HASET İNSANIN İÇİNİ KEMİREN BİR HASTALIKTIR
أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ فَقَدْ آتَيْنَاآلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَآتَيْنَاهُم مُّلْكاً عَظِيماً:
“Yoksa onlar Allah’ın lütuf ve kereminden insanlara verdiği nimetleri mi kıskanıyorlar?” (NİSA SURESİ – 54. AYET)
Haset sözlükte çekememek demektir. Dindeki anlamı ise, başkasında olan her hangi bir varlığın ondan alınıp kendisine verilmesini istemektir. Bundan daha fenası da kendisine verilmese bile, o nimetten onun mahrum olmasını temenni etmektir. Kıskançlık bazen haset anlamında olursa da daha çok gayret anlamındadır. Mesela erkeğin karısını veya kadının kocasını başkalarından kıskanması haset değil gayrettir, bu davranış övülmüştür. Fakat birisi diğerinin karısını, kocasını, çocuklarını, güzelliğini veya her hangi bir nimet veya üstünlüğünü çekememesi, ona göz dikmesi, onun yok olmasını arzu etmesi, hasedin ta kendisidir ve bu davranış yerilmiş kötülenmiştir. Haset, kötülenmiş ve kötü bir huy olduğu bildirilmiştir. Gayret ise bunun aksine övülmüştür. Çünkü ilerleme, olgunluğa erme, iffet, hakkın korunması onunla olur. Yeter ki kendi hakkının ilerisine tecavüz etmek suretiyle aşırı olmasın. Böyle olursa o zaman gayret, haset manasında olmuş olur ki, makbul değil, bilakis günahtır.
HASEDİN TARİHÇESİ
Göklerde de yerlerde de ilk isyan yani Allah’ın emirlerine karşı gelme, haset yüzünden çıkmıştır. Allah’ın ilk yarattığı insan Hz Adem (AS)’dır ve aynı zamanda ilk peygamberdir. Allah, onu yaratmadan önce meleklere şöyle demişti:
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلآئِكَةِ اسْجُدُوا لآدَمَ فَسَجَدُواْ إِلاَّ إِبْلِيسَ لَمْ يَكُن مِّنَ السَّاجِدِينَ:قَالَ مَا مَنَعَكَ أَلاَّ تَسْجُدَ إِذْ أَمَرْتُكَ قَالَ أَنَاْ خَيْرٌ مِّنْهُ خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ:
“Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun secdeye kapanın. (Âdem yaratılınca) meleklerin hepsi de (Allah’ın emrine uyarak) hemen secde ettiler. Fakat (cinlerden olan) İblis ise emre uymadı, Âdem’e secde etmedi. Allah: “Ey iblis, secde edenlerle beraber olmayışının (yani Âdem’e secde etmeyişinin) sebebi nedir?” diye sordu. İblis: ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın insana secde edecek değilim. (Çünkü ben ondan daha üstünüm, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın) dedi. (A’RAF SURESİ 11–12. AYET)
İşte İblis, uzun yıllar Allah’a ibadet etmişken, Allah’ın Âdem (AS)’a verdiği üstünlüğü çekememiş ve Allah katındaki değerini yitirmiştir. Böylece göklerde ilk defa Allah’a isyan edilmiştir. İblis bu hasedi sebebiyle Allah’ın rahmetinden kovulmuş ve uzaklaştırılmıştır. Allah şöyle buyurdu:
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَإِنَّكَ رَجِيمٌ:وَإِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ إِلَى يَوْمِ الدِّينِ:
“Öyleyse oradan (cennetten) çık, artık kovuldun. Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lanet senin üzerine olacaktır.” (HİCR SURESİ – 34–35. AYETLER)
Başka bir ayette de:
قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ أَن تَتَكَبَّرَ فِيهَا فَاخْرُجْ إِنَّكَ مِنَ الصَّاغِرِينَ:
“O halde çık, sen artık küçülenlerdensin.” (A’RAF SURESİ – 13. AYET)
Kibirlenmek, küçüklüktür. Büyüyecek olan büyüklenmez, büyüklenen mutlaka küçülür. Büyüklük sadece Allah’a mahsustur. Allah, büyükleneni küçültür. İblis, büyüklendiği için Allah onu bulunduğu makamdan derhal azledip indirmiştir. Büyüklendiği için hakarete uğramıştır. İblis aslının ateş olduğuna güvenerek üstünlüğün kendisinde, aslından intikal eden bir miras, elinden alınamaz bir kişisel özellik olduğunu sanmış ve bulunduğu o mutluluk makamında düşmeyeceğini düşünmüş ve yaratıcının emrini eleştirmeye kalkmıştı. Eşyada bulunan bütün özelliklerin sadece bir Allah vergisi olduğunu unutmuştu. Bu unutkanlığının cezasını, bulunduğu makamdan uzaklaştırılarak çekmiştir. Buna da Hz Âdem (AS)’ı çekememesi sebep olmuştur.
Bu olayda düşünen insanlar için alınacak ibretler vardır. Allah’ın bir başkasına verdiği üstünlüğe ve nimete haset edip, o nimetin ondan alınarak kendisine verilmesini isteyen kimse, Allah’a ait olan bir takdir hakkının kendisinde olduğunu zannediyor ki, büyük bir hata yapıyor, günah işliyor demektir. İblis işlediği bu günahı cezasını ağır bir şekilde ödemiştir.
Yeryüzüne gelince; İlk insan ve ilk peygamber olan Hz Âdem (AS)’ın çocukları arasında da ilk isyan yine haset yüzünden çıkmıştır. Hz Âdem (AS)’ın çocuklarından olan Kabil, kardeşi Habil’i çekemeyip öldürmüş ve böylece yeryüzünde ilk cinayet haset yüzünden işlenmiştir.
Bir başka örnek te Hz Yakup (AS)’ın oğullarıdır. Bunlardan Hz Yusuf (AS) ile Bünyamin bir anadan, diğer oğullarsa başka bir anadan idiler. Hz Yakup (AS), oğullarından Hz Yusuf (AS) ile Bünyamin’i diğer çocuklarından daha çok sevdiğini ve babalarının apaçık bir yanlışlık içinde olduğunu oğulları söylüyorlardı. Bunu çekemeyen çocukları ne yapacaklarını kendi aralarında tartıştılar. Bir kısmı; Yusuf’u öldürün veya buralardan uzaklaştırın ki babanızın sevgisi size kalsın, sonra tevbe eder, iyilerden olursunuz. Dediler. İçlerinden biri bunu uygun bulmayıp: Yusuf’u öldürmeyin, bir kuyunun dibine bırakın da gelip geçen bir kervan onu alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın. Dedi. Bu görüşü benimsediler. Şimdi yapılacak şey, Yusuf’u oynamak üzere babalarından isteyip almak ve planlarını uygulamaktı. Babalarına geldiler: Ey babamız, bize neden inanmıyorsun? Hâlbuki biz onun iyiliğini istiyoruz. Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin oynasın, kesinlikler biz onu koruruz dediler. Babaları endişe ediyordu: Onu götürmeniz beni üzer, korkarım ki onu kurt yer de sizin haberiniz olmaz. Dedi. Hz Yusuf (AS)’ı onlarla göndermek istemiyordu. Onlar: Vallahi biz öyle güçlü, kuvvetli bir toplulukken buna rağmen onu kurt, o zaman biz kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olmuş oluruz. Dediler ve isteklerinde ısrar ettiler. Baba istemeyerek te razı oldu. Kardeşleri Yusuf’u alıp götürdüler, onu planladıkları şekilde kuyunun dibine bıraktılar. Yatsı vakti ağlayarak babalarının yanına geldiler ve: Ey babamız, biz aramızda yarış yaparken Yusuf’u eşyalarımızın yanına bırakmıştık, bir de baktık ki, onu kurt yemiş. Şu anda biz doğru söylesek sen bize yine de inanacak değildin dediler. Bir de gömleğinin üzerinde yalandan bir kan getirmişlerdi. Onlara inanamadı ve: Hayır nefisleriniz sizi aldatmış ta size bir iş yaptırmış. Artık bana güzel bir sabır gerekiyor. Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah’tır dedi ve acısını içine gömdü.
Bundan sonrası malum… Bir kervan gelmiş, kuyudan su çekerken Hz Yusuf (AS)’ı görmüş ve kuyudan çıkarmışlar ve Mısır’a götürmüşlerdir.
Kardeşlerin birbirini çekememesi yüzünden baba Yakup (AS)’ın uzun yıllar çektiği bu dayanılmaz acı ve hiçbir zaman Allah’tan ümidini kesmemiş olması bütün detaylarıyla Yusuf suresinde hikâye edilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in haber verdiği bu olaylar, çekememenin insana neler yaptırdığının acı örnekleridir. İnsan bu kötü huyun esiri olunca yapamayacağı hiçbir şey yoktur.
Evet, haset tarihten gelen sosyal bir hastalıktır. Peygamberimiz (SAV) bunu şöyle ifade ediyor:
“Size öncekilerin çekememe ve düşmanlık hastalığı bulaştı. İşte bu hastalık tıraş edip kazır. Saçları tıraş eder demiyorum. Fakat dinin insana kazandırdıklarını kazıyıp yok eder. Canımı kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, inanmadıkça cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de kâmil manada inanmış olmazsınız. Bunu size sağlayacak şeyi size haber vereyim mi? Aranızda selamı yayınız, birbirinizle selamlaşın.”
Peygamberimiz (SAV) bu ifadeleriyle hasedin, tarihin derinliklerinden geldiğini, inananın dinine zarar verdiğini ve bundan kurtulmanın hatta cennete girmenin yolunun da birbirini sevmek olduğunu bildiriyor. Elbette birbirini sevenler, eriştikleri nimete haset etmeyecekler, belki buna sevineceklerdir. Bir baba ve anne düşününüz ki, çocuklarının üstünlüğüne ancak sevinirler. Birbirini içtenlikle sevenler de kendilerine reva gördükleri bir şeyi sevdiklerine de reva görürler.
HASEDİN KAYNAĞI
Hasedin kaynağı, Allah’ın taksimine razı olmamak ve bu taksimi beğenmemektir. Kur’an şöyle buyurur:
أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ فَقَدْ آتَيْنَاآلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَآتَيْنَاهُم مُّلْكاً عَظِيماً:
“Yoksa onlar Allah’ın lütuf ve kereminden insanlara verdiği nimetleri mi kıskanıyorlar.” (NİSA SURESİ – 54. AYET)
Bir diğer ayet te şöyledir:
أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَةَ رَبِّكَ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُم مَّعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِالدُّنْيَا وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضاً سُخْرِيّاً وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِّمَّا يَجْمَعُونَ:
“Yoksa Rabbinin rahmetini onlar bölüyorlar?” (ZUHRUF SURESİ – 32. AYET)
Allah’ın sayılamayacak kadar nimeti vardır. Allah, dünya düzeni için insanları birbirlerine muhtaç olacak şekilde yaratmış, herkese aynı seviyede vermemiştir.
Kur’an, bu hususu şöyle ifade eder:
وَلَوْ بَسَطَ اللَّهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِهِ لَبَغَوْا فِي الْأَرْضِ وَلَكِن يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَّا يَشَاءُ إِنَّهُ بِعِبَادِهِ خَبِيرٌ بَصِيرٌ:
“Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir.” (ŞURA SURESİ – 27. AYET)
O halde bizlere düşen, Allah’ın başkasına verdiği nimete haset etmek değil, Allah’ın fazlından istemektir. Allah, isteyene ve çalışana vereceğini vaat etmiştir. Bunun için vereni tanı, istemeyi bil ki, Allah ta sana versin.
HASET KİMLERDE BULUNUR?
Haset, hemen hemen herkeste ve her meslek grubunda bulunur. Kişi kendisinden üstün gördüğü kimseye haset eder, onu çekemez. İMAM-I GAZALİ şöyle diyor:
Adamın birisi, Hasan-ı Basri’ye: “Mümin hiç haset eder mi?” diye sormuş. Hasan-ı Basri: “Yakup (AS)’ın oğullarını unuttun mu? Elbette mümin de haset edebilir.” diye cevap vermiş. Gerçi Peygamberimiz (SAV): “İman ile haset bir kimsede birleşmez.” buyurmuştur. Ancak buradaki iman olgun iman demektir. Elbette olgun iman ile haset bir arada bulunmaz.
Haset hastalığından gönlünü korumayı başaran kimsenin cenneti hak edeceğini Peygamberimiz (SAV) bildirmiştir. Enes b. Malik (RA) anlatıyor: Biz Peygamberimiz (SAV) ile beraber oturuyorduk. Buyurdular ki: “Şimdi size cennetliklerden bir adam çıka gelecektir.” Bir de baktık ki, Ensar’dan bir adam çıka geldi. Sakalından abdest suyu damlıyordu. Ayakkabılarını da sol eline almıştı. Ertesi gün olunca Peygamberimiz (SAV), bir gün önceki söylediği gibi söyledi. Yine baktı ki, aynı adam bir önceki gibi çıka geldi. Üçüncü gün olunca, Peygamberimiz (SAV) yine önce söylediği gibi söyledi, derken aynı adam ilk hali gibi çıka geldi. Peygamberimiz (SAV) oradan çıkınca Abdullah b. Amr (RA) o adamı izledi ve ona: “Ben babamla tartıştım. Üç gün onun yanına girmeyeceğime yemin ettim. Eğer siz, bu süre içinde benim yanınızda kalmama izin verirseniz kalacağım.” demiş, adam da kalmasına izin vermişti. Abdullah, onunla beraber üç gün kalmış, fakat gece ibadete kalktığını görmemiş, ancak sabah namazına kadar uyandıkça Allah’ı anmış ve tekbir getirmiş. Abdullah: “Onun hayırdan başka bir söylediğini duymadım.” Üç gün geçince sanki onun amelini küçük görür gibi dedim ki: “Ey Allah’ın kulu, babamla aramda bir anlaşmazlık yoktur. Peygamberimiz (SAV) sizin için üç kere: “Şimdi size cennetliklerden bir adam çıka gelecektir.” dedi. Üç defasında da siz çıka geldiniz. Sizin yanınızda kalarak amelinizin ne olduğunu görmek istedim. Böylece sizin yaptığınızı yapmak istiyordum. Fakat büyük bir amel yaptığınızı görmedim. Sizi Peygamberimiz (SAV)’in müjdelediği mertebeye ulaştıran nedir?” Adam dedi ki: “Şu gördüğünden başka değildir.” Ben oradan ayrılmak üzere dönünce, bana seslendi ve dedi ki: “O senin gördüğün şeyden başkası değildir. Ancak ben, Müslümanlardan hiç kimseye kalbimde hile ve kin tutmam ve Allah’ın verdiği bir hayırdan dolayı hiç kimseye asla haset etmem.” Bunun üzerine Abdullah: “İşte seni bu dereceye yaklaştıran budur.” dedi.
Haset herkeste bulunabilir. Daha çok emsal, akran, kardeş ve akrabalar arasında bulunur. Bunun içindir ki, âlim âlime, tüccar tüccara, sanatkâr sanatkâra haset eder. Yani herkes kendi mesleğinden olanı çekemez. Bunun gibi bir pehlivan bir âlime değil, kendisi gibi bir pehlivana haset eder. Çünkü o ilimle değil pehlivanlıkla şöhret kazanmak arzusundadır.
HASEDİN BELİRTİSİ
Bu hastalığı olan kimse haset ettiği kimsenin başına bir felaket geldiği zaman buna sevinir. Kur’an bu hali şöyle anlatır:
إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْبِهَا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ لاَ يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئاًإِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ:
“Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider. Başınıza bir kötülük gelse onunla sevinirler.” (ALİ-İMRAN SURESİ – 120. AYET)
Bir diğer ayet te şöyledir:
وَدَّ كَثِيرٌ مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُم مِّن بَعْدِ إِيمَانِكُمْ كُفَّاراً حَسَداًمِّنْ عِندِ أَنفُسِهِم مِّن بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّ فَاعْفُواْوَاصْفَحُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ:
“Ehl-i kitaptan olan (Yahudi ve Hıristiyanlardan) çoğu, gerçek kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi imanınızdan vazgeçirip küfre döndürmek isterler.” (BAKARA SURESİ – 109. AYET)
HASEDİN ZARARLARI
Hasedin maddi-manevi pek çok zararları vardır. Fakat her şeyden önce haset, Müslüman’ın dinine zarar verir. Çünkü inanmış olan bir kimse, kalbini her türlü kötü duygu ve düşüncelerden arındırmış olacak ve haline rıza gösterecektir. İsteklerini Allah’a sunacak ve yalnız O’ndan dileyecektir. Haset kötü bir duygu olduğuna göre, inanmış olan bir kimsede asla bulunmamalıdır.
Abdullah b.Ömer (RA) anlatıyor: Peygamberimiz (SAV)’e soruldu: “Ey Allah’ın Rasülü! İnsanların en faziletlisi kimdir?” Peygamberimiz (SAV): “Her temiz kalpli ve doğru sözlü olandır.” buyurdular. Ashap: “Doğru sözlüyü biliyoruz. Kalbi temiz olmak ne demektir?” diye sordular. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu: “Bir koyun ağılına giren iki aç kurdun koyunlara verdiği zararı, haset ve aşırı derecede mala düşkünlüğün, Müslüman’ın dinine verdiği zarardan daha çok değildir. Gerçekten ateşin odunu yaktığı yediği gibi haset te iyilikleri yer ve tüketir.”
Ayrıca haset edenin dünyada rahat ve huzuru yoktur. Haset ettiği kimselerin yükseldiklerini gördükçe rahatsızlığı artar huzuru kaçar ve uykusu kaybolur. Allah şöyle buyuruyor:
وَلَا يَحِيقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ إِلَّا بِأَهْلِهِ:
“Kişi kazdığı kuyuya kendi düşer.” (FATIR SURESİ – 43. AYET)
Evet, kişi çoğu zaman haset ettiği ve düşmanlık duyduğu kimse için istediği, kendi başına gelir. Bu durumu hatırlatan şu atasözümüz ne güzeldir:
“Haset tohumu eken, hasret nedameti biçer.”
Haset eden, haset ettiği kimsenin ilerlediğini, toplum içinde itibar gördüğünü gördükçe sadece huzuru kaçmaz; Allah korusun, her türlü fenalığın planlarını yapmaya başlar. Bunun için Allah kötü huylardan çekindirirken, şöyle buyurur:
وَمِن شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ:
“Kıskandığı vakit, kıskanç kişinin şerrinden Allah’a sığınırım de.” (FELAK SURESİ – 5. AYET)
İMAM-I GAZALİ, İHYA’sında şu hikâyeyi anlatıyor: Zatın biri bir hükümdara uğrar ve ona öğüt verir: “Sana iyilik yapana sen fazlasıyla iyilik yap. Kötülük yapana ise bir şey yapma, onun kötülüğü sana mükâfat olarak yeter.” Bunu dinleyen bir başkası bu zatın hükümdar yanındaki itibarını görünce bunu çekemez. Hükümdara yaklaşır ve: “Size öğüt veren bu adam, nefesinizin koktuğunu söylüyor.” der. Hükümdar: “Ne biliyorsun?” diye sorar. Adam: “Bu zat bir daha yanınıza geldiğinde, ağzını ve burnunu tuttuğunu göreceksiniz.” der. Hükümdar da: “Peki, görelim.” der. Adam, hükümdarın yanından çıkar. Haset ettiği zat hükümdarın yanına çıkacağı zaman onu davet eder ve kendisine sarımsaklı yemek yedirir ve: “Ağzının kokusu ile hükümdara fazla yaklaşma” diye tembih eder. Bu zat, yine âdeti üzere hükümdarın huzuruna girer ve kendisine tavsiyelerde bulunur. Hükümdar bu zata yanına yaklaşmasını söyler. Adam da ağzını burnunu tutarak hükümdara yaklaşır. Hükümdar, adamın kendisine doğru söylediğine inanır. Bunun üzerine yazdığı bir fermanı adama verir ve: “Bu mektubu falan komutana götür.” der. Hükümdarın kendi eliyle yazdığı fermanlar çoğunlukla yardım edilmesini emreden yazılar olduğu için adam mektubu alır. Dışarıya çıkınca kendisine yemek yediren adamla karşılaşır. Adam kendisine: “Elindeki mektup nedir?” diye sorar. Adam: “Hükümdar herhalde bana yardım yapılmasını emretmiştir, onu almaya gidiyorum.” der. Adam yalvarır ve: “Bu mektubu bana ver.” diye rica eder. O da: “Peki al.” der. Adam mektubu alır almaz doğru zarfın üzeri kendisine yazılan komutana gider ve mektubu takdim eder. Kumandan, kendisine öğüt veren zata kızmış ve cezalandırılmasını yazmış. Bunu duyan adam, komutana yalvarır ve: “Aman, bu mektubun sahibi ben değilim, istersen gidip asıl sahibini getireyim.” derse de komutan güvenmez, hükümdarın emrini yerine getirerek adamı cezalandırır. Ertesi gün yine aynı zat hükümdarın huzuruna çıkınca hükümdar şaşırır ve sorar: “Sana dün verdiğim mektup ne oldu?” der. Adamcağız durumu anlatır. Hükümdar sorar: “Benim nefesimin koktuğunu söylemişsin doğru mu? Adam: “Hayır, ben böyle bir şey söylemedim.” der. Hükümdar: “Öyleyse neden bana yaklaşınca ağzını burnunu kapattın?” deyince, Adam durumu anlatır ve: “O gün mektubu kendisine verdiğim zat beni yemeğe davet etti, bana sarımsaklı yemek yedirdi. Nefesimin kokusu sizi rahatsız etmesin diye yanınıza girdiğimde ağzımı kapatmamı söyledi. Ben de uygun gördüm ve sizi rahatsız etmemesi için böyle yaptım.” deyince, hükümdar durumu öğrendi ve: “Evet, kötülük yapan cezasını buldu ve senin yerine geçti.” der.
İMRENME
Hasedin bir çeşidi daha vardır ki, buna MÜNAFESE denir. Münafese, başkasında olan bir olgunluğa, bir iyiliğe imrenip ona yetişmek veya ondan da ileri gitmek için yarışmak demektir. Haset ile arasındaki fark açıktır. Haset eden, olgunluk ve kemale düşmandır. Haset ettiği kimsenin zarar görmesinden, eriştiği nimetin yok olmasından memnun olur. Bunu göremeyince de rahatsız olur. Hâlbuki imrenen ise, aksine olgunluğa âşıktır. O, karşısındakinin aşağı düşmesini değil, kendisinin de onun gibi olmasını, hatta daha da ileri gitmesini ister. Bunda yarışma ise makbuldür. Çünkü Allah, Kur’an’da:
وَفِي ذَلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ:
“İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar.” buyurmuş ve bunu övmüştür. (MUTAFFİFİN SURESİ – 26. AYET)
Peygamberimiz (SAV) bunun ancak iki şeyle olabileceğini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Ancak iki şeye imrenilebilir: Biri, Allah’ın kendisine mal verip, bu malı hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kimse. Diğeri de, Allah’ın kendisine ilim verip, bununla amel eden ve başkalarına da öğreten kimse.”
İşte Peygamberimiz (SAV) bu iki kişiye; malı ile hayır ve hasenat yapan ve Allah yolunda malını harcayan kimse ile ilmiyle amel edip onu başkasına da öğreten kimseye gıpta edilmeye değer oldukları bildiriliyor.
Enes b. Malik (RA)’ın rivayet ettiği bir hadisle konumuzu bitirelim: Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:
لاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ تَحَاسَدُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَكُونُوا عِبَادَ اللَّهِ إخْوَانًا
وَلاَ يَحِلُّ لِمُسْلِمٍ أنْ يَهْجُرَ أخَاهُ فَوْقَ ثَلاَثِةِ اَيَّامٍ
“Birbirinize hiddetlenmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; Ey Allah’ın kardeş olun. Bir Müslüman’a, üç günden fazla din kardeşiyle dargın durması helal olmaz.”
KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ EKİM-2000