• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Komşu ve Akraba Hakları

KOMŞU VE AKRABA HAKLARI

 

وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئاً وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَبِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَالْجَارِذِي الْقُرْبَى وَالْجَارِ الْجُنُبِ وَالصَّاحِبِ بِالجَنبِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ مَن كَانَ مُخْتَالاً فَخُوراً:

 

     “Allah’a ibadet edin ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolda kalmışa, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın. Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.”   (NİSA SURESİ – 36. AYET)

 

     İslam dininde her hak sahibine hakkını verebilmek, devletlerin en büyüğü, şereflerin de en üstünüdür. Hak olarak ilk tanımamız gereken, Allah’ın hakkıdır. Çünkü bizi tam tekmil ve mükemmel, noksansız bir şekilde yaratmıştır. Üstelik sayısız nimetleriyle birlikte bir de akıl, zekâ, irade, kudret, işitme, görme, koku alma gibi sayısız his ve nimetlerle bizleri donatmış, en güzel varlık ve halife olarak yaratmıştır. Bir müddet asıl yerimiz olan cennet ve cemaline nail etmek için de ölümü yaratmıştır. Bu dünya bir imtihan yeridir. Cennete ve Hakkın cemaline buradan geçilip gidilir. Bu kadar nimetin şükrünü ifa etmeye bizim gibi acizlerin gücü ve kuvveti elbette ki yetmez. Yalnız bu nimetlerin Allah’tan olduğunu bilebilirsek ne mutlu bizlere. Bununla beraber şükür, Allah’ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınmakla mümkündür.

     Ayet-i Kerime’yi incelemeye başlayalım:

 

وَاعْبُدُواْ اللّهَ وَلاَ تُشْرِكُواْ بِهِ شَيْئاً:

 

     “Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi ortak tutmayın (Şirk koşmayın.)”

     İbadet genel olarak, Allah emrettiği için, yalnız O’nun rızasını kazanmak niyetiyle, belirli zaman ve şekilde yapılan bir iştir. İbadet, Rabbimize olan kulluk borcumuzu ödemek maksadıyla, O’na tazim ve O’nu tebcil etmektir. Çünkü bu, insanın fıtratı ve yaratılışındaki gayenin bir gereğidir. Allah şöyle buyuruyor:

 

وَمَاخَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ:

 

      “Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”  (ZARİYAT SURESİ – 56. AYET)

     İslam nazarında ibadet, nefis ve kalbi temizleyerek, insanları yüceltmek için en güzel ilahi vesiledir. İbadet, imanımızı kuvvetlendirir, bizi şirkten kurtarır. Vicdani bir emir olan iman, Allah’ın emirlerine boyun eğmekten ibaret bulunan ibadet ve taatla beslenip kuvvetlendirilmeyecek olursa onun tesiri ve eserleri zayıflar. Yavaş yavaş kalpten silinip gider. Zira fiillerin, duyguların ve fikirlerin birbirlerine karşılıklı tesirleri vardır. Şuurlu olarak yapılan bir ibadet imanı ne derece takviye ederse, ibadetteki gevşeklik te imanın gevşemesine ve günün birinde kalpten silinip gitmesine sebep olur, Allah korusun…

     Tam bir şuurla yapılan ibadetlerin ahlakımızın güzelleşmesi bakımından da önemli bir tesiri vardır. İbadetin kime karşı ve nasıl yapılacağı düşünülürse, bu cihet daha iyi anlaşılmış olur. Ahlakın yükselmesine, ruhun temizlenmesine hizmet etmeyen bir ibadet şuursuzca yapılmış bir takım hareketler demek olacağından, böyle bir ibadetin aslında hiçbir kıymeti da yoktur.

     İbadet, tabiat âleminin üstünde bir kudret sahibine hürmet ve O’na tazim etmek demektir. Bu bakımdan ibadet, insanları maddiyata çakılıp kalmaktan kurtarıp, bakışları ve fikirleri daha yükseklere çeken, daha geniş ufuklarda dolaştıran bir sebeptir. İbadet, insanın yükselmesi, maddi ve ruhi saadeti için en mühim bir harekettir. Bedenin ruha ihtiyacı olduğu kadar, imanın ve müminin de ibadete o derece ihtiyacı vardır. Bazıları ibadeti, namazsız, oruçsuz, hacsız, zekâtsız, hayır ve hasenatsız kuru bir saygı ve tazimden ibaret olarak kabul etmiştir. İŞTE BİR ÖRNEK:

     Bir toplantıda her kademeden ve her sınıftan insan vardı. Maneviyatına bağlı olmasına rağmen ev sahibi, iş çevresinden tanıdığı Fransız gibi dostlarını davet etmişti. Davetliler arasında Prof. gibi sıfat ve unvan sahipleri de bulunuyordu. Yenildi, içildi, sohbet yapılırken, söz dönüp dolaşıp din bahsine geldi. Mecliste bulunanlar bu konuda çekingen ve kısık sesle konuşuyorlardı. Fakat unvanından cesaret alan biri, mağrur bir eda ile: “Efendim, bana göre ibadet, tazim etmektir. Tazim ise kalpte olur, bir takım şekil ve hareketlerle değil. Ben sabahları kalkıp elimi yüzümü yıkadıktan sonra şöyle bir düşünürüm ve: “Allah’ım, sen beni yarattın, bunu biliyorum, takdir ediyorum.” derim. İşte gereken tazimi yapmış oluyorum. Bunun dışında ayrıca namaz kılmak gerekmez, tazim olarak bu yeter.” dedi. Toplantıda bulunanlardan bir kısmında şaşkınlık göze çarparken, bir kısmı da kafalarını sallayarak: “Doğru söyledi, bravo. Öyledir, tazim dediğin kalple olur.” dediler. Fakat bu arada gözler, karşı tarafta bulunan bir hocaya kaydı. Bakalım hoca, Prof’un bu dâhiyane buluşuna ne diyecekti? Hoca, oturduğu koltukta şöyle bir kımıldadı, sonra da : “Müsaade ederseniz ben de bu konuda fikrimi söyleyeyim.” diyerek söze başladı: “Sayın Prof. iki nokta ileri sürdüler. Biri, ibadetin Allah’ı tazim olduğu ki, bu doğrudur. İbadet, Allah’ı tazim için yapılır. İkinci noktada tazimin kalple olacağını söyledi. Bu ise yanlış ve hatalıdır. Şöyle ki; içinizde askerlik yapmayan yoktur. Askerliğin ilk günlerinde her ere bir resmi tazim talimi yaptırılır. Esas duruş denilen bu tazimin nasıl olacağını komutan uzun uzun askere anlatır. Defalarca karşısına diktiği askere, resmi tazimin nasıl yapılacağını gösterir. Ayak topukları bitişik, iki ayağın uçları bir ayak boyu açık, eller yana yapışık, göğüs ileri doğru çıkık, gözler bir noktaya doğru tatlı sert bir bakış halinde, vücut dimdik duracak… Bu talimi sık sık tekrarlar ve yaptırır. İşte resmi tazim budur. Komutan bunu defalarca tekrar ettirir, günlerce talimini yaptırır. Bütün bunlardan sonra asker kalkıp, elinin birini cebine sokmuş, diğer eline de sigarasını kıstırmış bir halde komutanın karşısına dikilip: “Komutanım, resmi tazim kalple olur. Size karşı son derece hürmet ve tazim içindeyim.” derse, komutan ve askere ne der?”

     Orada bulunanlardan emekli bir subay, hocanın bu sorusuna cevap verir: “Komutan o askere, defol buradan münasebetsiz! Ben sana resmi tazimin nasıl yapılacağını öğretmedim mi? Sende hiç kafa yok mu?” der.”

     Bu cevap üzerine Prof. unvanlı adama dönen Hoca, şöyle devam eder: “Sayın Prof. Allah kendisine nasıl ibadet edeceğimizi, Peygamberi olan Hz Muhammed (SAV) vasıtasıyla bizlere göstermiştir. Hz Peygamber (SAV) bu hususta: “Benim namaz kıldığım gibi namazlarınızı kılın. Benim Rabbimi tazim ettiğim gibi siz de tazim (ibadet) edin.” diye buyurmuşken, siz kalkar da elinizi yüzünüzü yıkar, sonra kendi icat ettiğiniz bir tazime durursanız, Allah acaba size ne der?”

     Misafirlerin bir kısmı bu soruyu şöyle cevaplandırdılar: “Defol huzurumdan! Bana nasıl tazim edileceğini size Peygamber vasıtasıyla öğretmedim mi? buyurur.”

     Bundan sonra mecliste bir sessizlik hâkim olur. Bir kaç kişi kalkıp Prof’la beraber meclisi terk ettikten sonra sohbetin havası daha da güzelleşir.

     Şu halde ibadet, Allah emrettiği için, yalnız O’nun rızasını kazanmak niyetiyle, belirli zaman ve şekilde yapılan bir iştir. Allah’ı tazim ve tebcil etmektir, Allah’ın verdiği nimetlere bir şükürdür.

ŞİRK

 

     Allah’a eş ve ortak koşmak demektir. Bu işi yapan kimselere MÜŞRİK denir. Tevhit akidesini hiçe sayarak batıl inançlara sapan, Allah’a eş ve ortak koşan her insana müşrik denildiği gibi KÂFİR de denilir. Şirkin kendi arasında çok çeşitleri ve izahları vardır.

 

ANA-BABAYA İYİLİK

وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً:

 

     Ayette geçen başka bir konu da ana-babaya iyilik etmektir. Ana-baba hakkı, Allah’a karşı olan borcumuza hemen hemen denktir. Çünkü ana-baba hakkı ifa edilmeyince başka hayırlı ameller de makbul olmuyor. Bu da aynen suyu kesilmiş değirmen gibidir.

     Ana-baba konusuna kısaca değineceğiz. Ana-babamız, Allah ve Peygamberi (SAV)’in sevgisinden sonra, bizim sevgimize en çok mazhar olmaları gereken kimselerdir. Çünkü onlar, bu dünyada bizim varlık sebebimizdirler. Onlar olmasaydı biz de olamazdık. Rabbimizden haberdar olamazdık. Yokluk âleminden varlık âlemine çıkamaz ve onu tanıyamazdık.

     O halde ana-babamızı sevelim, saygı gösterelim. Emirlerini harfiyen yerine getirelim, ama meşru olmak şartıyla… Onlar bizim velinimetimizdir. Onlara itaat edelim, muhtaç iseler yardımlarına koşalım. Eksiklerini giderelim, hayırlı birer evlat olalım, hayır dualarını alalım. Beddualarından korunalım. Bilelim ki onların rızasını kazanamadığımız takdirde, Allah da bizden razı olmaz, Peygamber (SAV) de. Ana-babasının hayır duasını alamayan, bedduasına uğrayan insanların dünyada da ahirette de perişan olacaklarını unutmayalım.

 

AKRABAYA İYİLİK

 

     Bu konu da tıpkı Allah hakkı, ana-baba hakkı kadar önemlidir. Bir ağaç ancak dallarıyla, yapraklarıyla, meyveleriyle ağaçtır. Dalları olmayan, meyvesi olmayan, yaprakları olmayan ağaç, ağaç değildir. Belki kesilmeye mahkûm, yanmaya layık bir kütüktür, odundur.

     Konumuzun başında okuduğumuz ayette; Allah’a ibadet, ana-babaya itaatten sonra akrabaya iyilik etmek geliyor. Akrabalarımız, aramızda kan veya sıhrî bağlar bulunan kimselerdir. Hepimiz cemiyet içinde büyük bir aileyi meydana getiririz. Birlikte düşer kalkarız, beraber seviniriz, beraber ağlarız. Birimizin derdi hepimizin derdi, birimizin sevinci hepimizin sevincidir. Bunun içindir ki Allah, pek çok ayetlerinde öncelikle ihtiyaç sahibi olan yakın akrabalarımıza ihsanda bulunmamızı emretmektedir. Böylece dünyevi menfaatler uğruna aradaki akrabalık bağlarının kopmasını istemeyiz, onun kopmasını önleriz.

 Bilmemiz gereken bir husus vardır. İnsanlar arasındaki akrabalık, ancak aralarındaki inanç birliği ile geçerlidir. Biri tevhit akidesiyle ruhunu beslemiş, diğeri küfür bataklığına saplanmıştır. Biri Rabbinden gelen her emri baş tacı ederek her yasağı nefsine haram kılmış, diğeri de küfrünün icabı Kur’an-ı Kerim’e hâşâ çöl kanunu demiş, nefsinin heva ve heveslerini putlaştırmıştır. Biri, Hz Muhammed (SAV)’i kendisine rehber edinirken, diğeri çöl bedevisi olarak telakki etmiştir. Dinimiz bakımından bu ikisi arasında bir akrabalık söz konusu değildir. İsterse dokuz ay sene aynı ananın karnında yatsınlar, aynı anadan süt emsinler. Her ikisi birbirine düşmandır. Çünkü birisi inanıyor, diğeri inanmıyor; biri mümin diğeri de kâfir.

İslam tarihi bunun misalleriyle doludur. Hz Peygamber (SAV)’in gökteki yıldızlar olarak övdüğü o bahtiyar insanlar, Allah yolunda, inançları uğrunda mallarını, canlarını ve kanlarını koymuşlardır. Bedir harbinde Ebu Ubeyde (RA), babasıyla savaşmış, Hz Ebu Bekir (RA) ise oğlu Abdurrahman’a kılıç çekmişti. Mus’ab b. Ümeyr (RA), Uhud savaşında kardeşi Ubeyd b. Umeyr’i, Hz Ömer (RA) ta dayısı Asım b. Hişam’ı öldürmüştü. Çünkü biri Müslümanların safında diğeri de kâfirlerin safındaydı. Biri Müslüman diğeri kâfirdi. Onları bu iman kudretine dayanan hareketleri, övgüyle yâd edilmektedir. Şu halde akrabalıkta inanç birliği esastır.

 Akrabalarımızı gözetelim, onların ziyaretine gidelim, hal ve hatırlarını soralım. Varsa ihtiyaçlarını giderelim. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

 

لايدخل الجنة قاطع رحم.

 

     “Sıla-i rahmi terk eden cennete giremez.”

      Sıla-i rahmin terk edilmesi, akrabalık bağlarını kesmek, büyüklere hürmet ve itaati terk etmek olur. Hürmet ve saygı terk edilince de cemiyetin düzeni bozulur. Büyük belirsiz, küçük belirsiz olur. Büyüğünü bilmeyenler Allah’ı da bilemezler, tanıyamazlar ve itaat edemezler.

YETİM

 

     Akrabaya iyilikten sonra yetim ve miskinlere yardım etmemiz emredilmektedir. Toplum düzeninin bir takım kanun ve kurallarla sağlandığı bir gerçektir. Bunlara uyma mecburiyeti fertlerin kalplerinde bir inanç haline gelip vicdanlara nakşedilmedikçe, toplum için istenilen gayeye ulaşmak mümkün değildir. İşte İslam dini fakire, düşküne, yetim ve kimsesizlere yardım etmeyi bir inanç sistemi halinde fertlerin gönüllerine yerleştirerek, Müslüman olmanın şartlarından saymıştır. İslam’ın şartlarından biri olan zekât, namaz, oruç, hac gibi bir ibadettir. Dini ölçülerle zengin sayılan Müslümanların, fakirlere vermekle yükümlü oldukları bir yardım müessesesidir zekât. Ramazan ve bayramlar, Müslümanların birbirleriyle yardımlaşıp kaynaşmalarına vesile olan en önemli günlerimizdir.

     Güçsüzlere, muhtaçlara ve yetimlere yardım etmeyi, belki insanların pek çoğu yapabilir. Fakat bu problemlerin çözümü, çok sayıda insanın bu konuya gönül vermesi, kafa yorması ve zaman harcamasıyla mümkündür. Allah bu konuda şöyle buyuruyor:

 

فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلَا  تَقْهَرْ:وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ:

 

     “O halde yetime gelince (ona sakın) kahretme. İsteyeni de azarlayıp kovma.”  (DUHA SURESİ –  9–10. AYET)

     Bir diğer ayette de Allah, şöyle buyurur:

 

فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْيَتَامَى قُلْ إِصْلاَحٌ لَّهُمْ خَيْرٌ وَإِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِ وَلَوْ شَاء اللّهُ لأعْنَتَكُمْ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ:

     “(Ey Habibim) De ki: Bir de sana yetimi sorarlar. De ki: Onları yararlı ve iyi bir hale getirmek faydalıdır. Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah yetimlerin iyiliği için çalışanlarla fesat ve fenalık yapanları bilir.”  (BAKARA SURESİ – 220. AYET)

     Bu sebeple denilebilir ki, yardımlaşma ve dayanışma sevgiyle başlar. Sevgi iyiliğin temeli, insanoğlunun çektiği sıkıntı ve ıstırapların en kuvvetli ilacıdır. Fertleri birbirini sevmeyen, birbirlerine ilgisiz kalan milletler, dünya sahnesinde şerefli bir yer alamadıkları gibi mutlu da olamazlar. Millet olmanın şartı budur. Türk milleti, bu iman ve bu duygularla dopdolu bulunduğunu her zaman gösterecek kadar şuurludur. Bunun için de yetimleri, kimsesizleri, düşkünleri, yaşlıları ve dulları, yoksulları arar bulur. Zekât, sadaka ve yardımlarıyla onların ihtiyaçlarını giderir.

 

KOMŞU HAKKI

 

     Ayet-i Kerimenin bu bölümünde de komşulara iyilik etmekten söz edilmektedir. Allah, komşularımıza yardım etmemizi emretmektedir. Allah’ın, mahlûkatın en şereflisi olarak yarattığı insan, topluma bağlıdır, toplum halinde yaşar. Tek başına yaşayamaz. Bir arada yaşayan fertlerin, birbirlerine karşı bir takım vazifeleri vardır. Bunları yerine getirmek, toplum hayatının kaidesidir. Aksi halde toplumun ahengi ve düzeni bozulur.

     Toplu yaşayışta, aileden sonra hukukuna en çok riayet etmemiz gerekenler, yan yana, bir arada yaşadığımız komşularımızdır. Komşu hakkı, dinimizde çok önemli bir yer tutar. Aile yuvasında olduğu gibi, komşularla da iyi geçinmek ve yardımlaşmak şarttır. Sabah-akşam yüz yüze görüştüğümüz insanlar, komşularımız sayılır. Mahalle sakinleri birbirleriyle iyi anlaşır, ahenk içinde yaşarlarsa, hepsine huzur gelir. Komşularıyla dargın, kırgın, birbirlerine kızgın olanlar, hem kendileri rahatsız olur, hem de başkalarını rahatsız ederler. İyi insan, eliyle, diliyle komşularını rahatsız etmez. Özellikle komşusunun bedduasından sakınır.

     Hz Musa (AS),Tur dağına Allah ile konuşmak için giderken, yolda bir adama rastlamış ve adam şöyle bir ricada bulunmuştu: “Ya Musa! Kapımızın önünde komşu hakkına riayet etmeyen zalim bir komşumuz var. Bunlar, sabahlara kadar bağırır, çağırırlar. Bizim ve çocuklarımızın, evimizin içinde rahat bir nefes alıp, istirahat etmemize mani olurlar. Şimdiye kadar bu nezaketsiz komşumuzun olanca zulüm ve işkencesine tahammül ettikse de artık sabrımız bitti, tükendi. Ya Musa! Bu zalim komşumuzun ne kadar ömrü kaldığını Allah’a sor da bu anlayışsız insanların baskısına daha ne kadar maruz kalacağımızı öğrenelim.”

     Hz Musa (AS),Allah ile konuştuktan sonra yolda karşılaştığı adamın zalim komşusunun daha ne kadar ömrünün olduğunu sorması üzerine, Allah’tan şu cevabı alır: “O zalim komşunun bin sene ömrü vardır.” Hz Musa (AS), dönüşte heyecanla kendisini bekleyen adama: “O adamın bin sene ömrü varmış. Allah öyle bildirdi.” der. Mütevekkil ve sabırlı olan adam, bu cevap karşısında: “Hasbünallahü ve ni’mel vekil.” der ve sabretmeye karar verir.

     O günün sabahında bin sene ömürlü zalim komşunun kapısında göklere doğru yükselen mavi bir duman görülür. Meğer komşu hakkına önem vermeyen zalim adam o gece ölmüş. Suyunu ısıtmak üzere yakılan ateşin dumanıymış göklere yükselen.

     Mazlum adam hemen Hz Musa (AS)’a koşar ve sevinç içinde bin sene ömrü olan zalim komşusunun öldüğünü bildirir. Hayret içinde kalan Hz Musa (AS) bunun hikmetini Allah’a sorunca, şöyle cevap alır:

     “Ya Musa! O zalim komşusunun hakikaten bin sene ömrü vardı. Fakat zulme uğrayan komşu bu müddeti duyunca hemen isyan etmedi ve Hasbünallahü ve ni’mel vekil diyerek beni vekil tayin etti. Beni vekil tayin eden sabırlı bir kulumun daha fazla üzülmesini istemem. Bunun için o zalim komşunun ruhunu gününden önce kabzettim.”

     Sevgili Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:

 

وعن أبىهريرة رضي الله عنه أن رسول الله(صعلم)قال:والله لايؤمن،والله لايؤمن،والله لايؤمن.قيل:من يارسول الله؟قال:ألذىلايأمن جاره بوآئقه؟

 

     Peygamberimiz (SAV)’in üç defa vallahi mümin olmaz diye buyurması üzerine Ashap: “Kim o Ya Rasülallah?” diye sordular. Bunun üzerine Hz Peygamber (SAV): “Komşusu şerrinden emin olmayan kimseler (zalim komşular) dir.” buyurdu.

     Eğer bir Müslüman bu hadisin muhatabı olmak istemiyorsa, komşusuyla iyi geçinmek zorundadır. Komşusuna eliyle, diliyle eziyet etmemelidir. Başkalarını rahatsız etmekten kaçınmalıdır. Çocuk yüzünden, kedi köpek yüzünden komşularıyla kavgadan uzak durmalıdır. Komşu hakkında kula hakkı bulunduğunu hesaba katmalıdır. Basit meseleler yüzünden dünyasını ve ahiretini zindana çevirmemelidir. Sonra kendisine yazık etmiş olur.

     Hz Peygamber (SAV)’e sordular:“Ey Allah’ın Rasülü! Sen Hz Ali (RA)’ı seversin. Bunun sebebi nedir?” Hz Peygamber (SAV) cevap verdi: “Anlamak mı istersiniz? Peki, Ali’yi çağırın gelsin. O zaman daha iyi anlarsınız.” Hz Ali (RA)’ı çağırmak için adam gönderildi. Hz Peygamber (SAV) etrafındakilere: “O gele dursun, ben size bir şey sorayım. Siz birisine iyilik etseniz, o da size kötülük etse ne yaparsınız?” dedi. Etrafındakiler: “İyilik ederiz.” dediler. Hz Peygamber (SAV): “Ya o kimse size yine kötülük ederse?” dedi. Etrafındakiler:“Yine iyilik etmeye bakarız.” dediler. Hz Peygamber (SAV): “Ya yine kötülük yapmaya devam ederse?” diye sordu. Bunun üzerine etrafındakiler başlarını yere indirdiler, cevap veremediler. O sırada Hz Ali (RA) gelmişti. Hz Peygamber (SAV) aynı soruyu Hz Ali (RA)’a sordu ve bu soruyu tam yedi kere tekrarladı. Hz Ali (RA) her defasında: “Ben yine bana kötülük yapana iyilik ederim.” diye cevap veriyordu. O zaman etrafındakiler: “Ya Rasülallah! Hz Ali (RA)’ı sevdiğin kadar varmış.” dediler.

     Çünkü baktılar ki; Hz Peygamber (SAV) soruyu ne kadar çoğaltsa, Hz Ali (RA) yine aynı cevabı verecektir.

     Hz Peygamber (SAV) bir hadislerinde şöyle buyuruyor: “Müslüman müslümanın kardeşidir, ona hıyanetlik etmez, onu yalanlamaz, onu utandırmaz. Her müslümanın diğer müslümana ırzı, malı, kanı haramdır. Takva işte bunlardır. Bir kimseye şer olarak, Müslüman kardeşini hor (hakir) görmesi kâfidir.”

     Bir diğer hadislerinde de Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa komşusuna iyilik etsin. Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa misafire ikram etsin. Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa ya hayır söylesin ya da sussun.”

     Bir başka hadis te şöyledir: “Komşusunun malı ve ehlinden korkarak kapısını kapatan kimsenin komşusu mümin değildir. Yine komşusu kendinden emin olmayan kimse mümin değildir. Komşu hakkı nedir bilir misiniz? Senden bir yardım istediği zaman ona yardım edersin, senden borç isterse verirsin, muhtaç olduğu vakit ona gidersin, yani elinden tutarsın ve yardımcı olursun. Hastalandığında ziyaretine gidersin ve elini eline kor, ona şifalar dilersin. Komşun bir hayra erişirse onu tebrik edersin. (Mesela, hacdan gelmek, ev almak, çocuğu olmak gibi.) Komşuna bir musibet gelirse onu teselli edersin. Ölünce cenazesine gidersin. Onun evinden yüksek binayı, ancak ondan izin alarak yapabilirsin. Tencerendeki yemek kokutarak ona eza etmekten ancak pişirdiğin yemekten ona vermekle kurtulabilirsin. Evine meyve aldığında onlara da verirsin. Şayet vermezsen meyveyi evine gizlice getirmelisin. Meyveleri çocuğunun eline vererek sokağa çıkarma ki komşu çocukları ona kızmasınlar.”

     Komşu haklarına kim ancak bu şekilde riayet edebilir? Belki çok az sayıda kişiler bunu yapabilir. Ama hepimiz yapmaya gayret etmeliyiz. Sevgili Peygamberimiz (SAV) bir hadislerinde şöyle buyuruyor:

 

مآأمن بىمن بات شبعاناوجاره جآئع إلىجنبه وهويعلم.

 

     “Komşusunun aç olarak yattığını bilerek karnını doyuran, Allah’a iman etmiş sayılmaz.”

     Bir başka hadislerinde de şöyle buyurur: “O kimse mümin değildir ki, komşusu aç olduğu halde karnını doyuran ve tok olarak yatan.”

     Ebu Hüreyre (RA) rivayet ediyor: “Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Kim benim söyleyeceğim kelimeleri alır ve onunla amel eder veya amel edecek birisine onları öğretir?” Ebu Hüreyre (RA) dedi ki: “Ben alırım Ya Rasülallah!” O zaman Hz Peygamber (SAV) elimi tuttu da beş şeyi saydı ve dedi ki: “Allah’tan kork, haram olan şeyleri işlemekten kork. (Zira bir zerre haramı terk, yer ve gök ehlinin sevabından hayırlıdır.) O zaman insanların en abidi olursun. Allah’ın taksimine razı ol ki, insanların en zengini olasın. Komşuna ihsan et ki, mümin olasın. Nefsin için istediğin şeyleri insanlar için de sev ki, Müslüman olasın. Çok gülme, muhakkak çok gülmek kalbi öldürür.”

     Bir başka hadis-i şerif te şöyledir: “Medine-i Münevvere ahalisinden (Ensar’dan) olan bir zat bir gün hanımını da alarak, Hz Peygamber (SAV)’i murat ederek gelmişler. Bakmışlar ki, Hz Peygamber (SAV) namazda. Bir zat daha orada Hz Peygamber (SAV)’i gözetlemekte. Ziyarete gelen zat, gözetleyen zat için; herhalde bunun da bir haceti var, onun için bekliyor şeklinde düşünüyor. Fakat Hz Peygamber (SAV) namazda o kadar uzun duruyordu ki, ziyaret için gelen şahıs acıyordu. Hz Peygamber (SAV) namazı bitirdi. Ziyaretçi olan şahıs Hz Peygamber (SAV)’e yaklaştı ve O’na şöyle dedi: “Ya Rasülallah! Deminden beri bu zat sizi beklemektedir. Ben de sizin namazdaki uzun duruşunuzdan sizlere acıyordum.” Hz Peygamber (SAV): “Sen biliyor musun, bu adam kimdir?” diye sordu. Ziyaretçi zat: “Hayır, bilmiyorum.” diye cevap verince, Hz Peygamber (SAV): “Bu Cibril’dir. Bana komşu hakkında vasiyette devam etmektedir. Ben sanki komşu mirasçı olacak zannettim. Eğer ona selam vermiş olsaydın, o da sana Ve Aleyküm Selam derdi.” buyurdular.

 

KOMŞU HAKKI KAÇ KISIMDIR?

 

     Şunu iyi bilmek gerekir ki, İslam kardeşliğinden başka, komşunun diğer komşusu üzerinde bazı hakları daha vardır. Demek ki, komşular arasında Müslümanlığın dışında bazı haklar da vardır. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Komşular üç sınıftır: Üç hakkı olan komşu, iki hakkı olan komşu, bir hakkı olan komşu.”

1-) ÜÇ HAKKI OLAN KOMŞU: Müslüman ve soyca akraba olan bir komşudur. Bunun, komşuluk Müslümanlık ve soy hakları olmak üzere üç hakkı vardır.

2-) İKİ HAKKI OLAN KOMŞU: Müslüman komşudur. Bu komşunun, komşuluk ve Müslümanlık olmak üzere iki hakkı vardır.

3-) BİR HAKKI OLAN KOMŞU: O da putperest komşudur. Bir başka hadiste Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Seninle komşuluk yapan bir kimsenin komşuluğunu güzelce yaptığın takdirde Müslüman olursun.”

 

AKRABA KOMŞULARIN HAKKI

 

     Önce onları ziyaret edelim. Dostluk ziyaretle artar, pekişir. Sevgi onunla gelişir. Dost, akraba ve ahbapların şanı onunla kesinleşir. Hiç bir maddi menfaat gözetmeksizin yapılan ziyaretten meydan gelen sevinç hiçbir sevince benzemez. Ziyaretlerin kendi usul ve adabına göre yapılması da esastır.

     Akraba ziyaretine SILA-İ RAHİM denir. Akrabaya yapılacak ziyaretler önce yakından (an-baba, dayı, hala, amca, teyze ağabey, abla…) başlanır. Daha sonra diğer akrabaların ziyaretlerine gidilir. Hatta ziyarette kusur edenleri ziyaret etmek, kötülüğe karşı iyilik etmek, kusurları affetmek, aradaki samimiyet ve muhabbetin devamlı olmasını sağlar. Ana vatanı, oradaki yakınları ziyaret etmek, insani terbiyenin eseridir. Aynı zamanda İslami edebin temellerindendir.

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “İyiliğe misliyle mukabele eden kimse, tam manasıyla akrabasına sıla etmiş değildir. Hakiki sıla, kendisiyle münasebeti kesenleri görüp gözetmektir.”

     Allah, bir ayette şöyle buyuruyor:

 

وَآتِ ذَا الْقُرْبَى حَقَّهُ وَالْمِسْكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَلاَ تُبَذِّرْ تَبْذِيراً:

 

     “Hısıma (akrabaya), yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Malını israfla saçıp savurma.”  (İSRA SURESİ – 26. AYET)

     Bu ayet bize akrabalarımızın haklarına riayet etmemizi emretmektedir. O halde; akrabanın hakkına riayet et. Hele bir de komşun ise üzerinde daha çok hakkının bulunduğunu unutma…

     Abdullah b. Ebi Evfa anlatıyor: “Arefe akşamı Hz Peygamber (SAV)’in yanında oturuyorduk. Buyurdu ki: “Sıla-i rahimi terk eden benim yanımda oturmasın, bizden ayrı dursun.” Sadece halkın en sonundan bir adam kalktı. Çok geçmeden döndü. Hz Peygamber (SAV) ona: “Neyin var? Halkada senden başkası ayakta kalmadı.” buyurdu. Adam: “Ya Rasülallah! Senin buyurduğunu işittim. Bunun üzerine benimle dargın olan teyzeme gittim. Bana: “Seni buraya ne getirdi? Hiç âdetin değildi.” dedi. Ben de sizin (sıla-i rahim hakkında) buyurduğunuzu söyledim. (Ona anlattım.) Bunun üzerine teyzem benim için istiğfar etti. Ben de onun için geciktim.” dedi. Bundan sonra Hz Peygamber (SAV): “İyi ettin, otur. Fakat şu var ki, Allah’ın rahmeti, içinde Sıla-i rahimi terk edenin bulunduğu bir topluluk üzerine inmez.” buyurdular.

     Bu hadis-i şerif, sıla-i rahimi terk etmenin büyük bir günah olduğuna delalet etmektedir. Çünkü Allah’ın rahmetini ondan da yanında oturanlardan da uzaklaştırmaktadır.

     Sahabeden birisi gelip: “Ya Rasülallah! Benim bir takım akrabalarım var, ben onlara gidip gelirim, onlar bana gidip gelmezler. Ben affederim, onlar zulmeder. Ben iyilik ederim, onlar kötülük eder. Acaba onların yaptığını yapayım mı?” diye sordu. Hz Peygamber (SAV): “Sen yine onlara git, sen bu ahlakta olduğun müddetçe, Allah’ın yardımı senden eksik olmaz.” buyurdular.

     Hz Aişe (RA) validemiz anlatıyor: “Rüyamda kıyamet koptu. İnsanlar mahşere sevk edildiler. Bu esnada bir kadının amelleri tartıldı. Onun bir ameli, Uhud dağından daha ağır gelmişti. Ben o kadını tanıyordum. Uyanınca o kadını çağırdım ve dedim ki: “Ne amel işliyorsun, ne yapıyorsun?” Kadın şu cevabı verdi: “Ben yedi amel işliyorum:

     1-)  BİRİNCİSİ: Mahremimden başka kimse görmeyecek şekilde örtünüyorum.

     2-) İKİNCİSİ: Yanımda bir şey olduğu müddetçe fakiri boş çevirmiyorum.

     3-) ÜÇÜNCÜSÜ: Yalnız başıma bir şey yemiyorum.

     4-) DÖRDÜNCÜSÜ: Ezandan evvel namaza hazırlanıyorum.

     5-) BEŞİNCİSİ: Ezan okunurken, müezzinin dediğini arkasından söylüyorum.

     6-) ALTINCISI: Meşveretsiz bir iş yapmıyorum.

     7-) YEDİNCİSİ: Arkamdan benden alakalarını kesenleri ziyaret ediyorum. (Ben onlarla alakamı kesmiyorum, sıla-i rahim yapıyorum.)”

     Sıla-i rahime, akrabalarımızı ziyarete devam edelim. Mümkünse ziyaretlerimizi sıklaştıralım. Hal hatırlarını soralım, ihtiyaçları varsa giderelim, ikram ve ihsanda bulunalım. Sıla-i rahimde esas olan, akraba seni ziyarete geldiğinde, senin de onların ziyaretine gitmen değildir. Bilakis, gelmedikleri vakitte senin onların ziyaretine gitmendir. Nitekim bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:

 

صلة الرحم تزيدفىالعمر.

 

     “Sıla-i rahim, ömrü uzatır.”

     Komşuluk hakkı sadece komşuya eziyet etmemekten ibaret değildir. Aynı zamanda komşunun eziyetine tahammüllü olmaktır. Çünkü sadece eziyet etmemekse, diğer komşunun da eziyet etmemesiyle karşılığı verilmiş demektir. Burada herhangi bir hakkın eda söz konusu değildir. Bir komşunun eziyetine tahammüllü olmak ta kâfi gelmez. Aynı zamanda şefkatli olacak, kendisine eziyet eden komşusuna iyilikte bulunacaktır. Çünkü fakir komşu kıyamet gününde zengin komşunun yakasından yapışacak ve: “Ya Rabbi, sor şuna, kapısını yüzüme neden kapattı? Niçin bana iyilikte bulunmadı?” diyecektir.

     İbn-i Mukaffa’nın kulağına geldi ki, bir komşusu borcundan dolayı evini satmak istiyor. İbn-i Mukaffa, komşusunun evinin gölgesinde oturuyordu. Kendi kendine dedi ki: “O halde ben evinin gölgesine gereken hürmeti yerine getirmemişim, eğer yokluktan bunu satarsa…” Bunun üzerine evin pahasını komşusuna takdim etti ve dedi ki: “Sakın evini satma.”

     Komşuya iyilik yapmak, ihtiyacını gidermek, aç ise doyurmak, çıplaksa giydirmek zengin komşuların yerine getirmeleri gereken görevlerdendir.

 

     “HACCA GİTMEYE NİYETLENEN DEMİRCİYLE, FAKİR VE HAMİLE OLAN KOMŞUSUNUN, EŞEK ETİ KONULU HİKÂYESİ ANLATILACAK…”

 

     Komşu hakkı ancak helalleşmek suretiyle ödenebilen bir haktır. Bu sebeple komşuları incitmemeye gayret göstermeli, haksız olarak onları incitmiş ve darıltmışsak, bir münasebetini bularak helâlaşmalı, haklarını helal ettirmeliyiz. Bazı günahlar başkalarına hayır hasenat yapmakla affedilirse de kul hakkı böyle değildir. Kul hakkından kurtulabilmek için, üzerimizde hakkı olanlarla helâlaşmamız gerekmektedir. Kırdığımız gönlü yeniden kazanıp, sevgisini yeniden celbetmemiz icap etmektedir.

 

 

     Hz Seleme (RA) komşu hakkıyla ilgili bir hatırasını şöyle anlatır:

     “Ben çarşıda gezerken, elinde kamçısıyla Hz Ömer (RA)’ı gördüm. Yollardan taşları kenarlara atıyor, başkalarına da aynı şeyi tavsiye ediyordu. Yanıma yaklaştığı sırada yine eğildi, bir kerpiç kırığı alarak doğruldu. Gözü bana takıldı: “Ya Seleme! Yollardan geçerken taş, diken, odun gibi şeyleri görürsen kenara at ta müminler rahatsız olmasın.” buyurdu ve elindeki kerpiç parçasını yolun kenarına doğru fırlattı. Yolun kenarına düşen sert kerpiç parçası yuvarlanarak gelip benim ayaklarıma dokundu. Bu hadisenin üzerinden uzun bir zaman geçmişti. Yine bir gün Hz Ömer (RA)’ı aynı yerden geçerken gördüm. Bu defa bana: “Ya Seleme! Bu sene hacca gidecek misin?” diye sordu. Ben de: “Nasip olursa İnşallah, niyetim vardır.” dedim. Beni yanına alan Hz Ömer (RA), evine götürdü, içi para dolu bir kese vererek, bunu hacca gittiğimde yolda harçlık etmemde ısrarcı oldu. Ben itiraz ettimse de O, şöyle devam etti: “Bu sana bir ihsan değildir. Bende olan hakkını affetmen için bir istirhamdır.” dedi. Ben, onun üzerinde bir hakkım olmadığını ifade edince, şöyle dedi: “Senin bende hakkın vardır. Geçende yolları ayıklarken attığım bir kerpiç senin ayağına yuvarlanıp parmaklarını incitti. O günden bu yana içimde bir sızı halinde o hadise beni rahatsız etmeye devam ediyor. Bir münasebetini bulup helâlaşma fırsatı bekliyordum. Hamd olsun ki şimdi bu imkânı bu imkânı buldum. Sen hakkını helal et yeter.”

     Enes b. Malik (RA) rivayet ediyor: Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Mümin, insanların her bakımdan kendisinden emin olduğu kimsedir. Müslüman da diğer Müslümanların, onun elinden ve dilinden salim olduğu kimsedir. Muhacir, günahlardan ve kötülüklerden hicret eden kimsedir. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, komşusu şerrinden emin olmayan hiç bir kul cennete giremez.”

     Hz Peygamber (SAV)’e soruldu: “Filan kadın oruç tutar, gece namazı kılar. Bununla beraber komşularına eziyet eder. Hakkında ne buyurursunuz?” Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “O kadın ateştedir.”

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Her kim komşusuna eza ederse bana eza etmiş gibidir. Bana eza eden ise Allah’a eza etmiş sayılır. Her kim komşusuyla dövüşürse benimle dövüşmüş gibidir. Benimle dövüşen ise Allah’la dövüşmüş gibidir.”

     Bu hadis-i şerif bize ders olarak yeter. Fakat insanoğlu her zaman kendini haklı gösterebilmek için çok laf eder. Kendi sabırsızlığını, hazımsızlığını ve menfaatperestliğini, hep örtbas etmeye çalışır. Komşu hakkı filan tanımaz. İster ki, her şey kendi istediği gibi olsun.

     Abdullah b. Amr (RA) şöyle rivayet ediyor: “Hz Peygamber (SAV) bir gazaya çıkarken şöyle buyurdular: “Bugün bizimle beraber o kimse ki; komşusuna eziyet etmiştir.” Cemaat içinden bir adam çıkıp dedi ki: “Ben komşumun duvarına bevl ettim.” Hz Peygamber (SAV) buyurdular ki: “Sen bugün bizimle gelme.”

     Mikdat b. Esved (RA) şöyle rivayet ediyor: “Hz Peygamber (SAV) ashabına: “Zina hakkında ne dersiniz?” diye sordu. Ashab-ı Kiram: “Zina haramdır, onu Allah ve Rasülü (SAV) haram kılmıştır. Kıyamete kadar da haramlığı devam edecektir.” dediler. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdular: “Bir adamın komşusu olmayan on kadınla zina etmesi, komşusu olan bir kadınla zina etmesinden daha ehvendir. (Komşusu olan bir kadınla zina etmesinden elde edeceği günah, komşusu olmayan on kadınla zina etmesinden daha fazladır.)” Yine buyurdular: “Hırsızlık hakkında ne dersiniz.” Ashap dediler ki: “Allah ve Rasülü hırsızlığı haram kıldığı için o haramdır.” Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdular: “Bir adamın komşusu olmayan bir evi soyması, komşusu olan bir evi soymasından daha ehvendir.”

     Yani, komşusu olan bir kadınla zina ettiğinden, komşusu olmayan on kadınla zina etmesinden daha fazla günah kazanıyor. Komşusu olmayan on evi soymaktan elde ettiği günah, komşusu olan evi soymaktan elde ettiği günahtan daha azdır. Bu da komşu haklarının ne derece önemli olduğunu gösteren bir örnektir.

     Hz Peygamber (SAV)’in dualarından biri de: “Allah’ım! Kötü komşudan sana sığınırım.” idi.

     Kıyamet gününde ilk mahkemelerden birisi de, iki komşu arasında olacaktır. Biri diğerinden davacı olacaktır. Bu mahkeme dünya mahkemelerine hiç benzemeyecektir. Şahitler hep azalarımız olacaktır. Olup biteni güzelce söyleyeceklerdir. Komşusuna eziyet eden her ne kadar sofu olursa olsun cennete giremeyecektir. Komşularına ikram edip, onları razı ve hoşnut edebilenler, bu davranışlarının karşılığını cennete girmekle elde edeceklerdir.

GAYRİMÜSLİM KOMŞU

 

   Gayri Müslim komşularımızın da üzerimizde komşuluk hakkı bulunduğunu unutmayalım. Kendileriyle ilgilenelim, hal ve hatırlarını soralım, ihtiyaçlarını temin edelim. Yardım yapalım ve ikramda bulunalım.

     Abdullah b. Ömer (RA) bir koyun kesmişler ve kölesine, koyunu yüzdükten sonra evvela Yahudi olan komşusundan dağıtmaya başlamasını emretmişler ve unutmasın diye sık sık tekrarlamışlardır.

     Dinimizde kurban etlerinden Yahudi ve Hıristiyan komşulara da vermek, komşu hakkı olarak sayılmıştır.

     Abdullah b. Ömer (RA)’ın evinde bir koyun kesilmişti. Eve gelince dedi ki: “Yahudi komşumuzun payını verdiniz mi?” Ben Hz Peygamber (SAV)’den işittim ki: “Cibril bana komşu hakkını o kadar tavsiye etti ki, ben muhakkak komşu mirasçı olacak zannettim.”

 

“MECUSİ MİSAFİRLE HZ.İBRAHİM (AS)’IN HİKÂYESİ ANLATILACAK.”

 

     Hasan Basri Hazretlerinin bir Yahudi komşusu vardı. Ona iyilik etmek, ikramda bulunmak suretiyle kalbini ve sevgisini kazanmıştı. Yahudi onu görmeden duramaz hale gelmişti, her gün onu görmeyi arzu ederdi. Nihayet bir gün Hasan Basri Hazretleri hastalanmış, birkaç gün dışarı çıkamamıştı. Yahudi komşusu merak ederek evine ziyarete geldi. Evin içinde çirkin bir koku olduğunu fark etmiş. Hastaya geçmiş olsun dedikten, hal hatır sorduktan sonra bu kötü kokunun sebebini sormuş. Hasan Basri Hazretleri lafa karıştırmış. Komşusunun her soruşunda lafa karıştırmaya devam etmiş. Komşusu üçüncü defa sorduğunda: “Herhalde tenden gelen bir kokudur.” diyerek komşusunu mahcup etmek istememiş. Daha sonra Yahudi komşusu: “İnandığın Allah hakkı için doğru söyle.” diye yemin verince, şöyle dedi: “Eğer yemin vermeseydin söylemeyecektim. Mademki yemin verdin, öyleyse söyleyeyim. Bu koku senin tuvaletinin kokusudur. Bu kokuyu üç aydır çekiyorum. Her gün süpürüp temizliyordum. Hasta olunca temizleyemedim. Onun için kokuyor. Ama sen üzülme.” Ardından da Yahudi komşusunu teselli ediyor. Yahudi komşusu şöyle diyor: “Niçin söylemedin? Söyleseydin biz bunu yaptırırdık, sen de bu pislikten ve kokudan kurtulurdun.” Hasan Basri Hazretleri de şu cevabı veriyor: “Söylemedim, incineceğinden, kalbinin kırılacağından çekindim.” Bunun üzerine Yahudi komşu: “Sen gerçek Müslümansın, senin dinin de hak dindir. Bu büyüklük ancak ve ancak Hak dinin verdiği bir nimettir. Bana İslam’ı ve imanı telkin et, Müslüman olacağım.” dedi. Hasan Basri Hazretleri kendisine telkin etti. Yahudi Müslüman oldu, evine gitti ve ev halkını da Müslüman yaptı.

     İşte komşulara, özellikle gayri Müslim komşulara iyilik ve ihsanda bulunmak, onların Müslüman olmalarına vesile olur. Bunu yapana bol ecir ve mükâfat verilir. Bunun içindir ki, Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:

 

فوالله لأن يهدي الله بك رجلاخيرلك من أن تكون لك حمرالنعم.

 

     “Allah’ yemin ederim ki, Allah’ın senin vasıtanla bir insanı hidayete erdirmesi, en değerli kırmızı deve sürüsüne sahip oluşundan daha hayırlıdır.”

     Bir başka hadis-i şerif te şöyledir:

 

مازال جبريل يوصينىبالجارحتىظننت أنه سيورثه.

 

     “Cibril bana komşuyu tavsiye edip durdu. Öyle ki onu (Komşuyu) mirasçı kılacak zannettim.”

     Komşuyu gözetmek, onu korumak, imanın kemalindendir. Komşuya vasiyet demek, ona güç miktarınca hediye vermek, güler yüz göstermek, selam vermek, hal ve hatırını sorup araştırmak, ona eziyet verecek maddi ve manevi işlerden sakınmak demektir. Komşu hakkını gözetmek konusunda Cebrail (AS) o kadar önemle durdu ki, Hz Peygamber (SAV) komşunun aynen yakın akrabalar gibi, insanın malında ortak olacakları zannında bulunmuşlardır. Komşu kim olursa olsun ve hangi halde bulunursa bulunsun, ona takat miktarınca iyilik ve ihsanda bulunmak lazımdır.

     Hz Peygamber (SAV)’in hadis-i şerifleriyle konumuzu bitirelim:

     “Bir kimse bir kardeşinin haysiyetine veya malına haksız olarak taarruz etmişse; altın ve gümüş bulunmayan günden (kıyametten) önce onunla helâlleşsin. Aksi takdirde yaptığı zulüm nispetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. Eğer iyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden adama yükletilir.”

     “Birbirinize haset etmeyiniz. Alışverişte birbirinizi aldatmayınız. Birbirinize dargın durmayınız ve birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Birinizin bitmek üzere olan pazarlığını bozmayınız. Allah’ın kulları! Kardeş olunuz.”      

     “Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı beştir. Bunlar: Selam almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeyi teşyi etmek, davete icabet etmek, aksırana (Elhamdü lillah dediği zaman) Yerhamükallah (Allah sana rahmet etsin) demek.”

     Allah cümlemizi komşu haklarına riayet eden kullarından eylesin… ÂMİN…

 

KAYNAK : MÜMİNLERE VAAZ VE İRŞAD     MEHMET ALTUNKAYA

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi31
Bugün Toplam1010
Toplam Ziyaret5020025
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI