MAUN SURESİ
أَرَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ:فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ:وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ:فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ:الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ:الَّذِينَ هُمْ يُرَاؤُونَ:وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ:
1-) “Dini yalanlayanı gördün mü?”
2-) “İşte o, yetimi itip kakar;”
3-) “Yoksulu doyurmaya teşvik etmez;”
4-) “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki,”
5-) “Onlar namazlarını ciddiye almazlar.”
6-) “Onlar gösteriş yapanlardır,”
7-) “Ve hayra da mâni olurlar.”
SURENİN KAPSADIĞI KONULAR
1-) Ahireti, ikinci hayatı ve orada cereyan edecek hesap, ceza ve mükâfatı yalanlayan müşrikler konu ediliyor.
2-) Ahiret inancından yoksun olanların kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyecekleri, fakirle ilgilenmeyecekleri, yetimi himaye etmeyecekleri, yoksulun karnını doyurmayacakları belirtiliyor.
3-) Namazı ihmal edenler ve zevahiri kurtarmak için onu kılanlar üzerinde durularak gereken uyarı yapılıyor. Gösteriş için namaz kılanlar, ibadet edenler ahiret azabıyla tehdit edilerek dindarlığın samimiyet, iyi niyet ve kalp yatışkanlığı istediğine işarette bulunuluyor.
İNİŞ SEBEBİ
MUKATİL VE KELBİ’YE GÖRE: Bu surenin bir bölümü, ünlü müşrik ve İslam’ın baş düşmanı As b.Vail es-Sehmi hakkında inmiştir.
İBN-İ CÜREYC’E GÖRE: Ebu Süfyan b. Harb, her hafta iki semiz koyun keserdi. Bu sırada bir yetim ona gelip biraz et istedi. O ise elindeki değnekle onu itip kaktı. Bu sebeple ilgili ayetler indi.
SÜYUTİ’NİN TESBİTİNE GÖRE: Mü’minlere gösteriş olsun diye namaza duran ve müminlerden uzak kalınca da namazı terk eden münafıklar hakkında inmiştir.
RİYANIN GERÇEK ANLAMI
Riyanın gerçek anlamı, yapılan ibadetle dünyalığı istemek ve insanların kalbinde anılmaya değer bir yer tutmaktır. RİYANIN BİRKAÇ DERECESİ VARDIR:
A-) Güzel bir görünüm sağlamaya yönelerek bununla insanlar üzerinde kendi lehine bir tesir uyandırmayı düşünmek.
B-) Yıkanıp aklaştırılmış bezden ve bir de kalınca sert yünden elbise giymek ve böylece dünyaya karşı ilgisiz bulunduğunu göstermeye çalışmak, iyi bir zühd sahibi olduğu imajını vermek.
C-) Dil ile riyada bulunmaya özenmek, dünya ehline karşı buğz ettiğini sözleriyle izhar etmek; aynı zamanda vaaz-ü nasihatte bulunurken, sık sık kaçırdığı hayır ve taata yanarak derin bir pişmanlık duyduğunu tekrarlamak.
D-) Namaz, zekât, sadaka ve benzeri ibadetleri insanlar görsün de takdir etsin diye aleni olarak yerine getirmek ve cemaat arasında iken namazı itinayla kılmak, yalnız başına kalınca ya terk etmek ya da laubali bir tavırla kılmak bu derecelerden bir kaçıdır.
SONUÇ OLARAK: Yapılan her ibadet, her hayır ve iyilik, insanların övgü ve takdirini kazanmayı düşünmek riyadır ve derin gaflettir.
HESAP GÜNÜNÜ İNKÂR EDİP YALANLAMAK
Dini, yani hesap ve ceza gününü ret ve inkâr edip bu bilgiyi verenleri yalanlayan müşrikler ve münafıklar kınanıyor. Ancak bu ayeti iki farklı şekilde yorumlayanlar olmuştur:
A-)İBN-İ ABBAS (RA)’A GÖRE: “Bundan maksat, Allah’ın hükmünü yalanlayan kimsedir.”
B-)İBN-İ CÜREYC’E GÖRE: “Ahireti ve ondaki hesap ve cezayı yalanlayan kimse söz konusudur.”
İMAM KURTUBİ, bu ikinci yorumu tercih ederek şöyle demiştir: “Ahiret gününü ve o günde cereyan edecek ceza ve hesabı yalanlayan kimse kastediliyor.”
AHİRET GÜNÜNE İMAN, DÜNYA HAYATINA DÜZEN SAĞLAR
Şüphesiz Allah’a ve ahiret gününe dosdoğru iman, hayatımızın denge ve düzenini sağlayan en kuvvetli manevi müeyyidedir. Ancak bu, kelimenin dar kalıbında kalan ve sadece korku salan bir aldatmaca değil, ilahi düzenleme ve programlamanın gereği ve ikinci hayatın mutlaka gerçekleşeceğinin yönlendirici bilgileridir. Zira Allah, abesle iştigal etmez, kimseleri kelime oyunlarıyla aldatmaz ve kuru vaatlerde bulunmaz. O, mutlak surette Alim ve Hakim’dir: Her şeyi en iyi bilen ve her olay ve konuyu hikmetle vücuda getirendir. Söz ve hüküm O’nun katında değişmez.
Hem dünya hayatı bizatihi ahiret hayatının lüzumunu ortaya koymakta ve bu iki hayatın birbirini tamamladığı bütün hikmet ve amacıyla kendini göstermektedir. Öyle ki, insanı canlılar arasında, kudretinin harika eseri olarak yaratan ve yerle gökteki nimetleri onun için önceden hazırlayıp istifade edilir duruma getiren Allah, onu bu kadar aziz ve değerli yarattıktan sonra yalnız kısacık dünya hayatıyla ona iltifatta bulunmaz; bunu onun olgunlaşmasına, yaşama zevkini ve hikmetini alıp kavramasına, nimetlerin kıymetini bilmesine ve hepsinin üstünde Allah’ı bilip ibadet etmesine vesile kılıp onu sonsuz, kalıcı bir hayata iletmekle nimetini tamamlar.
Gerçek bu olunca Allah, ahireti ve ondaki hesap ve cezayı yönlendirici müeyyide olarak karşımıza koymakta ve bize tam bir sorumluluk yükleyerek gayesiz, amaçsız, hikmetsiz ve neticesiz yaratılmadığımızı öğretmektedir. Bu inanç ve sorumluluk duygusundan nasibini almamış inkârcı maddecilerin tavır ve tutumunu, onlarda yer eden anlayışsızlık ve sorumsuzluk düzeyinde iki olayla açıklamaktadır:
1-) Öylesi, yetimi itip kakar.
2-) Yoksula yedirmeyi, (onu besleyip eğitmeyi) teşvik etmez.
Aslında sözü edilen maddeci inkârcıların birçok kötü vasıfları ve sorumsuzlukları vardır; ama toplum ve ülkenin sosyal yanıyla, geleceğiyle yakından ilgili bulunan iki zayıfa karşı onların ilgisizliğini, her bakımdan toplumun ve ülkenin geleceğinden yana en küçük bir sorumluluk duymadıklarını göstermekte ve bir insanı besleyip eğitmenin, öğretip yararlı çizgiye getirmenin ne kadar büyük bir sevap ve fazilet olduğundan gafil bulunduklarını ispatlamaktadır.
NAMAZDAN GAFLET EDENLER
:الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ: فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ
4-) Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, 5-) Onlar namazlarını ciddiye almazlar.
Ayette kelime konumu itibarıyla bir incelik söz konusudur:
(عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ) denilmiş, ama (فى صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ) denilmemiştir. Yani SALÂT kelimesinin başına AN edatı konulmuş ama Fİ edatı konulmamıştır. Zira Fİ edatı konulmuş olsaydı, daha çok namazlarında yanılan müminler kastedilmiş olurdu ki, o durumda ayet büyük bir korku ve sıkıntı havası estirmiş olurdu. Öyle ki, namazda yanılan, gaflet eden mümin uhrevi azapla tehdit edilmiş olurdu. Oysa başta Hz Peygamber (SAV) ve yakın arkadaşları olmak üzere hemen her müminin namazda yanılabileceği söylenebilir ve bu mümkündür. Bu bakımdan Allah bu tarz yanılmayı değil, namazdan gaflet edip onu vaktinde kılmayan, kıldığı zaman da laubali davranan ve aynı zamanda gösteriş olsun diye kılan gafillerin bu sakat düşünce ve tutumunu konu ederek AN SALATİHİM buyurmuştur.
Nitekim İbni Abbas (RA) diyor ki: “Eğer, Fİ SALATİHİM denilseydi, ayet müminler hakkında çok korkutucu bir tehdit ifade ederdi.”
Ata diyor ki: “Allah’a hamdolsun ki AN SALATİHİM buyurmuş ta Fİ SALATİHİM buyurmamıştır.”
Bu bakımdan namazdan gaflet konusu geniş yorum isteyen bir anlatım tarzı olarak müfessirlerin görüş izhar etmesine sebep olmuştur. Buradaki gafletin, namazda meydana gelecek yanılma olmadığı kesindir. Namazdan gaflet edenler söz konusu olduğuna göre, o gafiller kimlerdir? Bunu dört şekilde yorumlayanlar şöyle bir sıralamada bulunmuşlardır:
1-) Namazı vaktinde kılmayıp, onu vaktin dışına çıkaranlar.
2-) Müminlerin yanında, cemaat arasında namaza özen gösterip, yalnız başlarına kalınca kılmayan veya laubali bir davranış içinde kılan münafıklar.
3-) Namaza karşı uyuşuk davranıp gönül zevki ve yatışkanlığıyla kılmayanlar.
4-) Kılıp kılmamayı eşit sayıp namaz ciddi ilgi duymayanlar.
GAFLET EDENLERİ DİKKAT ÇEKİCİ İKİ VASFI
Şüphesiz namazı gösteriş olsun diye kılıp ibadetin ve Allah’a kul olmanın zevk ve heyecanından mahrum olanların birçok kötü yanları ve vasıfları vardır. Allah hemen o vasıfların hepsini kapsar anlamda onların daha çok iki dikkat çekici tavrından söz etmektedir:
1-) Durmadan gösteriş yaparlar.
2-) Zekâtı ve eğreti de olsa alet ve edevatı (komşusuna, muhtaca) vermezler.
Başkaları görüp beğensin, beni takdir etsin diye yapılan ibadet münafıklığın ve sahte bir insan olmanın ilk belirtisidir. Aynı zamanda İslam’ı içinden yıkmaya yönelik düşünce ve niyetin; Müslümanları aldatmanın alameti sayılır. Bunun için İslam Fakihleri ve Ahlakçıları, ticaretle uğraşan Müslümanların kendi dükkânlarında, iş yerlerinde tesbih çekmelerini, nafile namaz kılmalarını uygun görmemişlerdir. Zira bu gibi davranışlar, müşteri çekmeye, onu aldatmaya müsaittir. Münafıklar ve büyük şehirlerde yaşayan gayri Müslimler de bu gibi hareketlerde bulunabilirler. Böylece Müslüman cemaatin birbirine güveni sarsılabilir.
Günümüzde de belli çevreyi kendilerine bağlayıp inandırmak, art niyetini gerçekleştirmek için ibadet edenler, dillerinde din, Allah, Kur’an, ahiret sözünü düşürmeyenler eksik değildir. Gerçek müminlerin böylelerine dikkat etmesi gerekir. Şöyle ki: Bu tiplerin sözleriyle günlük yaşayışları arasında ciddi bir bağlantının bulunup bulunmadığını hesaba katmaları, aldatılma payını asgariye düşürebilir. Tarih boyunca müminleri, yani İslam cemaatini en çok aldatıp istismar edenler de bu mürai tiplerdir. Bu bakımdan Allah, özellikle onların bu karakterleri üzerinde durmaktadır. Nitekim Hz Peygamber (SAV) ile ashabının, Medine’li münafıklardan, mürailerden neler çektiklerini siyercilerin tespitlerinden öğrenmekteyiz.
Ayrıca bu mürai münafıkların ikinci kötü vasfı, zekât ve sadaka vermemeleridir. Çoğu komşuluk haklarını gözetmezler. Bir çıkar beledikleri sürece yapmacık dostluk izhar ederler ve iyi görünmeye çalışırlar. Böyle bir çıkar söz konusu olmadığı zaman komşularına eğreti olarak bir el aleti dahi vermekten kaçınırlar. Komşuları ve yakınları ikbal basamaklarında yükseldikçe bunlar onların en samimi dostları ve sıcak yakınları gibi davranırlar. Onlar ikbal basamaklarından aşağı inmeye başladıkları zaman, bunlar artık onlara yüzlerini değil arkalarını dönerler.
Medine’li nifakçıların önde gelenlerinden Abdullah b. Übey b. Selül öyle değil miydi? Müslümanların ileri gelen şahsiyetleriyle karşılaştığı zaman onlara sıcak ilgi gösterip över ve yanlarından ayrılıp kendi yandaşlarıyla buluşunca: “Onları pohpohlayıp aldatmayı beceriyorum değil mi?” diyerek gülüşürlerdi. Allah, Bakara Suresi’nde onların bu tutum ve davranışlarını anlatırken şöyle buyurur:
وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ:يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ:فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاًوَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ:
8-) “İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde “Allah’a ve ahiret gününe inandık.”derler.
9-) “Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve müminleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.”
10-) “Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır.”
وَإِذَا لَقُواْالَّذِينَ آمَنُواْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ إِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُواْ إِنَّامَعَكْمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ:
14-) “(Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit “(Biz de) iman ettik” derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile baş başa kaldıklarında ise: “Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz.” derler.
KAYNAK : İLMİN IŞIĞINDA ASRIN KUR’AN TEFSİRİ CELAL YILDIRIM