• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Kötü Huylar ve Davranışlar

KÖTÜ HUYLAR VE DAVRANIŞLAR

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيراً مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضاً أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ:

 

     “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü  kardeşinin  etini  yemekten  hoşlanır  mı?  İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz  Allah  tövbeyi  çok  kabul  edendir, çok merhamet edendir.” (HUCURAT SURESİ – 12. AYET)       

 

     İmtihan yeri olan dünyada insanlar iyi ve güzel şeylerle karşılaşabilecekleri gibi kötü ve çirkin şeylerle de karşılaşabilirler. Her iki halde de insan imtihan halindedir. Öte yandan insan, dünyada iyi veya kötü, hayır veya şer bütün yaptıklarından ahirette  sorgulanacaktır. Müslümanların  da  bu inanç ve bilinç içerisinde olmaları gerekir. Müslüman  için  kişisel  ve  toplumsal  hayatta iyilik  ve  kötülüğün  ölçüsü  ise,

Allah  ve  Resulü (SAV)’in  emir ve yasaklarıdır. Ferde ve topluma zararlı olan davranışlar arasında da su-i zan, dedikodu, arkadan çekiştirme ve gıybet en ön sırada gelir. “Su-i zan”; bir insan hakkında kötü zanda bulunmaktır.

     “Dedikodu”; bir  insanın  gıyabında  ileri  geri konuşmak, kesin bilgiye dayanmayan ve  kişinin aleyhine olan sözler söylemek, insanları çekiştirmektir.

     “Gıybet”; bir kişinin gıyabında hoşlanmayacağı şeyleri söylemektir.

     Bu  davranışları  dinimiz  yasaklamış  ve  günah saymıştır. Kur’an ve hadislerde bu huylar ile ilgili şiddetli uyarılar vardır. Zira bu tür davranışların zararı, sahibi ile sınırlı kalmaz aksine toplumu daha fazla etkiler. Dedikodu ve gıybet cinsinden olan davranışlar birden fazla kişiler arasında gerçekleştiğinden, zamanla dalgalanıp toplumun önemli bir kesimine  yayılır. Bu  da  çoğu  zaman, taraflar  arasında önlenmesi çok güç fitne, kavga ve kalıcı düşmanlıklara  yol  açar. Böylece  bulaşıcı  hastalıklar  gibi fitne fesadın  toplum  içerisinde  yayılmasına  sebep olur. Bu yüzden Yüce Rabbimiz ve Peygamber  Efendimiz (SAV), su-i  zannı, dedi-kodu  ve  gıybeti yasaklamış  ve  Müslümanların  bunlardan  sakınmalarını istemiştir. Şimdi konuyu ayet ve hadisler ışığında biraz daha açmaya çalışalım.      

 

SU-İ ZAN

      Cenabı Hak, konu ile ilgili  ayette şöyle buyurmaktadır:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيراً مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضاً أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ:

     “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü  kardeşinin  etini  yemekten  hoşlanır  mı?  İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz  Allah  tövbeyi  çok  kabul  edendir, çok merhamet edendir.” (HUCURAT SURESİ – 12. AYET)       

     Ayette    sû-i  zan  ve  gıybet  açıkça  yasaklanmakta; sû-i  zannın  günah, gıybet  etmenin  ölü bir insanın etini yemek mesabesinde olduğu ifade edilmektedir. Bu itibarla Müslüman kendisiyle aynı  inancı paylaşan Müslüman kardeşi hakkında sû-i zan değil hüsn-ü zan beslemelidir. Zira iman, ahlâk ve kardeşlik bunu gerektirir. Müslüman’ın, Müslüman  kardeşi  hakkında  iyi  düşünmesi ve ona güvenmesi hem dininin ve hem de insanlığın  gereğidir. Ancak  bir  kişi  hakkında  iyi düşünmek   ve   ona   güvenmek,   onun   olumsuz davranışlarına karşı gereken tedbirlerin alınmasına engel teşkil etmez. Bu, herkes için geçerli ve hatta gerekli bir kuraldır. İman sahibi oluşundan dolayı  Müslüman  kardeşimize  güvendiğimiz  ve hakkında kötü düşünmediğimiz gibi, nefis sahibi olduğumuzdan dolayı da hiçbirimizin garanti altında olmadığımız da hatırdan çıkarılmamalıdır. Onun için hüsn-ü zan ile tedbir  veya bir nebze itimatsızlık birbirine zıt hususlar gibi de düşünülmemelidir. Nitekim Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:      

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن جَاءكُمْ فَاسِقٌ بِنَبَأٍ فَتَبَيَّنُواأَن تُصِيبُوا قَوْماً بِجَهَالَةٍ فَتُصْبِحُوا عَلَى مَا فَعَلْتُمْ نَادِمِينَ:

 

     “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.” (HUCURAT SURESİ – 6. AYET)       

     Müslüman’ın diğer Müslüman kardeşi hakkındaki  düşüncesinin  ve  özellikle  hüsn-ü  zannının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan şu hadis-i şerif çok dikkat çekicidir:         

     Abdullah bin Âmr bin el-As (RA)  şöyle buyurur: “Ben Hz. Peygamber (SAV)’in  Kâbe’yi tavaf ettiğini ve (tavaf esnasında) şöyle söylediğini gördüm.”: “(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin ve senin kokun ne güzeldir. Senin azametine ve senin kutsallığının azametine hayranım. Muhammed’in canı (kudret) elinde olan (Allah)’a yemin ederim ki, müminin  hürmeti  Allah  katında  senin  hürmetinden şüphesiz daha büyüktür. Müminin malı, kanı ve hakkında hüsn-i zanda bulunma kutsallığı (seninkinden üstündür).”

     Bu hadis-i şerifte Peygamberimiz (SAV),Müslüman hakkında   hüsn-ü   zanda   bulunmanın   önemini vurgulamaktadır. Zira  bir  insanın  iyi  veya  kötü olarak  bilinmesi  aynı  zamanda  onun  şeref  ve haysiyeti gibi manevi şahsiyetini teşkil eden hususları da ilgilendirmekte olup, yerine göre en az mal  ve  can  kadar  önem  kazanmaktadır. Onun için Peygamberimiz (SAV) diğer bir hadis-i şeriflerinde konuyu şöyle ifade buyurmaktadır:

     “Ebu Hureyre (RA) anlatıyor: “Rasülüllah (SAV) buyurdular ki: “Zandan sakının, zira zan, sözlerin en yalanıdır…”

     Bu  hadiste  Hz. Peygamber  (SAV)  su-i  zannı, en sevmediği ve yasakladığı davranışlardan olan yalancılıkla  ilişkilendirmektedir. Bu  da, su-i  zannın bir Müslüman için ne kötü bir huy olduğunun açık bir delilidir. Hadisin devamında Peygamberimiz (SAV), zanna ilâve olarak Müslümanları şu konularda uyarmaktadır:

     “(Ey Müslümanlar!) Tecessüs etmeyin, haber
koklamayın, (haksız yere) rekabet etmeyin, birbirinizi haset etmeyin, birbirinize kin tutmayın, birbirinize  sırt  çevirmeyin, Ey  Allah’ın  kulları!  Allah’ın  emrettiği  şekilde  kardeş  olun. Müslüman Müslüman’ın  kardeşidir. Ona  zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez. Kişiye şer olarak Müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her Müslüman’ın diğer Müslüman’a malı, kanı ve ırzı haramdır. Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize    bakar. Takva    şuradadır.” Hz Peygamber (SAV)  eliyle  göğsünü  işaret  etti.  “Sakın  ha! Birbirinizin  satışı  üzerine  satış  yapmayın. Ey  Allah’ın kulları! Kardeş olun. Bir Müslüman’ın kardeşine, üç  günden  fazla  küsmesi  helal  olmaz.”   

     Peygamberimiz (SAV)’in   burada   özellikle   Müslüman’ın ırzı, namusu ve malının dokunulmaz oluşu ile şekillerin, renklerin ve dış görünüşün değil ihlâsın, takvanın ve imanın önemine vurgu yapmıştır. Bu  hususun, su-i  zan  ve  gıybet  ile  ilgisi vardır. Çünkü insanlar  genellikle önce kalplerinde birbirleri hakkında su-i zanda bulunur, daha sonra bunun dedikodusunu yaparak arkadan çekiştirirler ve böylece Kur’an-ı Kerim ve hadislerde çok çirkin bir davranış olarak anlatılan gıybet fiilini işlemiş olurlar.  

GIYBET

     Hz Peygamber (SAV), gıybeti şu şekilde tarif etmektedir:  

     Ebu  Hüreyre  (RA)’ın  rivayetine  göre, Peygamberimiz (SAV): “Gıybet nedir bilir misiniz? Diye sordu. Ashap: “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV): “Kardeşini onun hoşlanmadığı bir vasıf ile zikir ve tavsif etmendir.” buyurmuştur. “Kardeşimde dediğim vasıf varsa ne buyurursunuz?” denilmesi üzerine  Peygamberimiz (SAV): “Eğer dediğin sıfat kardeşinde varsa işte o zaman gıybet olur. Yoksa ona bühtan ve iftira etmiş  olursun.” buyurmuştur.  

     Halk arasında bu hadiste de geçtiği gibi, gıybetin   bazen   yanlış   anlaşıldığı   ve   gerçek   olan olayları dile getirmenin gıybet sayılmayacağı düşüncesinin   hâkim   olduğu   görülmektedir. Peygamberimiz (SAV)’in bu hadis-i şerifi, gıybetin ne olduğunu açıkça ortaya koyduğundan böyle bir yanlış anlaşılmaya mahal bırakılmamaktadır. Diğer bir hadisinde gıybet eden insanları bir bakıma kınamakta ve gıybetin  Allah  tarafından  dünyada  iken dahi nasıl karşılıksız bırakılmayacağını Peygamberimiz (SAV),şu şekilde ifade etmektedir:

     Ebu  Berze  el-Eslemî  (RA), Hz Peygamber (SAV)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:      

     “Ey dilleriyle iman edip fakat kalbine iman girmemiş olan  topluluk! Müslümanların  gıybetini yapmayınız, onların  ırz  ve  namuslarının  peşine düşüp  kusurlarını  ortaya  koymaya  çalışmayınız. Kim  Müslümanların  kusurlarını  araştırıp  ortaya çıkarırsa, Allah da onun kusurlarını ortaya çıkarır. 
Allah  kimin  kusurlarını  ortaya  çıkarmak  isterse onu, evinin içerisinde dahi rezil eder.” 

     Zira beşer ve kul olarak her insanın az çok kusuru vardır. Kusursuz kul olmaz. Önemli olan, insanın kusurlu olduğunun idrakinde olması ve bir an evvel tövbe edip pişman olmasıdır. Yüce Allah ve onun peygamberi (SAV), hatasını gizlemeye çalışan
insanların hatasının ortaya çıkarılmasını istemezler. Onun için Hz Peygamber (SAV),bu konuda şöyle buyurmaktadır:

     “Kim  bir  Müslüman  kardeşinin  ihtiyacını karşılarsa  Allah  da  onun  ihtiyacını  karşılar. Kim Müslüman’ı   bir   sıkıntıdan   kurtarırsa, Allah   da onun kıyamet sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Kim bir Müslüman’ın kusurunu örtüp gizlerse, Allah da Kıyamet günü onun bir kusurunu örtüp gizler.”  

Burada  Hz.  Peygamber  (SAV), “Örtme”  konusunu   mutlak   bırakmıştır. Bu   sebeple ilim adamları: “Bedenini örtmek, ayıbını örtmek, ihtiyacını  gidermek, gıybetini  yapmamak suretiyle kusurlarını örtmek vs.” diye her çeşit örtmeyi anlamışlardır. Buna göre, Müslüman’ın diğer Müslüman kardeşlerinin her yönden eksik ve kusurlarını örtmesi, gıybetini yaparak etrafa yaymaması İslâmî  bir  görevidir. Çünkü  Müslüman, Müslüman’a faydalı olur; ona zarar vermez. Bu konuda da   Peygamberimiz (SAV)’in   ortaya   koyduğu   ölçüye bakmalıyız:

     Peygamberimiz (SAV), bir  hadisinde  şöyle buyurur:

      “(Kamil) Müslüman, diğer Müslümanların dilinden ve elinden zarar görmediği kişidir. (Kamil) mümin de, insanların canları ve malları hususunda kendisinden emin olduğu kişidir.”

     Bir insana dil ile verilen zararların başında gıybet gelmektedir. Peygamberimiz (SAV) de bu hadis ile gerek gıybet ederek ve gerek başka türlü, dili ile
Müslümanlara zarar veren, onları arkalarından çekiştirip dedikodularını yapan Müslümanların Allah ve Resulü (SAV) nezdinde diğer Müslümanların faziletine sahip olamayacaklarını çok veciz bir şekilde ifade  buyurmuşlardır. 

     Başka bir hadislerinde Peygamberimiz (SAV), şöyle buyurmaktadır:

       “Kim  Müslüman  kardeşinin  ırzını  korursa, kıyamet günü Allah, onun yüzünden ateşi çevirir.”

     Bu   konuda   dikkat   edilmesi   gereken   diğer önemli bir husus da şudur: Gerek su-i zan ve özellikle gıybet ve dedikodu, toplum için öyle tehlikeli ve yıkıcı davranışlardır ki, bunları sadece işlememek  Müslümanları  sorumluluktan  kurtarmamaktadır. Özellikle gıybet ve dedikoduyu dinlemek ve yapılmasına seyirci kalmak da Müslüman’ın davranışı değildir. Allah müminin özelliklerini sayarken şöyle buyurur:   

وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ:

 

    “Onlar  ki, faydasız  işlerden  ve  boş  sözlerden yüz   çevirirler.”    (MÜMİNÛN SURESİ – 3. AYET)    

     Zira Müslüman, diğer bir Müslüman kardeşine herhangi bir şekilde
kötülük yapılmasına seyirci kalamaz. Nitekim Hz. Peygamber (SAV), Müslümanları şu şekilde uyarmaktadır:

     “Ebu   Said   el-Hudri (RA)’ın   rivayetine göre: “Mervân bin Hakem, Medine-i Münevvere valisi iken, bir bayram günü minberi (namazgâha) çıkarttı. Sonra  bayram  namazından  önce  hutbe okumaya başladı. Bunun üzerine bir adam: “Ya Mervan! Sen sünnete muhalefet ettin. Bugün  minberi  (Mescidden  namazgâha)  çıkarttın. Hâlbuki minber (bayram namazı için Mescidden namazgâha)  çıkarılmazdı  ve sen  bayram  namazından  önce  hutbeye  başladın. Hâlbuki  hutbe bayram namazından önce okunmazdı (namazdan sonra  okunurdu.)” dedi. Bunun  üzerine  Ebu  Said el-Hudri (RA): “Bu  adam  kendisine  düşen  görevi  ifa  etti. (Çünkü)  ben, Rasülüllah (SAV)’den  işittim. O (SAV),buyurdu ki: “Kim bir münkeri (dine, akl-ı selime uygun olmayan bir şeyi) görüp de onu eliyle değiştirmeye gücü yetiyorsa eliyle değiştirsin. Eğer gücü (buna)yetmiyorsa dili ile değiştirsin. (Buna da) gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin ve kalp ile değiştirmek iman (meyvesinin) in en zayıfıdır.”

     Sonuç olarak; Müslümanlar  arasında  su-i  zan, dedikodu  ve gıybetin yaygınlaşması, toplumsal ve aynı zamanda manevî bir felâket olarak kabul edilmelidir. Zira  toplumu  ayakta  tutan  en  önemli  hususlardan biri birlik ve beraberliktir. Bunu sağlayan en güçlü bağ ise, iman birliğine dayalı sevgi ve bunun sonucu olarak oluşan karşılıklı hak-hukuka saygıdır. Bu İslâmî sevgi bağının ve toplumun birlik ve beraberliğinin en büyük düşmanı toplum fertleri
arasında kin ve nefretin yayılmasıdır. Kin ve nefreti körükleyen ve  bunun toplum tabakaları arasında  çoğalmasına  yol  açan  en  önemli  sebeplerin
başında su-i zan, dedikodu ve gıybetin pervasızca yaygınlaştırılması gelir. Bu  durum  karşısında, her  Müslüman, diğer Müslüman kardeşi hakkında su-i zan, dedikodu ve gıybet  yapmaması  gerektiğini  bilmeli  ve  bunun Müslüman’a ne derece zararlı olduğunu gücünün yettiği; sözünün   geçtiği   herkese   anlatmalıdır.
Müslüman kişi, ancak bu durumda sorumluluğunun gereğini yerine getirmiş, Allah ve Resulü (SAV)’in rızasını kazanmış olur.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi6
Bugün Toplam315
Toplam Ziyaret5080610
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI