• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Mi'rac Kandili - 3

MİRAC KANDİLİ

  

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ:

  

     “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.”  (İSRA SURESİ – 1. AYET)

 

     Allah, insanların arasından seçtiği peygamberlerden bir kısmına ruhani ve manevi mi’raclar nasip etmiştir. Hz İbrahim (AS)’a göklerin melekûtunu göstermiş, Hz Musa (AS)’a Tur-u Sina’da tecelli etmiştir. Bunlar birer ruhani m’iractır. Serdar-ı Enbiya olan Hz Peygamber (SAV)’e nasip olan İsra ve Mi’rac, en kâmil şekilde ve cismani olarak vaki olmuştur.

     Mi’rac, zaman ve mekân hudutları dışında cereyan etmiş bulunan ulvi bir tecellidir. Beşer idrakinin üstüne çıkan, sırlarla dolu bir tecellinin en müşahhas misalidir. Mi’racın vukuunda tefsir, hadis, kelam ve tasavvuf âlimleri ittifak halindedir. İzah tarzlarında göze çarpan ayrılıklar, bu ulvi hadisenin kristalize edilmiş elmas gibi çok yönlü ve esrarengiz bir vaka olmasındandır.

     Hz Peygamber (SAV), bir gece Kâbe’nin Hatim kısmında bulunuyordu. Cebrail (AS) gelip Hz Peygamber (SAV)’in göğsünü yardı ve mübarek kalbini zemzemle yıkadı ve içini iman ve hikmetle doldurdu. Bu ameliyatın yapılmasından maksat, Hz Peygamber (SAV)’in ruhunda melekiyet ruhunun her türlü düşünceye galip olması, kutsiyet âleminin ilhamlarına tabi olması ve cemal-i ilahiyi seyretmeye tahammül gösterebilmesi idi.

     M’irac; uyanık olarak şahs-ı Muhammediyeleri ile Mescid-i Haram’dan başladı, ilk vasıta BURAK idi. Nurdan mahiyetini, ışıktan süratini, şimşek manasına gelen BERK’ ten adını alan bu binekle ilgili olarak Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur:

     “Merkep ile katır arasında (bir cüsseye sahip) beyaz bir bineğe bindirildim. Uyluklarında iki kanadı vardı. Bunlarla ayaklarını depretmekte (ve yerden) kaldırmaktaydı.”

     Bu müstesna gecenin şerefli misafirini taşıma bahtiyarlığına erişmenin sevinciyle yerinde duramayan, şahlanan ve nazlanan Burak’a Hz Cebrail (AS): “Muhammed (SAV)’e böyle mi davranacaksın? Allah katında şerefçe ondan daha üstün bulunan bir kimse sana binmemiştir.” deyince, Burak sırılsıklam ter içinde kaldı.

     Burak’ın gidişi, koşmaktan ziyade uçmayı andırıyordu. Gözünün erdiği yere ayağını basıyordu. Bu hızla Beyt-i Makdis’e ulaşınca, enbiyanın bineklerini bağladıkları halkaya Burak’ı bağlayan Hz Peygamber (SAV), mescide girdi. Enbiya orada toplanmış bulunuyordu. Cebrail (AS), Hz Peygamber (SAV)’i ön tarafa geçirdi. İmam olarak bütün enbiyaya namaz kıldırdı. Bundan sonra Hz Cebrail (AS), şarap ve sütle dolu iki kadeh getirdi. Hz Peygamber (SAV) bunlara dikkatle baktı ve sütü tercih etti. Bunun üzerine Cebrail (AS) şöyle dedi: “Seni fıtrat-ı İslam’a hidayet eden Allah’a hamdolsun. Şayet şarabı almış olsaydınız, ümmetiniz azıtırdı.”

     Mescid-i Aksa, Hz Musa (AS)’dan Hz İsa (AS)’a kadar gelip geçen peygamberlerin ibadetgahı olan ve kendilerine vahiy gelen bir yerdir. Bu kutsal mekân, Hz Peygamber (SAV)’in miracında da yol uğrağı olmuştur. Etrafı nehirler, meyve ağaçları ve çiçeklerle bezenmiş, maddi ve manevi değerlerle süslü bir yerdir. Buraya kadar olan yolculuk, ayet-i kerime ile sabittir. İnkârı, kişiyi dinden çıkarır ve münkirin küfrünü katmerleştirir.

     Mi’rac, bu seyahate adını veren binektir. Ona manevi asansör denilmesi de mümkündür. Mi’rac, bu kutsal yolculuğun ikinci vasıtasıdır. Hz Peygamber (SAV), İsra gecesinde onunla semaya yükseldi. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurmuştur:

     “Mi’rac, gördüğüm şeylerin en güzelidir.”

     Bununla göklere yükselme başlamıştı. Birinci semaya varınca Cebrail (AS) gök kapısını tıklattı. İçeriden: “Kimsiniz?” denildi. Cebrail (AS) cevap verdi: “Cebrail’im (AS)” Soruldu: “Yanındaki kimdir?” Cebrail (AS) cevap verdi: “Muhammed (SAV)’dir.” Soruldu: “Ona, gelsin diye haber gönderildi mi?” Cebrail (AS) cevap verdi: “Evet.” Bunun üzerine sema kapısı açıldı, dünya seması üzerine çıktılar. Hz Peygamber (SAV) müşahede ettiği hususları şöyle anlatıyor:

     “Bir de baktım ki, vazifeli bir melekle bir yerdeyim. Onun beraberinde 70.000 melek bulunmaktadır. Bunlardan her birinin emrinde 100.000 melek vardır.” Hz Peygamber (SAV) bu noktada şu ayeti okumuştur:

 

وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ:

 

     “Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilemez.”   (MÜDDESSİR SURESİ – 31. AYET)

     “Derken Allah’ın yarattığı heyet içinde bir adamla karşılaştım. Kendisine zürriyetinin ruhu arz olunuyordu. Şayet o mü’min bir kimse ise: “Hoş ruh, hoş koku. Onun kitabını İlliyyin’de kılın.” diyor; kâfirin ruhu takdim olunduğu zaman: “Habis ruh, habis koku. Bunun kitabını Siccin’de kılın.” diyordu.”

     “Cebrail (AS)’a: “Bu zat kimdir?” diye sordum. Cebrail (AS) cevap verdi: “Büyükbaban Hz Adem (AS)’dır.Ona selam ver.” Kendisine selam verdim. Bana: “Merhaba Salih peygamber, hoş geldin Salih evlat.” diye mukabele etti.”

     “Sonra bir kavim gördüm ki; dudakları deve dudağı gibi. Bunlara bir takım memurlar müvekkel kılınmış, dudaklarını kesiyorlar ve ağızlarına ateşten bir taş koyuyorlar, o taş aşağılarından çıkıyor. Cebrail (AS)’a sordum: “Bunlar kimlerdir?” Cebrail (AS) cevap verdi: “Bunlar, yetimlerin mallarını zulmen yiyenlerdir.”

     “Sonra bir kavim gördüm. Derilerinden sırım kesiliyor ve ağızlarına tıkılıyor: “Yediğiniz gibi yiyin.” deniliyor. Bu, onlara en iğrenç bir şey oluyor. Cebrail (AS)’a sordum: “Bunlar kimlerdir?” Cebrail (AS) cevap verdi: “Bunlar o hemmaz ve gammazlar ki, halkın etlerini yerler ve sövmekle halkın ırz ve namuslarına taarruz ederler.”

     “Sonra bir baktım ki bir kavim var. Önlerine bir sofra kurulmuş, üzerinde benim gördüğüm etlerin en güzellerinden kebaplar var. Etraflarında da leşler var. Onlar, o güzel etleri bırakıp bu leşleri yemeye başladılar. Cebrail (AS)’a sordum: “Bunlar kimlerdir?” Cebrail (AS) cevap verdi: “Bunlar zina edenlerdir. Allah’ın helal kıldığını bırakırlar da haram kıldığını yerler.”

     “Sonra baktım ki bir kavim var. Karınları evler gibi. Bunlar Al-i Firavun’un yolu üzerinde bulunuyor. Firavun’un aile efradı sabah ve akşam ateşe arz olunurken bunlara uğruyor. O sırada bunlar bir fırlıyor ve karınlarının meyli ile düşüyorlar. Firavun ve ehli de bunları ayaklarıyla çiğniyorlar. Cebrail (AS)’a sordum: “Bunlar kimlerdir?” Cebrail (AS) cevap verdi: “Bunlar faiz yiyenlerdir.”

     “Sonra baktım ki, bir takım kadınlar memelerinden asılmışlar. Bir takım kadınlar da ayaklarından baş aşağı asılmış. Cebrail (AS)’a sordum: “Bunlar kimlerdir?” Cebrail (AS) cevap verdi: “Bunlar zina eden, evlatlarını öldüren kadınlardır.”

     Hz Peygamber (SAV),gördüğü feci bir tabloyu şöyle anlatıyor:

     “Miraca çıkarıldığımda bir topluluğa uğradım. Bakırdan tırnakları vardı. Yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyor ve yaralıyorlardı. Cebrail (AS)’a sordum: “Bunlar kimlerdir?” Cebrail (AS) cevap verdi: “Bunlar halkın etlerini yiyenler, gıybet edenler ve onların ırzlarına tecavüz edenlerdir.”

     Bundan sonra bu yolculuğun üçüncü safhası başladı. Meleklerin kanatları üzerinde ikinci semaya doğru yükselme son bulunca, birinci sema kapısındaki sorular burada da aynen tekerrür etmiş ve verilen cevaplar üzerine kapı açılınca içeri girmişlerdir.

     İkinci semada iki teyze çocuğu olan Hz İsa (AS) ile Hz Yahya (AS)’ı gördü. Hz İsa (AS) orta boylu, kırmızı yüzlü, düz saçlı ve yüzünde benleri bulunan bir zattı. Sima itibarıyla Urve b.Mes’ud (RA)’a benziyordu.

     Üçüncü semada Hz Yusuf (AS) ile karşılaştı. Yüzü dolunay gibi parlıyordu.

     Dördüncü semada Hz İdris (AS) ile, Beşinci semada Hz Harun (AS) ile karşılaştı. Hz Harun (AS) ak saçlı, gür sakallı ve sevimli bir zattı. Altıncı semada Hz Musa (AS) ile karşılaştı. Bu zat uzun boylu, esmer, kıvırcık saçlı, kuru yapılı bir görünüşe sahipti. Yedinci semada Hz İbrahim (AS) ile karşılaştı. Beyt-i Ma’mur’un kapısı önünde bir kürsüye oturmuştu. Hz Peygamber (SAV) bu anı şöyle naklediyor:

     “Bu sahibinize onun kadar benzeyen, bu sahibiniz kadar da ona benzeyen hiçbir adam görmedim.”

     Bundan sonra seyahat, Cebrail (AS)’ın kanatları üzerinde devam etti. Hz Peygamber (SAV) bu safhayı şöyle anlatıyor:

     “Sonra Hz Cebrail (AS) tarafından o kadar yükseltildim ki, kaza ve kaderi yazan kalemlerin cızırtılarını işitmeye başladım. Bundan sonra karşıma SİDRE-İ MÜNTEHA sahası çıktı. Sidr, gökleri ve cennetleri gölgesi altına alacak kadar geniş bir ağaçtır. Yaprakları filkulağı gibi, meyveleri hecir testisi büyüklüğündeydi.”

     MÜNTEHA denilmesi, peygamberlerin ve meleklerin ilmine sınır teşkil etmesi itibarıyladır. Ondan öteye hiçbir kimseye yol verilmemiş, ilmi ve manevi terakkiler ancak oraya kadar ulaşabilmiştir. Hz Peygamber (SAV), Cebrail (AS)’ı asli hilkati üzere gördü. Hz Cebrail (AS)’ın 600 kanadı vardı.

     Buradan öteye “KAB-I KAVSEYN” makamına yolculuk, REFREF ile oldu. Hz Peygamber (SAV), oradan ayrılacağı sırada Cebrail (AS)’a birlikte gelmesini istemişti. Cebrail (AS) şöyle dedi: “Şayet parmak ucu kadar ileri yanaşsam elbette yanardım.”

     Bundan ötesini akıl fikir fehmedecek halde ve mecalde değildir. Allah’ın dilediği yere kadar ulaşan Hz Peygamber (SAV), Allah’ın emir ve vahiylerini vasıtasız olarak telakki buyurdu. Elli vakit namazla emrolundu. Ümmetinin buna takat getiremeyeceğini ileri sürerek indirilmesini ve hafifletilmesini niyaz etmesi üzerine beş vakte indirildi. İslam dininin gelmesiyle birlikte sabah ve akşam namazları farz kılınmıştı. İşte bu mükellefiyet Mi’rac Gecesinde beşe çıkarılmış oldu.

     Hz Peygamber (SAV), Mi’rac seyahatini tamamlayıp o gece tekrar Mekke’ye döndü. Sabahleyin vakayı haber verdiği zaman Kureyş müşrikleri inkâra başladılar. Hz Peygamber (SAV)’in Kudüs’e gitmediğini kesin olarak bildikleri için, Beyt-i Makdis’in nişan ve alametlerinden sormaya başladılar. Hz Peygamber (SAV), bu safhayı şöyle açıklıyor:

     “Beyt-i Makdis’e götürüldüğümü Kureyş yalanlamaya başladığı zaman, Hicr’in üzerinde ayağa kalktım. Allah, Beyt-i Makdis’i bana tecelli ettirdi. Ben ona bakarak onun alametlerini haber veriyordum.”

     Gelişen teknoloji ve ilmi buluşlarla televizyonlarda olayların mahallerini görmek mümkün oluyor da, Allah’ın peygamberini sözünde sadık çıkarmak için böyle bir tecelliyi imkân sahasına çıkarması mümkün olmaz mı? Elbette olur ve olmuştur da…

     Küfr-ü İnadî içinde bocalayan müşrikler, bu açıklamalarla imana yönelmek şöyle dursun, yeni yeni sorular türetiyorlardı. “Haydi bakalım, bizim kervandan haber ver. Onlardan bir şeye tesadüf ettin mi?” dediler. Hz Peygamber (SAV), bu olayı şöyle anlatıyor:

     “Evet, falanların kervanına rastladım. Revha’daydı. Bir deve kaybetmişler, onu arıyorlardı. Yüklerinde bir su kabı vardı. Ben susamıştım, o kabı alıp içindeki suyu içtim ve yerine koydum. Sorun bakalım: Suyu bulmuşlar mı?” Daha sonra bu kervanın sayısını, yüklerini ve heyetlerini sordular. Bu kervan bana temsil ettirildi. Sordukları şeylerden bir bir haber verdim. İçlerinde falan ve filan vardı. Önlerinde karamtrak bir deve üzerinde dikilmiş bir harar olduğu halde falan gün güneş doğarken gelirler dedim.”

     O gün toplanıp beklemeye başladılar. İçlerinden biri: “İşte kervan göründü.” dedi. Hz Peygamber (SAV)’in verdiği haberler aynen doğru çıkmıştı. İmandan nasibi olmayanlar: “Bu apaçık bir sihirdir.” dediler. Yapacak başka bir şey, sorulacak başka bir soru kalmayınca, Hz Ebu Bekir (RA)’a gidip: “Bak, arkadaşın neler söylüyor?” diyerek miracı ona anlattılar. Hz Ebu Bekir (RA): “Bunları O (SAV) söylüyorsa, muhakkak doğrudur.” demiş ve SIDDIK unvanıyla taltif ve tavsif olunmuştur.

     Allah, idrak ettiğimiz Mi’rac kandilini cümlemiz hakkında mübarek ve manevi terakkilere vesile kılsın. Rasülü (SAV)’e nasip ettiği yücelikleri, mi’rac hediyesi olan beş vakit namazda biz ümmetlerine nasip etsin.

 

 

KAYNAK : KÜRSÜDEN MÜMİNLERE VAAZ VE İRŞAT     MEHMET EMRE

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi35
Bugün Toplam988
Toplam Ziyaret5020003
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI