KURBAN BAYRAMI
إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ:فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ:إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ:
“(Ey Resulüm!) Gerçekten biz sana (Cennetteki Havzı) Kevseri verdik. O halde (buna şükür olarak) namaz kıl ve kurban kesiver. Doğrusu sana (evlatsız, nesli kesik deyip, Ebter deyip) dil uzatanlar, hayâsız nesli kesiklerdir.”
Milletlerin hayatlarında sevinç duyacağı, mutlu olacağı günler ve geceler mevcuttur. Bizim milletimizin de sevinç ve neşe ile geçireceği günler ve geceler vardır. Bayram dediğimiz bu mutlu günlerimizi iki bölümde düşünmemiz gerekir. Bunlardan biri milli günlerimiz, milli bayramlarımız; diğeri de dini bayramlarımızdır. Milli bayramlarımızı milletçe sevinç ve neşeyle geçiririz. Tebrikleşiriz, cadde ve sokaklarımızı al bayrağımızla süsleriz. Yavrularımıza hediyeler alırız, ziyaretler yaparız, müşterek sevincimizi paylaşırız.
Dini bayramlarımız senede iki defa yapılır. Bunlardan biri Ramazan bayramı, diğeri de içinde bulunduğumuz bugün yapacağımız Kurban Bayramıdır. Müslümanlar bu iki bayramı sevinç ve neşe içerisinde geçirirler. Allah’a kul olarak görevini yapmanın verdiği huzur ve neşe, öbür taraftan yine Allah’ın verdiği nimetlere karşı şükür görevini ifa etmenin verdiği sevinç ve neşe… Bu bayramların bizim için çok büyük faydaları vardır. Hem bizleri manen yücelten, makam ve mevki sahibi yapan, hem birbirimize daha çok yaklaştıran ve kaynaştıran, birbirimizin derdine ve sevincine ortak kılan, açları, çıplakları ve yoksulları düşünmeye yönelten; insanların ihtiyacını gidermenin mutluluk vesilesi olacağı şuurunu kazandıran günlerimiz de bizim için bayram günleridir. Konumuzu anlatırken bu konulara yer yer değineceğiz…
Merhum KADİ, bu surenin tefsirini şöyle yapmıştır: “Ey Muhammed (SAV)! Sana Kevseri, (ifrad derecede iyilik, ilim, amel ve iki cihan şerefi) verdik.” Nitekim Peygamberimiz (SAV): “Cennette bir nehir vardır, Rabbim onu bana vaad etti. O’nda birçok hayır vardır. Baldan tatlı, sütten beyaz, buzdan soğuk ve köpükten daha yumuşaktır. Yan duvarları zebercedden, tasları gümüştendir. Bir içen bir daha susamaz.” buyurmuşlardır. Buradaki kevserden maksadın, cennetteki bir havuz veya Peygamberimiz (SAV)’in evlat, aile veya ümmetinin âlimleri veya Kur’an- Kerim olabileceğini söyleyenler de olmuştur.
“Rabbin için namaz kıl.” Çünkü namaz şükrün bütün çeşidini camidir, hepsini içinde toplamıştır. Burada geçen namaz, bayram namazı, nahr ise kurban kesmek olarak tefsir edilmiştir. Hiç bir iyi ameli ve geride kalacak asil nesli olmayan kimse (EBTER), sana kin besleyen (kendisi ebter olan) kimsedir. Sen ebter değilsin, senin neslin ve faziletlerin kıyamete kadar baki kalacaktır. Ahirette ise senin için vasfı mümkün olmayan nimetler vardır.
İslam müfessirleri KEVSER kelimesine birçok anlamlar vermişlerdir:
1-) Kevser, cennette bir nehrin adıdır.
2-) Kevser, cennette bir havuzdur.
3-) Kevser, mahşer yerinde bir havuzdur.
4-) Kevser, Peygamberimiz (SAV)’in sayısız üstünlük ve meziyetleridir.
5-) Kevser, iyi ve güzel ahlaktır.
6-) Kevser, Peygamberimiz (SAV)’in çocukları ve kendisine iman edenlerdir.
7-) Kevser, İslam âlimleridir.
8-) Kevser’den maksat, Kur’an-ı Kerim’dir.
9-) Kevser, Peygamberimiz (SAV)’in kıyamet günü bütün müminlere şefaat etmesidir.
Kevser suresinin nüzul sebebine bakalım: Bir gün As b. Vail, camiye girerken kapıda Peygamberimiz (SAV) ile karşılaştı ve aralarında bir şeyler konuştular. Ardından içeri giren As b.Vail’e, camide bulunan bir gurup Kureyşli, kapıda kiminle konuştuğunu sordular. O da: “O nesli kesilmiş (EBTER) ile konuştuk.” diye cevap verdi.
Peygamberimiz (SAV)’in doğan erkek çocukları yaşamıyordu. İbrahim, Kasım ve Abdullah isimli oğulları kendinden evvel ölmüşlerdi. Bunlardan Kasım, peygamberlikten evvel doğmuş ve yine peygamberlikten evvel ölmüştü. İbrahim de peygamberlikten sonra doğmuş ve küçük yaşta vefat etmiştir. Daha sonra Abdullah vefat edince Peygamberimiz (SAV)’in dünyada erkek evladı kalmamıştır. Bu yüzden Kureyş müşrikleri, Peygamberimiz (SAV)’e Ebter demişlerdir.
İslam’dan önceki devirlerde Araplar, erkek çocuğu olmayanlara bu kötü adı takıyorlar, EBTER diyorlardı. (Sonunda hayırlı evladı kalmayan, zürriyeti kesilmiş, ocağı tütmeyecek, nesli devam etmeyecek kişi…)
As b.Vail’in kendisi hakkında ebter dediğini duyan Peygamberimiz (SAV) büyük bir üzüntüye kapıldı. Bunun üzerine Allah, sevgili Peygamberi (SAV)’i teselli etmek, üzüntüsünü gidermek ve O’nu düşmanlarına karşı savunmak, düşmanların hakaretlerine cevap vermek üzere KEVSER SURESİNİ inzal buyurdu ve şöyle dedi: “Ey Muhammed (SAV)! Doğan erkek çocuklarını yaşatsaydık, ya peygamber olacaklardı ya da olmayacaklardı. Eğer olmazlarsa senin şeref ve haysiyetin kırılacaktı. Eğer Peygamber olsalardı, sen son peygamber olmayacaktın. İşte bu sebeple senin erkek çocuklarını yaşatmadık.
Ey Muhammed! Sakın sana EBTER=NESLİ KESİLMİŞ diyenlere kulak asma. Ben senin adını, kendi adımla yan yana yazdım. Kelime-i Tevhid’de, ezanda, kamette, namazda adlarımız birlikte anılmaktadır. Üstelik sen Kevser sahibisin. Bütün bu şeref ve rütbeler sana yeter. O halde sen nasıl EBTER=NESLİ VE ZÜRRİYETİ KESİLMİŞ olabilirsin?”
Sevgili Peygamberimiz (SAV)’in üç erkek evladı dünyaya gelmiştir. Bunlardan biri Hz Hatice (RA) validemizden olma Kasım’dır. Nübüvvetten evvel doğmuş ve 17 günlükken ölmüştür. Daha sonra yine Hz Hatice (RA) validemizden olma Abdullah dünyaya gelmiş ve çocuk yaştayken Mekke’de vefat etmiştir. Daha sonra da Mısırlı Mariye (RA) validemizden olma İbrahim dünyaya gelmiş, 70 gün yaşadıktan sonra Medine’de vefat etmiştir. Kız çocukları ise hepimizin bildiği gibi Fatıma, Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Rukiye’dir. Hz Fatıma (RA) dışındaki bütün çocukları kendisinden evvel vefat etmişlerdir. Hz Fatıma (RA) ise, babasının vefatından 6 ay sonra vefat etmiştir.
Allah, Peygamberimiz (SAV)’e: “Senin zikrini yücelttim.” buyurmuştur. Yani Nübüvvet ve diğer başka hususlarda Peygamberimiz (SAV)’in ismini yükseltmiştir. Şahadet kelimesinde, ezan ve kamette O’nun ismini kendi ismine eklemiştir. İşte bu bir yüksekliktir.
Hasan b. Sabit şöyle der: “Görmez misin Allah, kulunu bir takım bürhanla gönderdi. Fakat Allah, O’nu o burhanlardan daha üstün kıldı. Kendi isminden birinin yarısını verdi, tecelli etsin diye. Zira O, yan, Arş sahibi olan Allah, Mahmud’dur. Peygamber (SAV) ise Muhammed’dir. Allah, Peygamber (SAV)’in ismini kendi ismime ekledi, müezzin beş defa EŞHEDÜ dediği zaman.”
Ebu Said el-Hudri (RA) rivayet ediyor: Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor: “Cebrail (AS) bana geldi ve dedi ki: Senin ve benim Rabbim olan Allah buyurdu ki: Senin ismini nasıl yücelttim bilir misin? Söyle Ya Muhammed (SAV)!” Peygamberimiz (SAV) şöyle dedi: “Allah bilir.” Allah: “Ben seninle anılırım. Şanı yüce olan Allah ismini, habibinin ismiyle Arş-ı Ala’nın üstüne, cennetin kapısına, bütün ağaçların üstüne ve cennet ehlinin giydiklerine yazdırdı.”
Rivayet olunur ki: “Hz Âdem (AS) cennetten çıkarıldığı zaman Arş-ı Ala’nın ayakları üzerinde Muhammed (SAV)’in isminin Allah’ın ismiyle yazılı olduğunu gördü ve: “Şu isim kimindir Ya Rabbi?” dedi. Allah: “Bu senin en faziletli evladın.” buyurdu. Hz Âdem (AS): “Bu faziletli evladının hürmetine babasını affeyle Allah’ım.” dedi. Allah ta: “Affettim seni, eğer Muhammed (SAV) olmasaydı, seni halk etmeyecektim.” buyurdu.
Bu yaptığımız açıklamalar bize gösteriyor ki, Allah, Peygamberimiz (SAV)’e EBTER diyenlere karşı hem cevap mahiyetinde, hem de Peygamberimiz (SAV)i teselli etmek, üzüntüsünü gidermek maksadıyla KEVSER SURESİNİ inzal buyurmuştur.
İslam dini, Müslümanlara bir yılda iki bayram getirmiştir. Allah anılmadan geçen günler bir kıymet ifade etmediğinden, dini bayramlarımız namazla açılıyor. İlahi hatıraların parladığı nice günler, ulviyet ve asaletleri bakımından sadece şahsi meselelerle iktifa edemezler. Zira imanlı, şuurlu ve duygulu bir insan için hakiki bayram, ebedi istikbal olan ahiret sevinçlerinde, içtimaı saadet günlerinde gizlidir. Bu cihetle, fıtri ve içtimaı en yüksek bir din olan İslam, bayramlarda yardımlaşmayı bir vazife olarak tavsiye etmiştir. Ramazan bayramında fıtır sadakasını, Kurban Bayramında da kurban kesmeyi hali vakti yerinde olan müminlere vacip kılmıştır. İçinde bulunduğumuz Kurban Bayramı, Kurban ibadetiyle mükellef olduğumuz bir gündür. Bugün kesilecek kurbanlarımızdan bütün mü’minler faydalanacak, gülmeyen yüzler gülecek, neşesiz gönüllere huzur dolacak, insanımız birbirine minnet ve şükran duygularıyla yaklaşacak, kardeşlik ruhu, birlik ve beraberlik anlayışı hâkim olacak, sosyal adalet kurulacak, neticede insanlar mutlu ve mesut olacaklardır.
Bu fani günleri bayram yapan sır: Allah sevgisi ve iman lezzetidir. Bugün her varlıklı mü’min, Allah sevgisi ve Allah’a manen yaklaşmak arzusuyla kurban kesmek mecburiyetindedir. Çünkü Peygamberimiz (SAV) bir hadislerinde şöyle buyuruyor:
من وجد سعة ولم يضح فلايقربن مصلانا.
“Bir kimse, kendisinin mali imkânları müsait olup ta kurban kesmezse, namazgâhımıza yaklaşmasın.”
Bu müthiş bir tehdittir. Evet, Allah’ın verdiği mal bolluğu içindeyken, Allah yolunda, Allah’ın rızası için bir kurban kesmeme pintiliğini gösteren müminin İslam topluluğu içinde yeri yoktur. Mü’min kurban kesmekle hem Allah’ın rızasını kazanacak, hem O’na manen yaklaşacak, hem de müminlere bir ikram ve ihsanda bulunmuş olacaktır.
KURBANIN TARİHÇESİ
Kurbanın tarihçesini daha iyi anlamak için Kur’an ayetlerine bakalım:
رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ:فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ:فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ
يَا بُنَيَّ إِنِّي أَرَى فِي الْمَنَامِ أَنِّي أَذْبَحُكَ فَانظُرْ مَاذَا تَرَى قَالَ يَا أَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُ سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ مِنَ الصَّابِرِينَ:فَلَمَّا أَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَبِينِ:وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ:قَدْصَدَّقْتَ الرُّؤْيَا إِنَّا كَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ:إِنَّ هَذَالَهُوَالْبَلَاء الْمُبِينُ.وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظِيمٍ:
“Ey Rabbim bana salihlerden (bir oğul) ihsan et (diye dua etti). Biz de ona çok uysal oğul müjdesini verdik. Artık o (oğul İbrahim’in) yanında koşmak çağına erince (babası): Oğulcağızım! Dedi, ben seni rüyamda boğazlıyor görüyorum. Bak artık sen ne düşünürsün. (Oğlu) dedi: Babacığım sana emredilen emir ne ise yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın. Vaktaki bu suretle ikisi de Allah’ın emrine ram oldular. (İbrahim) oğlunu alnı üzere yıktı. Biz ona: Ya İbrahim! Rüyana sadakat gösterdin. Şüphesiz ki biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız diye nida ettik. Hakikat bu apaçık ve kati bir imtihan idi. (Oğlunu kurban etmeye karşılık ona büyük bir kurbanlık (semiz koç) fidye verdik.” (SAFFAT SURESİ – 100–107. AYETLER)
Hz İbrahim (AS),oğlu Hz İsmail (AS)’ı neden kurban etmek istemişti? Hz İbrahim (AS), Allah’a manen yaklaşmak amacıyla 1000 tane koç,300 sığır, 100 deve kurban kesmişti. Bunun üzerine melekler hayret etmişlerdi. Hz İbrahim (AS) ise: “Hayret edilecek bir şey yok. Biz Allah’a malımızı feda ettiğimiz gibi canımızı da feda ederiz. Can, maldan daha kıymetlidir. Üstelik kimin malını kime feda ediyoruz? Bu mallar benim midir ki, mallarınız sizin midir ki? Elbette malın ve mülkün yegâne sahibi Allah’tır. O halde bize emaneten rızıklanmamız için verilen malı asıl sahibine feda etmişsem, bunda şaşılacak ne var? Değil mal, Allah bana bir evlat verse, onu dahi Rabbimin yoluna feda ederim, kurban keserim.” buyurdu.
Hz İbrahim (AS) elbette Rabbine verdiği sözü yerine getirecekti. Allah Halil’inin makamını bizlere ibret olarak göstermek üzere; O’nu yeni bir imtihana tabi tuttu. Yani: “Bir evladım olsa onu dahi Allah yolunda kurban keserim.” sözünün gerçekleşmesi için ona bir erkek çocuğu verdi.
Allah şöyle buyurdu:“Halil olan İbrahim, bize:
رَبِّ هَبْ لِي مِنَ الصَّالِحِينَ:
“Ya Rabbi! Bana hayırlı bir erkek evlat ver.” diye dua etti. Biz de ona:
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَلِيمٍ:
“Biz de O’na, halim bir erkek evlat tebşir ettik.” diye cevap verdik.
Birkaç yıl sonra, Hz İbrahim (AS)’ın, Hz Hacer’den bir evladı oldu. Bu çocuk, Hz İsmail (AS) idi, Allah’ın, Hz İsmail (AS) için HALİM sıfatını kullanması, Allah emirlerinde babasına karşı serkeş olmayıp, yumuşaklık ve itaat göstereceğinin alametidir. Hz İsmail (AS) hem halim hem de âlim idi. Buradaki âlimden maksat, ilahi sırlara vakıf olan, hayır ve şerri ayırt edebilen ve insanı kurtuluşa götürecek yolun ancak Allah yolu olduğunu bilen kimsedir. İşte Hz İsmail (AS) bu manada, çocukken bile âlimdi.
Hz İbrahim (AS) oğlunu kurban keseceğini vaad etmişti. Aradan zaman geçince bunu unuttu. Hz İsmail (AS) onunla yürüyecek çağa (7 ile 10 yaşlarına) gelince, rüyasında kendisine: “Nezrini yerine getir.” dendi. Bu rüyayı arife gününden bir gün önce yani Terviye günü görmüştü. Terviye gecesi, gördüğü rüyanın Allah tarafından mı şeytan tarafından mı olduğunu tefekkür etti. Bunun için o güne TERVİYE GÜNÜ denir. İkinci gece aynı rüyayı yine gördü. Bu sefer rüyanın Allah tarafından olduğunu anladı. Bu bakımdan o güne de ARİFE GÜNÜ, rüyayı gördüğü yere de ARAFAT denir. Üçüncü gece yine aynı rüyayı görür, rüyasında: “Nezrini yerine getir.” emrini alır. Artık oğlu İsmail’i kesme kararını alır. Bunun için de bu güne NAHR (KURBAN KESME) GÜNÜ denir.
Hz İbrahim (AS), oğlu Hz İsmail (AS) kesmeye götüreceği zaman hanımı Hacer’e şunları söyledi: “İsmail’e güzel elbiselerini giydir, onu bir ziyafete götürüyorum.” Bunun üzerine annesi oğlunu güzelce giydirdi, güzel kokular sürdü, başını güzelce taradı. Hz İbrahim (AS) bir ip, bir bıçak aldı ve Mina istikametine yürümeye başladılar. Bu ayada şeytan onlara musallat oldu. Bu arada İsmail (AS) babasının önünde yürüyordu. Şeytan ise babasını caydırmaya çalışmakla meşguldü. Hz İbrahim (AS)’a şöyle diyordu: “Bu çocuğu nasıl keseceksin? Buna kıyılır mı? Sen bir babasın, nasıl oğlunu keseceksin?” Hz İbrahim (AS) ise tek kelimeyle: “Allah emrettiği için keseceğim.” diyordu. Bundan ümidini kesen Şeytan, Hacer’e gitmişti ve: “Nasıl oturuyorsun? İbrahim oğlunu kesmeye götürdü.” diyordu. Hacer ise: “Yalan söylüyorsun, hiç baba evladını keser mi? Böyle bir şey görülmüş müdür?” diyordu. Şeytan: “O halde bıçakla ipi neden aldı?” deyince, Hacer: “Peki niçin kesecek?” dedi. Bunun üzerine Şeytan: “O zannediyor ki Allah, kendisine bunu emretmiş.” Bunun üzerine Hacer: “Nebiler batıl ile emrolunmazlar, ruhum Allah’ın emrine feda olsun! Oğlum Allah’ın emrine feda olsun.” deyince Şeytan yine ümitsizliğe düştü, meyus ve mükedder oldu. Bu defa da Hz İsmail (AS)’ın yanına geldi ve dedi ki: “Sen oynayıp gülüyorsun, hâlbuki babanın elinde bıçak ve ip var. İple seni bağlayacak ve bıçakla da seni kesecek.” Hz İsmail (AS): “Yalan söylüyorsun, babam beni hiç keser mi?” deyince, Şeytan: “O zannediyor ki, Allah kendisine bunu emretmiş.” dedi. Bunun üzerine Hz İsmail (AS): “İşittim ve Rabbimin emrine itaat ettim.”diyor. Şeytan bunun üzerine yine konuşmak isteyince, Hz İsmail (AS) yerden taş alıyor ve şeytanı taşlıyor. Şeytan perişan olup oradan uzaklaşıyor. Bunun neticesi olarak o mekânda yani bu olayın meydana geldiği MİNA’da hac mevsiminde şeytan taşlamak üzerimize vacip olmuştur. Aynı zamanda Hz İbrahim (AS)’ın sünnetine tabi oluyoruz.
Şeytan taşlama mahallinden Mina’ya vardıklarında Hz İbrahim (AS) oğluna dedi ki: “Yavrum, ben rüyamda görüyorum ki, seni boğazlıyorum. Artık bak ne düşünürsün?” Oğlu O’na: “Babacığım sana ne emrediliyorsa onu yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.” dedi. Oğlundan bu cevabı alan Hz İbrahim (AS) anlıyor ki, Allah duasını kabul etmiştir. Çünkü O: “Allah’ım! Bana Salihlerden bir evlat ver.” diye dua etmişti.
Hz İsmail (AS) babasına şöyle dedi: “Baba, sana bazı vasiyetlerim var. Birincisi, elimi bağlamanı istiyorum ki, çırpınıp sana eziyet etmeyeyim. İkincisi yüzümü yere çevir ki, yüzüme bakıp merhamete gelmeyesin. Üçüncüsü gömleğimi çıkar, kan bulaşmasın, ecrin noksanlaşmasın ve kanlı gömleğimi annem görüp mahzunlaşmasın. Dördüncüsü beni keserken süratli kes, çünkü ölüm acısı şiddetlidir. Beşincisi gömleğimi anneme götür, onunla beni hatırlasın. Kendisine benden selam söyle, sabretsin, Allah’ın emrine teslim olsun. Altıncısı beni nasıl kestiğini ona sakın anlatma. Yedincisi eve çocukları sokma, onun mahzuniyeti yenilenmesin. Benim yaşımda bir çocukla karşılaştığında yüzüne bakma ki üzülmeyesin.”
Bunun üzerine Hz İbrahim (AS) oğluna teşekkür ve dua ediyor, Allah’a hamd-ü senada bulunuyor. Neticede onu kurban kesmesi esnasında Hz İbrahim (AS) soğukkanlılıkla oğlunu düz bir kayaya yatırır. Evden getirdiği keskin bıçağı oğlunun boğazına dayar. Fakat hayret ki bütün gücüyle bastırmasına rağmen bıçak Hz İsmail (AS)’ın boğazını kesmez. Bu duruma canı sıkılan Hz İbrahim (AS) bıçağı taşa çalar, bıçak taşı keser.
Tam bu esnada yanında semiz bir koçla birlikte gökten inen bir meleğin tekbir sesleri duyulur. Hz İbrahim (AS) sese doğru başını çevirir. Gökten inen melek Hz İbrahim (AS)’a, Allah’ın şu emrini iletir: “Ey İbrahim, gerçekten rüyana sadakat gösterdin.” Dünyadaki en sevgili varlığını, Bu varlık, gönlünün süruru biricik evladın İsmail bile olsa Allah yolunda kurban etmekten çekinmeyeceğini yeterince ispat ettin. Hem sen, hem İsmail hem de eşin Hacer Allah’a bağlılığınızın dillere destan olmaya hak kazanan bir örneğini başarıyla sergilediniz.”
Koçu getiren Cebrail (AS): “Allahü ekber, allahü ekber.” derken, Hz İbrahim (AS): “La ilahe ilallahü vallahü ekber.” derken, Hz İsmail (AS) da: “Allahü ekber ve lillahil hamd.” diyordu. Bugün bizler de Kurban keserken onlara uyarak aynı tekbiri getiriyoruz.
Baba-oğulun Allah’a gösterdikleri bu teslimiyete melekler hayret ediyorlar. 1000 koç, 300 sığır ve 100 deve kesmesinin ötesinde oğlunu Allah yolunda kesecek kadar teslimiyet sahibi olduğunu bir kere daha müşahede ediyorlar. Boşuna Allah kendisine HALİLİM dememiştir. Onun gözünde mal ve mülkün hiçbir değeri yoktu. Allah’a kulluk ve Allah yolunda olmak onun niçin kaçınılmaz bir şeydi.
KURBAN KESMENİN FAZİLETİ
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:
من ضحى طيبة لأضحيته كانت له حجابا من النار.
“Kim sevabını kastederek ve arzulayarak kurban keserse o kurban onu cehennem ateşinden korur.”
Kurban kesmekle mü’min bir taraftan Allah’ın emrini yerine getirmiş, O’na manen yaklaşmış olmakta, diğer yandan da kestiği kurbanla cehennem ateşinden korunmuş olmaktadır. Kurbanın akan her kanında, derisinin her kılında mü’min için sevap vardır.
Hz Ali (RA) şöyle diyor: “Kim kurbanlık satın almak üzere evden çıkarsa, onun her adımına Allah on sevap verir, on da günahından mahveder. Derecesine on ilave eder. Hayvanı almak için konuşması tesbih olur, parayı öderken parasının her dirhemi için 700 sevap verilir. Hayvanı yere yatırıp kestiği zaman bütün mahlûkat onun için istiğfarda bulunur. Kanı akıtıldığında her damla kandan Allah on melek yaratıp kıyamete kadar onun için istiğfarda bulunurlar. Eti taksim edip dağıttığında, her lokması için Hz İsmail (AS) evladından bir köle azad etmiş sevabı verilir.”
Peygamberimiz (SAV) Hz Aişe (RA) validemize: “Ey Aişe! Kurbanını takdim et ve onu şahit tut. Yere akan bir damla kanından ötürü Allah senin geçmişteki günahlarını affedecektir.” buyurdu. Hz Aişe (RA): “Ya Rasülallah! Bu yalnız bize mi, yoksa bütün mü’minlere mi mahsustur?” dediğinde, Peygamberimiz (SAV): “Bilakis bize ve bütün mü’minlere.” buyurdu.
Vehb ibni Münebbeh şöyle rivayet eder: “Davut (AS):“Ya Rabbi! Ümmet-i Muhammed’in keseceği kurbanların sevabı nedir?” diye sorduğunda Allah: “O kurbanın vücudundaki her kıla karşılık onlara on hasene vereceğim, on günahını da yok edeceğim; ayrıca on derece yükselteceğim. O kurbanın her kılına karşılık cennette bir saray, hurilerden bir cariye ve bir de bir adımı gözün göreceği en son noktaya varan kanatlı binekler ki, cennet ehli onlara binip istedikleri yere uçarlar. Ya Davut! Bilmez misin ki, kurban kıyamet gününde binek olup bütün belaları kaldıracaktır.” buyurdu.
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:
“Âdemoğlunun amelleri arasında NAHR günü yapılan amellerden Allah’ın katında kan akıtmak kadar sevgili hiçbir amel yoktur. Doğrusu kurbanlık, kıyamet gününde boynuzları, kılları ve bacaklarıyla sapasağlam olarak sahibinin karşısına dikilir. Kurbanın kanı yere akmadan önce Allah’ın indindeki yerine damlar. Onunla nefislerinizi arıtırsınız.”
Bu hadisin tazammun ettiği manaya göre kurban bayramı günü yapılan ibadetlerin en efdali kurban kanı akıtmaktır. Bu kurbanlık kıyamet günü aynen dünyada olduğu gibi hiçbir azası noksan olmadan sahibine iade edilecektir. Her azası için bir sevap verilecek ve sırat köprüsünü geçmek için binek vazifesi yapacaktır.
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:
عظموا ضحايتكم فإنها علىالصراط مطاياكم.
“Kurbanınızı büyük yapınız, zira o sırat köprüsünde binitiniz olacaktır.”
Peygamberimiz (SAV)’den şöyle rivayet edilir:
“Mü’minler kıyamet günü diriltilerek kabirlerinden kalktıklarında, Allah, meleklerine şöyle buyurur: “Ey meleklerim! Sakın kullarımı yaya yürütmeyin. Onları cennet bineklerine bindirin. Çünkü onlar dünyadayken daima bineğe binmişlerdir. Onların bineği ilkin babalarının sulbü, ardından analarının rahmi, dünyaya geldikten sonra emzikten kesilene kadar ana kucağı, sonra baba kolları, büyüyüp gelişince de karada at gibi binek hayvanları, denizde gemiler, havada uçaklardı. Ölünce de mü’minlerin omuzlarında taşıdıkları tabutlarla kabirlerine götürülmüşlerdir. Ey meleklerim! Kabirlerinden kalktıkları bu günde siz onları sakın yaya olarak götürmeyin. Çünkü onlar dünyadayken binek üzerinden hiç inmediler. Şimdi onlara dünyadayken kurban olarak kestikleri koçlarını binek olarak hazırlayın.”
BAYRAMIN SOSYAL YÖNÜ
Bugün mü’minler olarak bayram günümüdür, sevinç günümüzdür. Bugün hepimiz sevinçliyiz. Çünkü sabahın erken saatlerinden itibaren camiye koştuk, Allah’a kulluk ve ibadet yapmaya geldik. Bizi buraya gelmek için hiçbir kuvvet zorlamadı, kendi istek ve arzumuzla geldik. İçimizde durumu ve sosyal durumu değişik olan çeşitli insanlar var. Ama bu camide hepimiz eşit durumdayız, Allah’a kulluk yapma heyecanını duymaktayız. Bu günümüzden daha ulvi bir gün daha düşünülemez. Bayram namazından sonra evlerimize gittiğimizde ana-babalarımızı ziyaret edelim, ellerini öpelim, hal ve hatırlarını soralım, varsa ihtiyaçlarını karşılayalım, hayır dualarını kazanalım. Daha sonra diğer büyüklerimizi, akrabalarımızı, komşularımızı ziyaret edelim, tebrikleşelim, hal-hatır soralım. Bütün müminlerle selamlaşalım. Böylece birbirimize karşı içimizde sevgi ve muhabbet duygusunun mevcudiyetini, bunun zıddı olan buğz ve adavet duygusunun içimizde bulunmadığını göstermiş olalım. Neticede Allah’ın rahmetini ve mağfiretini kazanalım.
Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:
من لقي أخاهفصافحه لطفاومودة لم يتفرقاحتىيغفرلهما.
“Bir kimse din kardeşiyle mülaki olduğunda (karşılaştığında) onunla latif bir muameleyle müsafaha ederse (el sıkışırsa), mağfiret olunmadan birbirlerinden ayrılmazlar.”
Bir başka hadislerinde ise:
“Bir kimse bir Müslüman kardeşinin hacetinde yürürse, ayrıldığı yerden dönünceye kadar Allah ona attığı her adımda 70 sevap yazar ve ondan 70 günah silinir. Eğer o iş onun aracılığıyla görülürse annesinden doğduğu gün gibi günahlarından çıkar. O sırada ölürse hesapsız cennete girer.” buyurur.
O halde bayramlarda yardımlaşalım, birbirimizin ihtiyaçlarını giderelim. Sevincimizi paylaşalım. Özellikle yetimleri ve dulları, biçare ihtiyarları arayıp soralım, ihtiyaçlarını karşılayalım. Gönüllerini alalım, yetimlerin yetim olduklarını unutturacak şekilde hediyelerle gönüllerini alalım. Hastaları ziyaret edelim, geçmiş olsun dileklerinde bulunalım. Unutmayalım ki, hasta ziyareti bizlere büyük sevap kazandırır. Aç olanları bulalım, karınlarını doyuralım, kestiğimiz kurbanların etinden onları da faydalandıralım.
Peygamberimiz (SAV) buyuruyor ki:
ليس المؤمن بالذىيشبع وجاره جآءع إلىجنبه.
“Kendisi doyup ta komşusu aç olan kimse mü’min değildir.”
İşte İslam’da sosyal adalete güzel bir örnek… Bu ifadeyi hiçbir din ve sistemde bulamazsınız. Komşusu aç yatarken, kendisi tok yatanı mü’min saymayan ilahi sistem…
Bu arada bayram bahanesiyle de olsa dargınları barıştıralım. Birlik ve beraberlik ruhunu pekiştirelim. Gönüllerdeki buğz ve adavet duygularının yerini sevgi, saygı ve muhabbet duygularının almasını sağlayalım. Şu gerçeği iyi bilelim ki Peygamberimiz (SAV): “Bize silah çeken bizden değildir ve bizi aldatan da bizden değildir.” buyurmuştur. Mü’min olarak yaşamak, mü’min olarak ölmek bizlerin en büyük ideali değil mi? Bizi bu nimetten alıkoyacak, uzaklaştıracak her türlü davranış ve hareketten kaçınalım…
KAYNAK : MÜ’MİNLERE VAAZ VE İRŞAD MEHMET ALTUNKAYA