kullarına imandan sonra namazdan daha önemli bir ibadeti farz kılmamıştır. Bunun içindir ki Peygamberimiz (SAV), kulun kıyamet günü ilk önce namaz ibadetinden sorgulanacağını bildirmiştir. Burada sadece namazın kılınmasından değil “huşu” ile kılınmasından söz ediliyor. Huşu, sözlükte sessiz ve sakin durmak, hakka boyun eğmek gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise Allah’ın huzurunda derin bir saygı ile durmak demektir. İslâm âlimlerinden bazıları huşuu kalbe has korku gibi manevî bir hal, bazıları sükûnet içinde olmak gibi organlara ait bir tavır olduğunu söylemişler; bazıları da hem kalp ve hem de bedenle ilgili bir durum olduğunu düşünmüşlerdir. Doğrusu huşu, aslı kalpte, belirtisi bedende olmak üzere ikisini de içinde bulundurur. Kalbe ait tarafı Allah’ın ululuğu karşısında kendi küçüklüğünü göstererek nefsi, hakkın emrine baş eğdirip söz dinlettirecek edep ve saygıdan başka bir şeye yönelmeyecek şekilde kalbin derin bir saygı hissi duymasıdır. Dış görünüşle ilgili yönü de beden organlarında bu duygunun belirlenmesiyle bir sakinlik meydana gelmesi, gözlerinin önüne secde yerine bakıp, sağa, sola, şuna buna bakmamasıdır.
Hz. Aişe (RA) validemiz diyor ki: “Peygamberimiz (SAV)’e, namazda yüzü çevirip bakma hakkında sordum, şu cevabı verdi: “O, bir çalmadır ki, şeytan onu kişinin namazından çalar, kaçar.” Yani şeytan kişinin namaz kılmasına ve kulluk görevini yerine getirmesine engel olamayınca; yaptığı ibadeti, sevap yönünden eksik yapmasına çalışır ve bulduğu bu fırsatı böylece değerlendirmiş olur. Çünkü Peygamberimiz (SAV) “İHSAN” ’ı tarif ederken, “Allah’a, sanki O’nu görüyormuş gibi ibadet etmendir. Eğer sen Allah’ı görmüyorsan O seni görüyor.” buyurmuştur. Allah’ın kendisini gördüğüne inanan kimse O’nun huzurunda dururken başka hiçbir şeyle ilgilenmez; sağa sola, şuna buna iltifat etmez. İşte namaz böyle huşu içinde kılındığı zaman makbul olur ve insanın duygu ve düşünceleri üzerinde etkili olur.
2-) BOŞ VE YARARSIZ ŞEYLERDEN YÜZ ÇEVİRİRLER
İnsanın en kıymetli sermayesi ömrüdür, ne kazanacaksa onunla kazanacaktır. Peygamberimiz (SAV),insanların derin bir gafletle devam edip gideceğini sandığı fakat günün birinde uçup gittiğini görerek aldandığını anladığı iki nimetten söz ederken şöyle buyurur:“İki nimet vardır ki, insanlardan çoğu bu nimetleri değerlendirmekte aldanmıştır: Sağlık, boş vakit.” Müslüman, ömrünün her dilimini iyi değerlendirecek, kârsız geçen her gününün o güzel sermayeden yok edilen bir zarar olduğunu bilecektir. Peygamberimiz (SAV),bu noktaya dikkatimizi çekiyor ve şöyle buyuruyor:“İki günü eşit olan ziyandadır.” Bu hadis-i şerif, Müslüman’ın her gün bir kâr ve gelişme içinde olmasını öğütlemekte, boş ve yararsız şeylerle uğraşmasının zarar olduğunu bildirmektedir. Peygamberimiz (SAV)’in şu hadis-i şerifini de unutmamak lazım. Şöyle buyuruyor: “Boş ve faydasız işleri terk etmek kişinin İslâmiyetinin güzelliğindendir.” İşte müminde bulunması gerekli ikinci özellik, ne kendisine ne ailesine, ne toplumuna, hatta ne insanlığa ve ne de kişinin âhiretine faydası olmayan boş ve yararsız şeylerden yüz çevirmesi ve yararlı olan şeylere yönelmesidir.
3-) ZEKÂTLARINI VERİRLER
Zekât, malî ibadetlerimizdendir ve İslâm’ın beş temel ibadetinden biridir. Müslüman olan, elbette bu temel ibadeti yerine getirir. Allah’ın kendisine verdiği mal varlığının her yıl belli bir miktarını yoksullara, kimsesiz çocuklara vermek suretiyle bu ibadetini yapmış olur ve yapmalıdır. Kur’an-ı Kerim, kazandıklarını Allah yolunda harcamayanlara, Allah hakkını yoksullara vermeyenlerin, acıklı bir azaba uğrayacaklarını bildirmektedir:
وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنفِقُونَهَا فِي سَبِيلِ اللّهِ فَبَشِّرْهُم بِعَذَابٍ أَلِيمٍ:
“Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere can yakıcı bir azabı müjdele.” (TEVBE SURESİ – 34. AYET)
Biz, bir başka konuşmamızda zekâttan söz ettiğimiz için burada aynı şeyleri tekrar edecek değiliz. Ancak zekât vermenin müminin özellikleri arasında bulunduğunu ve malî ibadetlerimizin başında geldiğini, bu ibadeti yapmayan müminlerin sorumlu olacaklarını söylemek yeterli olur.
4-) İFFETLERİNİ KORURLAR
İnsanların bir takım tabii ihtiyaçları vardır. Cinsi ilişki de bunlardan birisidir. Bu ihtiyacın meşru bir şekilde yerine getirilmesi dinimizin emirleri arasındadır. Bunun meşru yolu nikâhtır. Erkekle kadının kendi rızaları ile evlenerek aile kurmalarıdır. Peygamberimiz (SAV):“Gençler! İçinizden evlenmeye gücü yeten evlensin. Zira evlenmek, gözleri (haramdan) daha çok korur, iffeti daha çok muhafaza eder. Gücü yetmeyen kimse ise oruç tutsun. Çünkü orucun şehveti kıran bir özelliği vardır.” buyurmuş ve durumu uygun olanların evlenmelerini tavsiye etmiştir. Kur’an-ı Kerim, bekar olanların evlendirilmeleri ile ilgili şöyle buyuruyor:
وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِن يَكُونُوا فُقَرَاء يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ:وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحاً حَتَّى يُغْنِيَهُمْ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ:
“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi Lutfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lutfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir. Evlenme imkânını bulamayanlar ise, Allah Lutfu ile kendilerini varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar.” (NUR SURESİ – 32–33. AYETLER)
Bekârların evlenmeleri ile ilgilenmemek ve onlara yardımcı olmamak, onların kötü yollara düşmelerine ve toplum için problem olmalarına sebep olur. Toplumda huzurun sağlanması, kötülüklerin yok edilmesi, toplum fertlerinin görevleri arasındadır. Bazı düşüncelerle evlenmemek ise sünnete aykırıdır. Peygamberimiz (SAV), evlenmek istemeyenleri uyarmış ve: “Evlenmek benim sünnetimdir. Benim sünnetimden yüz çeviren ise benden değildir.” buyurmuştur. Bütün bunlar gösteriyor ki, evlenmek, iffetli yaşamaya en büyük yardımcıdır. İffetli yaşamak ise müminin özellikleri arasındadır. İffetsizlik, yani meşru olmayan cinsi ilişki sıhhi, ahlaki hukuki ve sosyal pek çok zararları olan bir kötülük ve günahtır. Dinimiz zinayı en büyük günahlardan saymıştır. Hatta Peygamberimiz (SAV): “Zina eden (mümin) zina ettiği zaman (tam ve olgun) bir mümin olduğu halde zina etmez...” buyurmuş, bu çirkin işi kişinin mümin olduğu halde yapmasının mümkün olmadığını bildirmiştir. Ahlakın en önemli dayanaklarından biri, belki de birincisi, kişinin kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi onun da başkalarına yapmamasıdır. Hatta Peygamberimiz (SAV),bunu olgun imanın şartı saymakta ve: “Hiç biriniz kendiniz için arzu ettiğinizi (din) kardeşiniz için de arzu etmedikçe (kâmil manada) iman etmiş olmaz.” buyurmuştur. Kişi, kendi yakınlarından hiçbir kadının başkaları ile meşru olmayan ilişkide bulunmasını istemez. O halde kendisinin de nikâh bağı olmayan yabancı kadınlarla cinsi ilişkide bulunmaması gerekir.
Ahmed b. Hanbel'in (Allah ona rahmet etsin) Ebu Umame’den olan rivayetinde: “Yeni Müslüman olmuş bir genç Peygamberimiz (SAV)’e gelir ve: “Ey Allah’ın Peygamberi, zina etmeme izin ver, çünkü nefsime hâkim olamıyorum.” der. Orada bulunanlar gence döner ve: “Sus, sus.” derler ve genci susturmaya çalışırlar. Peygamberimiz (SAV),gence dönerek: “Yaklaş.” buyurur. Genç, Peygamberimiz (SAV)’in yanına yaklaşır. Peygamberimiz (SAV): “Otur.” buyurur, genç de oturur. Peygamberimiz (SAV) ile genç arasında şu konuşma geçer: Peygamberimiz (SAV): “Birisi bu işi annenle yaparsa bundan hoşlanır mısın?” buyurur. Genç: “Hayır, vallahi hoşlanmam.” der. Peygamberimiz (SAV): “İnsanlar da senin gibi anneleri ile birilerinin bu işi yapmasından hoşlanmazlar. Kızınla birisi bu işi yaparsa razı olur musun?” “Hayır, vallahi razı olmam.” “İnsanlar da senin gibi, kızlarının başkalarıyla bu işi nikâh bağı olmadan yapmalarına razı olmazlar. Kız kardeşin bir başkası ile bu işi yaparsa razı olur musun?” “Hayır, vallahi razı olmam.” “İnsanlar da senin gibi kız kardeşlerinin böyle bir iş yapmalarına razı olmazlar. Halan böyle bir iş yaparsa, hoş karşılar mısın?” “Hayır, vallahi hoş karşılamam.” “İnsanlar da bunu halaları için hoş karşılamazlar. Teyzen bu işi yaparsa hoş karşılar mısın?” “Hayır, vallahi hoş karşılamam” der. Peygamberimiz (SAV): “Kendin ve yakınların için razı olmadığın bir şeye başkaları için nasıl razı olacaksın.” buyurur ve elini gencin omzuna kor ve ona şöyle dua eder: “Allah’ım, bu gencin günahını bağışla, kalbini bu gibi duygu ve düşüncelerden temizle ve iffetini koru.” Olayı rivayet eden zat diyor ki: “Genç bundan sonra böyle meşru olmayan bir işe iltifat etmemiştir.”
5-) EMANETLERİNE VE AHİTLERİNE RİAYET EDERLER
Hiç şüphe yok ki bir Müslüman’ın en belirgin özelliği güvenilir ve dürüst olmasıdır. Çünkü Peygamberimiz (SAV) ve bütün peygamberler bu özellikleriyle tanınırlar. Hatta peygamberlerde bulunması gerekli sıfatlardan birisi dürüst, diğeri de güvenilir olmaktır. Peygamberler gönderildikleri toplumlara önce bu özelliklerini hatırlatarak:
إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ:
“Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.” demişlerdir. (ŞUARA SURESİ – 125. AYET)
Peygamberlerin,“Ben güvenilir bir peygamberim.” demeleri sözden ibaret değildi. Gerçekten onlar her yönü ile güvenilir kimselerdi. Onların hayatları incelendiği zaman bu husus görülecektir. İslâmiyet’in kısa zamanda ve hızla yayılmış olması, şüphe yok ki, onu tebliğ eden peygamberin yüksek ahlakı ve dürüstlüğü ile ilgilidir. İnsanlar onun dürüstlüğüne ve güvenilir olduğuna inanmasalardı, inançlarından, adet ve geleneklerinden vazgeçerek ona inanır ve etrafında toplanırlar mıydı? İnsanı çevresi ve içinde bulunduğu toplum hangi özelliği sebebiyle güvenilir olarak tanır? Onun yalan konuşmadığını, verdiği sözü tuttuğunu, kimseyi aldatmadığını, kimseye haksızlık yapmadığını ve emanetlerine hıyanet etmediğini gördükleri ve buna şahit oldukları zaman onu güvenilir bulurlar.
İşte Kur’an-ı Kerim de müminlerde bu özelliğin bulunmasını istiyor. Bu konuda peygamberi örnek almalarını söylüyor.
Peygamberimiz (SAV), Müslüman’ın güvenilirliğini ortadan kaldıran dört kötü huya dikkatimizi çekiyor ve şöyle buyuruyor:
“Dört huy vardır ki, bunlar kimde bulunursa, o kimse katıksız münafık olur. Kimde bunlardan bir şey bulunursa -onu bırakıncaya kadar- kendisinde nifaktan bir haslet var demektir. (bunlar:) konuştu mu yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz. Vaat ederse vadinden döner, bir dava ve duruşma esnasında haktan ayrılır.”
Toplumda güven duygusu büyük önem taşır. Bu duygunun toplum fertleri arasında bulunmaması, toplumun birlik ve beraberliğini etkiler. Bu özelliği kaybeden milletin varlığı çöker, huzuru bozulur. Kendilerine kamu görevi ve sorumluluğu verilecek olan kimselerde aranacak özelliklerin başında onların dürüst ve güvenilir olmaları gelir.
Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعاًبَصِيراً:
“Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adaletle hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah, her şeyi bilen ve görendir.” (NİSA SURESİ – 58. AYET)
Mümin verdiği sözde durur. Sözünde durmamak mümine yakışmaz. Hele Allah’ın adını anarak, O’nun adına and içerek verdiği sözde durmaması düşünülemez.
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Allah Teâla buyurdu ki: “Ben kıyamet gününde şu üç çeşit insandan davacıyım: 1) Benim adıma and içer de sonra yemini bozar, verdiği sözü yerine getirmez. 2) Hür bir adamı köle diye satar da aldığı parayı yer. 3) Bir işçi tutar, onu çalıştırır da ücretini vermez.”
Allah adını anarak verilen sözü yerine getirmemek, Allah adına gösterilmesi gerekli olan saygıyı göstermemektir ki, büyük bir suçtur. Hiç şüphesiz bu suçu işleyen kimse en ağır cezayı hak etmiş demektir. Bunun için mümin verdiği sözü tutar. Hele bu sözü Allah adına and içerek vermiş ise artık bir zaruret olmadıkça o sözü tutmaması düşünülemez.
6-) NAMAZLARINI MUHAFAZA EDERLER
Namazın muhafaza edilmesi demek, onu vaktinde usul ve adabına uygun olarak kılmak demektir. Müminlerin nitelikleri sayılırken ilk nitelikleri namaz olduğu gibi son nitelikleri de yine namaz olduğu bildirilmiştir. Birincide namazı derin bir saygı ile kılarlar buyrulmuş, sonunda da, beş vakit namaza özen gösterirler ve bu namazları kendilerine tahsis edilmiş vakitlerinde usul ve adabına uygun olarak kılarlar denmiştir. Namazın bu ayet-i kerimelerde iki defa anılmış olması namazın önemini gösterir. Namazın hem vaktinde ve hem de derin bir saygı ile kılınması istenmektedir. Çünkü namazı aksatmadan vaktinde kılmak ibadetlerin en üstünüdür. Huşu ile kılmak ise kabul edilmesine vesiledir.
İbni Mes’ud (RA) diyor ki: “Peygamberimiz (SAV)’e: “Hangi ameller daha faziletlidir?” diye sordum. Peygamberimiz (SAV): “Vaktinde kılınan namaz.” buyurdu.
Peygamberimiz (SAV)’in son vasiyetinin namaz olması da bunun önemini göstermektedir. İşte bu niteliklere sahip olanların, Firdevs Cenneti ile mükâfatlandırılacakları ayetlerin sonunda belirtilmiştir.
Hz. Ömer (RA) şöyle demiştir: “Peygamberimiz (SAV)’e vahiy geldiği zaman yanında arı uğultusuna benzeyen bir ses duyulurdu. Bir gün yanında olduğumuz halde kendisine vahiy geldi. Bir saat bekledik açıldı, kıbleye döndü ellerini kaldırarak şöyle dua etti: “Allah'ım, bize artır, eksiltme, bizi yükselt alçaltma, bize ver mahrum bırakma, bizi üste çıkar, alta düşürme, bizi razı et ve bizden razı ol.” “Bana on ayet indi. O ayetlerle amel eden cennete girer.” buyurdu ve Müminûn Suresi’nin baş tarafındaki bu on ayeti okudu.” Hz. Aişe (RA) validemize: “Peygamberimizin ahlâkı nasıldı? Diye soruldu. Hz. Aişe (RA): “Allah’ın elçisinin ahlâkı Kur'an idi.” demiş ve bu Müminûn Suresinin başındaki ayetleri okumuş: “İşte Peygamber (SAV)’in ahlâkı böyle idi.” demiştir.
Ne mutlu bu ayet-i kerimelerin gereğini yerine getirenlere ve bu ayetlerde belirtilen nitelikleri taşıyanlara.
Kaynak: Diyanet Aylık Dergi