Mümin ve Emanet Bilinci
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَاالْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاً
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insanoğlu yüklendi. O gerçekten çok zalim ve cahildir.”[1]
Yüce Yaradan’ın “İslam” diye isimlendirdiği Tevhid inancının en önemli ilkesi imandır, emanettir. Allah en güzel şekilde yarattığı insana emaneti yüklemiş ve yeryüzündeki halifesi ilan ederek dünyayı imar ve inşa ile görevlendirmiştir. Allah’ın elçileri ve onlara tabi olanlar müstesna, bunlar dışındaki herkes, bu sorumluluklarını ihmal edip cüz’î iradelerini istismar ederek emanetten yüz çevirmişler hatta ihanet etmişlerdir.
Günümüz dünyasının en temel sorunu emanete riayet etmeme sorunudur. Emanetçisi olduğu her şeyin sahibi olduğunu zannedenlerin daha çok güç ve daha fazla servet edinme hırsıyla hareket etmeleri sebebiyle canlı cansız her şey bu ihanetten nasibini almaktadır. Tonlarca bombaların sebep olduğu enkazlardan çıkarılan körpecik bebekler, can emanetini korumak için yollara düşüp denizlerin azgın sularında kaybolan hayatlar, hep emanete ihanetin eseridir.
Oysa emanet bilincine erenler, hiç kimseye ihanet etmez. Ahdine vefasızlık göstermez. Emanet bilincine ermiş kimse; ne haksızlık eder, ne hak yer, ne de hakkını yedirir. Cehalet ve zulmetin gafletinden sıyrılarak iman ve İslam’ın aydınlığında istikametini bulur. Başta kendi ruhu ve bedeni olmak üzere emanetçisi olduğu hiçbir şey karşısında gaflete düşmez, hiçbir emanete nankörlük etmez, hiçbir ihanet karşısında da sağır ve dilsiz olmaz. Çünkü kâmil bir imanın tezahürü olan emanet bilinci; insanı insan yapar ve insan kalmasını sağlayarak Allah’ın Halifesi olma şerefine/makamına ulaştırır.
İman, Kalbin Amelidir
Güvenmek ve samimiyetle inanmak anlamına gelen iman; Allah’ın varlığına, birliğine ve üstün sıfatlara sahip, eksik sıfatlardan uzak bulunduğuna, canlı cansız her şeyin Allah tarafından yaratıldığına inanmak ve bu doğrultuda yaşamak demektir. İman, kalbin bir amelidir. Ancak dil ve bütün organların amelleriyle tezahür eder.
İnsanın iyi olması kalbine, kalbin iyi olması ise, imana bağlıdır. Çünkü bütün hakikatlerin başı imandır. Selamet ve emniyet imandadır. İyi de olsa hiçbir amel, iman olmadıkça sahibine fayda vermeyecektir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَٓائِه۪ فَحَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَلَا نُق۪يمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَزْنًا
“Onlar, Rab’lerinin ayetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkar eden, böylece amelleri boşa çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir.”[2]
Sorguda bakılacak ilk şey, hiç şüphesiz kalbin ameli olan imandır. Bu anlamda iman büyük bir nimettir. İmanın ne olduğu sorusunun en net cevabı Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir:
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ اَمَنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ فِى سَبِيلِ اللهِ اُولَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
“İman edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.”[3]
Mü’min, Güven ve Sadakatin Tecelli Ettiği Kimsedir
Esmaü’l-Hüsna’dan biri olan el-Mü’min, Allah’ın bir ismidir. Allah için kullanıldığında bu isim şu anlamlara gelir: Allah’ın emin olması, sözünde sadık olup vaadinden dönmemesi, mahlûkatını korkulardan emin kılması ve onları güven içinde yaşatması, kullarına iman nurunu vermesi ve onları mümin yapması.
İnsanların mümin olması ise, Allahın el-Mümin isminin kullarında tecelli etmesidir. Dolayısıyla mümin kişi, Allah’a inanan, O’na güvenen ve herkese güven veren demektir. Müminlerin emin olup, sözlerinde sadık ve güvenilir olmaları Allah’ın bu isminin kullarındaki tecellisidir. Tam anlamıyla iman etmiş kişiye mümin denir. İmanını Kelime-i Tevhit ve Kelime-i Şahadetle tescilleyen mümin; sadakat, vefa, emanet, güven ve sorumluluk abidesidir.
Emanet, İmanın Tezahürü ve Müminin Şiarıdır
“İman” ve “emanet” kelimelerinin aynı kökten gelmekte oluşu bile emanet konusunun İslam nazarında ne denli önemli bir yeri olduğunun işaretidir.
Emanet, Arapça bir kelime olup “EMN” kökünden gelen “korku ve endişelerden güvende olmak, emin olmak” anlamında bir mastardır. Emanet kelimesi, “güvenilir olmak” anlamında “hıyanetin” zıt anlamlısı olarak da kullanılmaktadır.
Diğer taraftan kişinin ailesine, milletine, içinde bulunduğu topluma hatta bütün insanlığa karşı görev ve sorumluluk hissi taşıması da “emanet” kelimesiyle ifade edilmektedir.
Bu sebeple Peygamberlerin sıfatlarından birisi de “emanet”tir. Bu sıfat peygamberlerin her yönü ile güvenilir olduklarını ve Allah’tan aldıkları emaneti sorumluluk bilinciyle yerine ulaştırdıklarını ifade eder. Esasen insanların güvenmediği bir kimsenin peygamber olarak görevlendirilmesi zaten düşünülemez. Çünkü peygamber, Allah ile kulları arasında bir elçidir. Muteber bir elçide bulunması gereken ilk vasıf hiç şüphesiz güvenilir olmaktır.
Hz. Peygamber’in (sav), peygamberlik görevinden önce bile el-Emin (güvenilir, dürüst insan) olarak anılması çok anlamlıdır. Kendilerini imana (emniyete, emanete sahip çıkmaya) davet eden müşrikler, bu davete uymayıp Hz. Peygamber’e düşman olmalarına rağmen, değerli eşyalarını muhafaza etmesi için emanet olarak ona bırakmaları da son derece manidardır.
Allah, bizlere “mümin” ismini vermekle bizleri bütün nimetlerin emanetçisi konumuna yükselmiştir. Ruh emanettir, can emanettir, ömür emanettir, bilgi emanettir, söz emanettir, vazife emanettir, yetki emanettir… vs. Sadece kendi yakınlarımız değil, bütün insanlar; sadece insanlar değil, bütün canlılar bize emanettir. Hatta ayak bastığımız toprak ve onun bize sunduğu her şey emanettir.
Bu doğrultuda, aklımız, kalbimiz, bedenimiz bizim için bir emanettir. Huzur ve muhabbet ocağı ailemiz ve çocuklarımız bizim için emanettir. Komşularımız ve bütün müminler bize emanettir. Malımız ve servetimiz bize emanettir. İşimiz ve vazifemiz bize emanettir. Bayrağımız, ezanımız ve vatanımız bir emanettir.
Özetle, insanın sorumluluk alanına giren her nimet emanettir. Bu nimetlerin belki en büyükleri de iman, akıl, ruh ve dinimiz İslam’dır. Bize düşen, kelime-i şahadetle Allah’a verdiğimiz ahdimize sahip çıkmak ve imanımıza ihanet etmemektir. Her konuda emanet bilinciyle hareket ederek nankörlük ve hıyanetten uzak kalmaktır. Emaneti yüklenmek büyük bir sorumluluktur. Sorumluluk alan kimse de; taşıdığı sorumluluğun bilinciyle hareket etmek zorundadır. Bizlere düşen, bu emanetleri muhafaza etmek ve bunlar vesilesiyle Allah’ın rızasına kavuşmaktır.
Emanet Müminin, Hıyanet Münafığın Alametidir
وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ
“O müminler ki, emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.”[4]
Peygamberimiz de emanete hıyaneti nifak belirtisi sayarak şöyle buyurmuştur:
"Emaneti olmayanın imanı yoktur. (Yani olgun mu’min değildir.)”[5]
“Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”[6]Bu hadisin başka bir rivayetinde ise, “oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mümin zannetse bile”[7] ilavesi yer almaktadır.
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve ona ihanet etmez… Yalan söylemez ve onu zor durumda yüzüstü bırakmaz.”[8]
Nitekim Peygamberimiz (sav): “İki özellik vardır ki bunlar müminde huy haline gelmez. Bunlar, hıyanet ve yalandır”[9] buyurmuşlardır.
Hz. Peygamber’in (sav) ümmetine bıraktığı iki emanet ise şu hadis-i şerifte anlatılmaktadır:
“Size iki şey (emanet) bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitab’ı ve Resulünün sünneti.”[10]
Allah’ın emir ve yasaklarına ve gönderdiği elçilerin sünnet ve tavsiyelerine uymayan kimse yüklendiği bu emanete karşı görevini yapmamış olur. Bu hususta Kur’an şöyle buyurur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْلاَ تَخُونُواْ اللّهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُواْ أَمَانَاتِكُمْ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
“Ey iman edenler! Allah’a ve peygamberine hainlik etmeyiniz ki bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.”[11]
Dinimiz, özü sözü bir, işinde ve ilişkilerinde güvenilir, emanete riayet eden insanlar olmamızı emretmiş ve emanete riayet etmeyeni olgun mümin olarak kabul etmemiştir.
Rabbim bizleri hamili olduğu emanetin hakkını verenlerden eylesin.
[1] Ahzab, 33/72.
[2] Kehf, 18/105.
[3] Hucurat, 49/15.
[4] Müminun, 23/8.
[5] el-Münzirî, et-Tergîb ve´t- Terhîb, c. IV, s. 5.
[6] Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 107-108.
[7] Müslim Îmân 109
[8] Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 58.
[9] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 252.
[10] Muvatta, Kader 3 (2, 899).
[11] Enfal, 8/27.