İBADETİN ŞAHSİYET ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ:الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ:الَّذِينَ هُمْ يُرَاؤُونَ:وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ:
4-) “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki.”
5-) “Onlar namazlarını ciddiye almazlar.”
6-) “Onlar gösteriş yapanlardır.”
7-) “Ve hayra da mâni olurlar.” (MAUN SURESİ – 4/5/6/7. AYETLER)
Allah’a sevgi ve saygı bağlılığımızı ifade etmek için yapmış olduğumuz dinî davranışlara ibadet diyoruz. Bu davranışların hayatımızdaki yeri ve rolü nedir? Diğer ekonomik, sosyal, ahlâki ve hukukî davranışlarımızla ilgileri var mıdır? Yoksa diğer davranışlarla ilgisi olmayan, sadece birer dinî davranıştan mı ibarettirler?
İnsan şahsiyetinin bütünlüğü göz önüne alındığı zaman, bir dinî davranış olan ibadetin diğer davranış çeşitleriyle yakın ilişki içinde olduğu görülecektir. Çünkü insan ibadet ederken kendini Allah’ın huzurunda, Allah’ın kontrolünde hissettiği gibi; alış-verişinde, sosyal ilişkilerinde, görev ve sorumluluklarında Allah şuurunun gereğini yapacaktır.
Öyleyse ibadetin insan şahsiyeti üzerindeki tesirlerini daha ayrıntılı olarak görmeye çalışalım:
İbadet, insanın her türlü durum ve şartlara uyumunu ve intibakını kolaylaştırır; uyuşukluk ve tembellikten kurtarır. Askerlik gibi, insanın intibakta güçlük çektiği pek çok ortamda, ibadet ehli insanlarla ibadet ehli olmayanlar hemen fark edilir. Çünkü ibadet ehli böyle sıkıntı ve güçlüklere göğüs germesini bilir, zira bu gibi durumlara karşı idmanlıdır. Namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetler bu açıdan değerlendirilebilir. Namaz vakitlerinin kesin hatlarla tayin edilmiş olmasının hikmeti üzerinde düşünülecek olursa bazı psikolojik sonuçlar elde edilebilir. Namazlarımızın vaktini geciktirdiğimizde telaşlanır, vaktinde yetişmeğe gayret ederiz. Çünkü icabında kısa bir zaman parçasını değerlendirememek, namazımızın vaktini kaçırmamıza ve Allah yanında suçlu duruma düşmemize sebep olur. Zaman zaman bu inceliğin üzerinde düşündüğümüz olmuştur. Yani bu kadar kesin hatlarla namaz vakitlerinin tayin edilmesinden hikmet nedir?
Bu hikmetin şu örnekle anlaşılması mümkündür: Günümüzde sivil savunma diye bir kuruluş var, kadrosu, görevlisi bulunan bir kuruluş. Yani amatörce bir iş değil. Bu teşkilâtın birtakım faaliyetleri, tatbikatları var. Allah muhafaza, bir harp veya bir afet durumunda alarm verilirse, insanlar bu gibi zor durumlarda neler yaparak, nasıl kendilerini koruyup kurtarabilecekleri konusunda hazırlanır ve eğitilirler. İşte namazın böyle vakitlerinin kesin hatlarla tayin edilmiş olması da bizi, hayatta beklenmedik durumlara karşı hazırlar ve insanın iş yapma gücünü canlı tutar.
İbadet, insanın şahsiyetini geliştirir ve olgunlaştırır. Çünkü kişinin Allah’a kul olması, kulluğunun gereğini yapması; başkalarına karşı eğilmekten, tabasbustan, şeref ve haysiyetini rencide etmekten korur. Ayrıca kişi, Allah’a gerektiği gibi kul olabildiği oranda nefsinin arzularını, heva ve hevesine esir olmaktan kurtularak kendine hâkim, şahsiyetli, vakarlı ve itibarlı bir duruma yükselir. Nitekim bir fıkıh hükmüdür ki, Allah’tan başka hiç bir kimsenin huzurunda saygı ifadesi olarak rükû derecesinde eğilmek caiz değildir.
Demek ki, İslâm insanın bir Allah’a kul olmasını sağlarken onu, başka şeylere ve kimselere kul olmaktan kurtarmaktadır. Allah huzurunda insanların, tarağın dişleri gibi eşit olduklarını belirten Hz. Peygamber(SAV)’in, ne demek istediğini, namazda saf saf olmuş insanların durumunu görünce daha iyi anlarız. Orada âmir-memur, işçi-patron, zengin-fakir, er-komutan, siyah-beyaz, yan yanadırlar. Bir samimiyet halesiyle Allah’ın huzurunda ve Allah için birbirlerini sevmektedirler. Böylece kişinin diğer gamlık duyguları gelişmekte ve sosyal bütünlük sağlanmaktadır. Oruç tutan insanların aynı halet-i ruhiye içinde ve aynı şartlar altında Allah için bir takım arzularından fedakârlıkta bulunduklarını görürsünüz. Bu insanlar, ister fakir olsun isterse zengin, sosyal statüleri ne olursa olsun, bir ay Ramazan boyunca, her gün belli bir zaman dilimi içerisinde Yüce Yaratıcı’nın emri gereğince açlığa, susuzluğa, cinsî arzularının frenlenmesine katlanmakta, sabretmeyi öğrenmektedirler. Böylece, başkalarına hâkim olmakla kendilerine, nefislerine hâkim olmak arasındaki farkı görmekte; irade terbiyesi dediğimiz olayı yaşamaktadırlar.
İnsanoğlu, genellikle kendinden daha iyi durumda olanlara bakarak kendi durumunu yükseltmek, daha iyi imkânlara sahip olmak ister. Bu arzusunu gerçekleştirmesi, hayatın tabiî seyri içinde bazen mümkün olmakta, bazen da olmamaktadır. Arzularına kavuşamayan insanların üzüntü içine düştükleri, hatta aşağılık duygusuna kapıldıkları görülür. Bu insanlar, bir de kendilerinden aşağı durumda olanlara bakarlarsa, o zaman içinde bulundukları, sahip oldukları ama farkında olmadıkları bazı nimetleri daha iyi anlarlar ve üzüntülerden kurtularak Allah’a şükretmeğe başlarlar. Zaten ibadetin bir manası da şükür değil midir?
İşte ORUÇ bu bakımdan büyük bir fırsattır. İnsanın sadece kendinden yukarıdakilere değil, kendinden aşağıdakilere de bakması, onların içinde bulunduğu durumları görmesi ve tatması imkânını sağlayarak ruhi dengesini korumasına yardımcı olur. Birtakım zorluklara ve mahrumiyetlere karşı da metanetini, tahammülünü artırır. Kendine güven duygusunu takviye eder. Kişinin en temel ihtiyaçlarını ve arzularını belli şartlar ve sınırlar içinde disiplin altına almak suretiyle Allah’a olan sevgi ve bağlılığını da ifade etmesini sağlar.
ZEKÂT İSE, Allah’ın verdiği nimetlerin şükrünü eda etmek için malî yönden bir fedakârlıkta bulunmaktır. İnsanın sahip olma arzusu, birtakım kıymetli eşyayı toplamak hususunda onu gayrete geçirir. Böylece toplar, toplar... Eğer bu topladıklarını yerinde ve zamanında harcamasını bilmezse, bu toplama tutkusu onu cimriliğe götürür. Cimrilik ise, ruhî bir hastalıktır. Kişi, Allah’ın emrettiği zekâtı vermek suretiyle hem bu cimrilik hastalığına tutulmaktan korunmuş veya kurtulmuş, hem de almanın zevki yanında başkalarına vermenin, başkalarını sevindirmenin zevkini tatmış olur.
HAC İBADETİNE GELİNCE, bu ibadet bilindiği gibi hem malî ve hem de bedenî bir ibadettir, öyle olunca namaz ve oruç gibi bedenî ibadetlerin özellikleriyle zekât gibi malî ibadetlerin özelliklerini taşıdığı söylenebilir.
Burada ibadetlerin şahsiyet üzerindeki etkilerinden bir diğerine daha değinmek ibadetlerine dikkatli olan bir kişinin temel özelliklerine geçmek istiyorum.
İbadet, kişinin genel olarak duygusal dengesini de korur. Devamlılık arz eden ibadet, uzun zaman, kişinin ne birtakım sevinçler yüzünden şımarması ve gururlanması; ne de birtakım akıntıları onu ümitsizlik ve karamsarlığa düşürmesine fırsat vermez. Çünkü ibadetin kazandırdığı Allah şuuru, kişinin duygularına hâkim olmasını sağlayarak iç kontrolünü diri tutar.
İbadetlerine dikkatli olan dindar kişi, başlıca şu özelliklere sahip olacaktır:
O, doğru, dürüst, kendine güvenir ve güvenilir, düzenli, disiplinli bir kimsedir. Kimsenin hakkını çiğnemez ve kimseye hakkını çiğnetmez. Sabırlı ve sebatlı, azimli ve gayretlidir. Güçlerinin ve yetkilerinin farkında, ancak sorumluluklarının da şuurundadır. Samimîdir, riyakârlıktan ve bas-bustan hoşlanmaz. Sağlığının ve servetinin bir emanet olduğunu bilir, ona göre davranır. Hâsılı o, abide bir şahsiyettir.
Burada bir hususa değinerek konuya son vermek istiyorum. Bazıları diyorlar ki, nice namazında-niyazında, ibadetinde-taatinde kimseler vardır ki, güven telkin etmiyor, işinde-gücünde, dükkânında ve mağazasında insanları kandırmanın yollarını arıyorlar. Ben namaz falan kılmam ama kalbim onlardan temizdir. Böylelerine cevap olarak şu ayetleri okumaları ve manası üzerinde biraz düşünmelerini tavsiye ederiz:
إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءوَالْمُنكَرِ:
“Gerçekten namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.”
(ANKEBUT SURESİ – 45. AYET)
فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ:الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ:الَّذِينَ هُمْ يُرَاؤُونَ:وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ:
4-) “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki.”
5-) “Onlar namazlarını ciddiye almazlar.”
6-) “Onlar gösteriş yapanlardır.”
7-) “Ve hayra da mâni olurlar.” (MAUN SURESİ – 4/5/6/7. AYETLER)
Demek ki, bu istenmeyen durum ve tutumlar, ibadetlerin sağlıklı ölçüler içinde yapılmadığından; kişilerin ibadetlerindeki samimiyet eksikliğinden, davranışlarındaki tutarsızlıktan ve şahsiyetleri ildeki zafiyetten ileri gelmektedir.
KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ