KÖTÜ HUYLAR VE DAVRANIŞLAR
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيراً مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضاً أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ:
“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (HUCURAT SURESİ – 12. AYET)
İmtihan yeri olan dünyada insanlar iyi ve güzel şeylerle karşılaşabilecekleri gibi kötü ve çirkin şeylerle de karşılaşabilirler. Her iki halde de insan imtihan halindedir. Öte yandan insan, dünyada iyi veya kötü, hayır veya şer bütün yaptıklarından ahirette sorgulanacaktır. Müslümanların da bu inanç ve bilinç içerisinde olmaları gerekir. Müslüman için kişisel ve toplumsal hayatta iyilik ve kötülüğün ölçüsü ise,
Allah ve Resulü (SAV)’in emir ve yasaklarıdır. Ferde ve topluma zararlı olan davranışlar arasında da su-i zan, dedikodu, arkadan çekiştirme ve gıybet en ön sırada gelir. “Su-i zan”; bir insan hakkında kötü zanda bulunmaktır.
“Dedikodu”; bir insanın gıyabında ileri geri konuşmak, kesin bilgiye dayanmayan ve kişinin aleyhine olan sözler söylemek, insanları çekiştirmektir.
“Gıybet”; bir kişinin gıyabında hoşlanmayacağı şeyleri söylemektir.
Bu davranışları dinimiz yasaklamış ve günah saymıştır. Kur’an ve hadislerde bu huylar ile ilgili şiddetli uyarılar vardır. Zira bu tür davranışların zararı, sahibi ile sınırlı kalmaz aksine toplumu daha fazla etkiler. Dedikodu ve gıybet cinsinden olan davranışlar birden fazla kişiler arasında gerçekleştiğinden, zamanla dalgalanıp toplumun önemli bir kesimine yayılır. Bu da çoğu zaman, taraflar arasında önlenmesi çok güç fitne, kavga ve kalıcı düşmanlıklara yol açar. Böylece bulaşıcı hastalıklar gibi fitne fesadın toplum içerisinde yayılmasına sebep olur. Bu yüzden Yüce Rabbimiz ve Peygamber Efendimiz (SAV), su-i zannı, dedi-kodu ve gıybeti yasaklamış ve Müslümanların bunlardan sakınmalarını istemiştir. Şimdi konuyu ayet ve hadisler ışığında biraz daha açmaya çalışalım.
SU-İ ZAN
Cenabı Hak, konu ile ilgili ayette şöyle buyurmaktadır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيراً مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضاً أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ:
“Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (HUCURAT SURESİ – 12. AYET)
Ayette sû-i zan ve gıybet açıkça yasaklanmakta; sû-i zannın günah, gıybet etmenin ölü bir insanın etini yemek mesabesinde olduğu ifade edilmektedir. Bu itibarla Müslüman kendisiyle aynı inancı paylaşan Müslüman kardeşi hakkında sû-i zan değil hüsn-ü zan beslemelidir. Zira iman, ahlâk ve kardeşlik bunu gerektirir. Müslüman’ın, Müslüman kardeşi hakkında iyi düşünmesi ve ona güvenmesi hem dininin ve hem de insanlığın gereğidir. Ancak bir kişi hakkında iyi düşünmek ve ona güvenmek, onun olumsuz davranışlarına karşı gereken tedbirlerin alınmasına engel teşkil etmez. Bu, herkes için geçerli ve hatta gerekli bir kuraldır. İman sahibi oluşundan dolayı Müslüman kardeşimize güvendiğimiz ve hakkında kötü düşünmediğimiz gibi, nefis sahibi olduğumuzdan dolayı da hiçbirimizin garanti altında olmadığımız da hatırdan çıkarılmamalıdır. Onun için hüsn-ü zan ile tedbir veya bir nebze itimatsızlık birbirine zıt hususlar gibi de düşünülmemelidir. Nitekim Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُواأَن تُصِيبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ:
“Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (HUCURAT SURESİ – 6. AYET)
Müslüman’ın diğer Müslüman kardeşi hakkındaki düşüncesinin ve özellikle hüsn-ü zannının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan şu hadis-i şerif çok dikkat çekicidir:
Abdullah bin Âmr bin el-As (RA) şöyle buyurur: “Ben Hz. Peygamber (SAV)’in Kâbe’yi tavaf ettiğini ve (tavaf esnasında) şöyle söylediğini gördüm.”: “(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin ve senin kokun ne güzeldir. Senin azametine ve senin kutsallığının azametine hayranım. Muhammed’in canı (kudret) elinde olan (Allah)’a yemin ederim ki, müminin hürmeti Allah katında senin hürmetinden şüphesiz daha büyüktür. Müminin malı, kanı ve hakkında hüsn-i zanda bulunma kutsallığı (seninkinden üstündür).”
Bu hadis-i şerifte Peygamberimiz (SAV),Müslüman hakkında hüsn-ü zanda bulunmanın önemini vurgulamaktadır. Zira bir insanın iyi veya kötü olarak bilinmesi aynı zamanda onun şeref ve haysiyeti gibi manevi şahsiyetini teşkil eden hususları da ilgilendirmekte olup, yerine göre en az mal ve can kadar önem kazanmaktadır. Onun için Peygamberimiz (SAV) diğer bir hadis-i şeriflerinde konuyu şöyle ifade buyurmaktadır:
“Ebu Hureyre (RA) anlatıyor: “Rasülüllah (SAV) buyurdular ki: “Zandan sakının, zira zan, sözlerin en yalanıdır…”
Bu hadiste Hz. Peygamber (SAV) su-i zannı, en sevmediği ve yasakladığı davranışlardan olan yalancılıkla ilişkilendirmektedir. Bu da, su-i zannın bir Müslüman için ne kötü bir huy olduğunun açık bir delilidir. Hadisin devamında Peygamberimiz (SAV), zanna ilâve olarak Müslümanları şu konularda uyarmaktadır:
“(Ey Müslümanlar!) Tecessüs etmeyin, haber
koklamayın, (haksız yere) rekabet etmeyin, birbirinizi haset etmeyin, birbirinize kin tutmayın, birbirinize sırt çevirmeyin, Ey Allah’ın kulları! Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez. Kişiye şer olarak Müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her Müslüman’ın diğer Müslüman’a malı, kanı ve ırzı haramdır. Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Takva şuradadır.” Hz Peygamber (SAV) eliyle göğsünü işaret etti. “Sakın ha! Birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun. Bir Müslüman’ın kardeşine, üç günden fazla küsmesi helal olmaz.”
Peygamberimiz (SAV)’in burada özellikle Müslüman’ın ırzı, namusu ve malının dokunulmaz oluşu ile şekillerin, renklerin ve dış görünüşün değil ihlâsın, takvanın ve imanın önemine vurgu yapmıştır. Bu hususun, su-i zan ve gıybet ile ilgisi vardır. Çünkü insanlar genellikle önce kalplerinde birbirleri hakkında su-i zanda bulunur, daha sonra bunun dedikodusunu yaparak arkadan çekiştirirler ve böylece Kur’an-ı Kerim ve hadislerde çok çirkin bir davranış olarak anlatılan gıybet fiilini işlemiş olurlar.
GIYBET
Hz Peygamber (SAV), gıybeti şu şekilde tarif etmektedir:
Ebu Hüreyre (RA)’ın rivayetine göre, Peygamberimiz (SAV): “Gıybet nedir bilir misiniz? Diye sordu. Ashap: “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV): “Kardeşini onun hoşlanmadığı bir vasıf ile zikir ve tavsif etmendir.” buyurmuştur. “Kardeşimde dediğim vasıf varsa ne buyurursunuz?” denilmesi üzerine Peygamberimiz (SAV): “Eğer dediğin sıfat kardeşinde varsa işte o zaman gıybet olur. Yoksa ona bühtan ve iftira etmiş olursun.” buyurmuştur.
Halk arasında bu hadiste de geçtiği gibi, gıybetin bazen yanlış anlaşıldığı ve gerçek olan olayları dile getirmenin gıybet sayılmayacağı düşüncesinin hâkim olduğu görülmektedir. Peygamberimiz (SAV)’in bu hadis-i şerifi, gıybetin ne olduğunu açıkça ortaya koyduğundan böyle bir yanlış anlaşılmaya mahal bırakılmamaktadır. Diğer bir hadisinde gıybet eden insanları bir bakıma kınamakta ve gıybetin Allah tarafından dünyada iken dahi nasıl karşılıksız bırakılmayacağını Peygamberimiz (SAV),şu şekilde ifade etmektedir:
Ebu Berze el-Eslemî (RA), Hz Peygamber (SAV)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Ey dilleriyle iman edip fakat kalbine iman girmemiş olan topluluk! Müslümanların gıybetini yapmayınız, onların ırz ve namuslarının peşine düşüp kusurlarını ortaya koymaya çalışmayınız. Kim Müslümanların kusurlarını araştırıp ortaya çıkarırsa, Allah da onun kusurlarını ortaya çıkarır.
Allah kimin kusurlarını ortaya çıkarmak isterse onu, evinin içerisinde dahi rezil eder.”
Zira beşer ve kul olarak her insanın az çok kusuru vardır. Kusursuz kul olmaz. Önemli olan, insanın kusurlu olduğunun idrakinde olması ve bir an evvel tövbe edip pişman olmasıdır. Yüce Allah ve onun peygamberi (SAV), hatasını gizlemeye çalışan
insanların hatasının ortaya çıkarılmasını istemezler. Onun için Hz Peygamber (SAV),bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını karşılarsa Allah da onun ihtiyacını karşılar. Kim Müslüman’ı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah da onun kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Kim bir Müslüman’ın kusurunu örtüp gizlerse, Allah da Kıyamet günü onun bir kusurunu örtüp gizler.”
Burada Hz. Peygamber (SAV), “Örtme” konusunu mutlak bırakmıştır. Bu sebeple ilim adamları: “Bedenini örtmek, ayıbını örtmek, ihtiyacını gidermek, gıybetini yapmamak suretiyle kusurlarını örtmek vs.” diye her çeşit örtmeyi anlamışlardır. Buna göre, Müslüman’ın diğer Müslüman kardeşlerinin her yönden eksik ve kusurlarını örtmesi, gıybetini yaparak etrafa yaymaması İslâmî bir görevidir. Çünkü Müslüman, Müslüman’a faydalı olur; ona zarar vermez. Bu konuda da Peygamberimiz (SAV)’in ortaya koyduğu ölçüye bakmalıyız:
Peygamberimiz (SAV), bir hadisinde şöyle buyurur:
“(Kamil) Müslüman, diğer Müslümanların dilinden ve elinden zarar görmediği kişidir. (Kamil) mümin de, insanların canları ve malları hususunda kendisinden emin olduğu kişidir.”
Bir insana dil ile verilen zararların başında gıybet gelmektedir. Peygamberimiz (SAV) de bu hadis ile gerek gıybet ederek ve gerek başka türlü, dili ile
Müslümanlara zarar veren, onları arkalarından çekiştirip dedikodularını yapan Müslümanların Allah ve Resulü (SAV) nezdinde diğer Müslümanların faziletine sahip olamayacaklarını çok veciz bir şekilde ifade buyurmuşlardır.
Başka bir hadislerinde Peygamberimiz (SAV), şöyle buyurmaktadır:
“Kim Müslüman kardeşinin ırzını korursa, kıyamet günü Allah, onun yüzünden ateşi çevirir.”
Bu konuda dikkat edilmesi gereken diğer önemli bir husus da şudur: Gerek su-i zan ve özellikle gıybet ve dedikodu, toplum için öyle tehlikeli ve yıkıcı davranışlardır ki, bunları sadece işlememek Müslümanları sorumluluktan kurtarmamaktadır. Özellikle gıybet ve dedikoduyu dinlemek ve yapılmasına seyirci kalmak da Müslüman’ın davranışı değildir. Allah müminin özelliklerini sayarken şöyle buyurur:
وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ:
“Onlar ki, faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler.” (MÜMİNÛN SURESİ – 3. AYET)
Zira Müslüman, diğer bir Müslüman kardeşine herhangi bir şekilde
kötülük yapılmasına seyirci kalamaz. Nitekim Hz. Peygamber (SAV), Müslümanları şu şekilde uyarmaktadır:
“Ebu Said el-Hudri (RA)’ın rivayetine göre: “Mervân bin Hakem, Medine-i Münevvere valisi iken, bir bayram günü minberi (namazgâha) çıkarttı. Sonra bayram namazından önce hutbe okumaya başladı. Bunun üzerine bir adam: “Ya Mervan! Sen sünnete muhalefet ettin. Bugün minberi (Mescidden namazgâha) çıkarttın. Hâlbuki minber (bayram namazı için Mescidden namazgâha) çıkarılmazdı ve sen bayram namazından önce hutbeye başladın. Hâlbuki hutbe bayram namazından önce okunmazdı (namazdan sonra okunurdu.)” dedi. Bunun üzerine Ebu Said el-Hudri (RA): “Bu adam kendisine düşen görevi ifa etti. (Çünkü) ben, Rasülüllah (SAV)’den işittim. O (SAV),buyurdu ki: “Kim bir münkeri (dine, akl-ı selime uygun olmayan bir şeyi) görüp de onu eliyle değiştirmeye gücü yetiyorsa eliyle değiştirsin. Eğer gücü (buna)yetmiyorsa dili ile değiştirsin. (Buna da) gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin ve kalp ile değiştirmek iman (meyvesinin) in en zayıfıdır.”
Sonuç olarak; Müslümanlar arasında su-i zan, dedikodu ve gıybetin yaygınlaşması, toplumsal ve aynı zamanda manevî bir felâket olarak kabul edilmelidir. Zira toplumu ayakta tutan en önemli hususlardan biri birlik ve beraberliktir. Bunu sağlayan en güçlü bağ ise, iman birliğine dayalı sevgi ve bunun sonucu olarak oluşan karşılıklı hak-hukuka saygıdır. Bu İslâmî sevgi bağının ve toplumun birlik ve beraberliğinin en büyük düşmanı toplum fertleri
arasında kin ve nefretin yayılmasıdır. Kin ve nefreti körükleyen ve bunun toplum tabakaları arasında çoğalmasına yol açan en önemli sebeplerin
başında su-i zan, dedikodu ve gıybetin pervasızca yaygınlaştırılması gelir. Bu durum karşısında, her Müslüman, diğer Müslüman kardeşi hakkında su-i zan, dedikodu ve gıybet yapmaması gerektiğini bilmeli ve bunun Müslüman’a ne derece zararlı olduğunu gücünün yettiği; sözünün geçtiği herkese anlatmalıdır.
Müslüman kişi, ancak bu durumda sorumluluğunun gereğini yerine getirmiş, Allah ve Resulü (SAV)’in rızasını kazanmış olur.
KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ