İslam'a Göre Mal-Mülk Edinme
MAL-MÜLK EDİNME
Dinimiz “bir hırka bir lokma” anlayışına dayalı bir hayat tarzını uygun bulmamıştır. Kur'ân ve Sünnette, dünyayı ve dünya hayatını öven deliller olduğu gibi, bunların kötülendiği, fani olduğunun vurgulandığı ayet ve hadisler de vardır. Yani ayet ve hadislerde dünya hem övülmüş ve hem de yerilmiştir. Bundan amaçlanan, dünyaya ve dünyalığa kul olunmaması, her şeyin sahibi ve hakimi Allah’a kul olunmasıdır.
Yüce Allah, Kuran-ı Kerim’de;
قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللّهِ الَّتِيَ أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالْطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ قُلْ هِي لِلَّذِينَ آمَنُواْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
“(Ey Peygamberim!) De ki: 'Allah’ın, kulları için yarattığı zîneti ve temiz rızkı kim haram kılmış?' De ki: 'Bunlar, dünya hayatında müminler içindir. Kıyamet gününde ise yalnız onlara özgüdür. İşte bilen bir topluluk için âyetleri, ayrı ayrı açıklıyoruz” (A’raf,7/ 32)
.
وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ
“Allah’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah bozguncuları sevmez” (Kasas,28/ 77) buyurmuştur.
Peygamberimiz (a.s) ‘de;
الْيَدُ الْعُلْيَا خَيْرٌ مِنْ الْيَدِ السُّفْلَى
“Veren el alan elden hayırlıdır”[1]
ان الله يحب ان يرى اثر نعمته على عبده
"Allah, (kuluna verdiği) nimetinin izini kulunun üzerinde görmeyi sever”[2] buyurmuşlardır.
İslam dini dünya ile âhiret arasında bir denge kurmuş, âhiret hayatıyla ilgili görevleri engelleyecek dünyayı kınamış,bu hayata yardımcı olan dünyayı terk etmemek, hiç ölüm yokmuş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de âhiret için çalışmayı öngörmüş, hatta Müslümanların,
رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النار ِ
“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” (Bakara, 2/201) diye dua etmelerini istemiştir. Ayrıca dinimiz zekat vermeyi ve hacca gitmeyi emretmiştir. Bunun altında servet sahibi olmanın önemi vurgulanmıştır. Malı olmayanlar bu ibadetleri yapamazlar.
Aslında yerilen ve kınanan, övülen ve güzel görülen dünya değil, ona yönelen insan arzusunun derecesi ve şeklidir. Gazali’nin deyimiyle dünya ve âhiret kalbin iki halidir[3]. İnsan, dünyayı hırsla ve tamahla istiyorsa, onu eline geçirmek için haksızlıkların her türlüsünü veya bir bölümünü göze almaktan sakınmıyorsa İslâm’da şiddetle yerilen ve karalanan dünya budur. Dini görevleri ifaya engel olmayan ve haksızlık yapmaya yol açmayan dünyalık, mal ve servet ne kadar çok olursa olsun, İslam asla ona karşı olmaz. Nitekim Hz. Peygamber’in en yakın dostları arasında Hz. Osman ve Hz. Zübeyr gibi çok zengin kimseler vardı.
İslam dünya işlerine ve mala çok büyük önem ve değer vererek temel ihtiyaçtan biri haline getirmiştir. Ancak İslam nazarında mal ve servet ne kadar değerli olursa olsun, ahlâki esaslar ve dini hükümler ondan daha değerlidir. Yani ruh bedenden, âhiret dünyadan, din maldan evvel gelir. O halde bunlardan birini diğerine feda etmek, birini diğerine tabi kılmak gerekirse ikinciler birinciler için feda edilir ve servet insan içindir. Malı gaye, insanı onun vasıtası haline getirmek İslam’ın temel görüşüne aykırıdır. İslam’da mana ve manevi değerler daima maddeden ve maddi değerlerden üstün tutulmuştur. Onun için paraya kul olan menfaatperest insanlar şiddetle kötülenmiştir. İnsani değerlere, beşeri hasletlere, ahlaki faziletlere ve yüce meziyetlere zarar veren bir maddi varlığın olmasından olmaması daha hayırlıdır.
MAL GÜVENLİĞİ VE ÇALIŞMA
“Mal güvenliği”, bir başka deyişli “malı muhafaza”dan maksat, üretme anından tüketilmesine kadar her noktasında onu en uygun biçimde insanın istifadesine sunmak ve malı ziyan edecek veya ona zarar verecek her türlü davranıştan uzak durmaktır. İnsan yaşadığı sürece mala ve maddeye muhtaçtır. İnsan hayatı mal ve madde olmadan devam edemez. Bunun için çalışmayı tabii bir hak ve görev olarak gören İslam önce çalışmayı ve üretmeyi teşvik etmiştir. Yüce Allah; yeryüzünde olan her şeyi insan için yaratmış(Bakara-2/29) ve bunları onun emrine ve istifadesine vermiştir (İbrahim-14/32,33; Nahl-16/12,14). Ancak bunları elde etmeyi ise çalışıp kazanmaya bağlamıştır. Bu hususta Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
فَإِذَا قُضِيَتِ الصَّلَاةُ فَانتَشِرُوا فِي الْأَرْضِ وَابْتَغُوا مِن فَضْلِ اللَّهِ وَاذْكُرُوا اللَّهَ كَثِيراً لَّعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz” (Cuma, 62/10).
و َأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى . وَأَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرَى.
“İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir” (Necm, 53/39,40).
وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ لِبَاسًا وَجَعَلْنَا النَّهَارَ مَعَاشًا
“Geceyi (sizi örten) bir elbise yaptık. Gündüzü de geçimi temin zamanı kıldık” Nebe, 78/10-11).
İslam’da çalışan ve kazanan, yani üreten insan Allah’ın sevgili kuludur. Bir toplumun efendisi onlara hizmette bulunan zattır.Çalışmanın önemiyle ilgili pek çok hadis vardır. Bunlardan birinde Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
مَا أَكَلَ أَحَدٌ طَعَامًا قَطُّ خَيْرًا مِنْ أَنْ يَأْكُلَ مِنْ عَمَلِ يَدِهِ وَإِنَّ نَبِيَّ اللَّهِ دَاوُدَ عَلَيْهِ السَّلَام كَانَ يَأْكُلُ مِنْ عَمَلِ يَدِهِ.
"Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yiyecek yememiştir. Allah'ın peygamberi Davut (a.s.) da elinin emeğinden yerdi."[4]
Hadislere göre; öyle günahlar vardır ki onları ancak insanlardaki geçim kaygısı ve kazanma tasası siler. Dilenmemek, ailesinin nafakasını sağlamak, konu komşuya iyilik etmek maksadıyla bir kimse her yoldan mal kazanır ve dünyalık işlerle meşgul olursa Allah’ın huzuruna çıktığı zaman alnı dolunay gibi pırıl pırıl ışıldar. Allah, başkalarına muhtaç olmamak için çalışanı ve bir meslek sahibi olanı sever.
Bir kimsenin eline ip alıp sırtında odun taşıyarak geçimini sağlaması, dilenmesinden çok daha hayırlıdır.
مر على النبي رجل فراى اصحاب رسول الله من جلده و نشاطه
Hz Peygambere biri uğrar. Rasulüllah'ın ashabı; bu kimsenin güçlü ve gürbüz bir olduğun görünce,
- فقالوا يا رسول الله لو كان هذا في سبيل الله
"Ey Allah'ın Elçisi! Keşke bu kimse (gücünü ve gençliğini) Allah yolunda harcasa” derler. Allah Resulü,
- فقال رسول الله ان كان خرج يسعى على ولد صغاره فهو في سبيل الله و ان كان خرج يسعى على ابويه شيخين كبيرين فهو في سبيل الله فان كان يسعى على نفسه يعفها فهو في سبيل الله و ان كان خرج رياء و مفاخرة فهو في سبيل الشيطان
"Eğer bu kimse küçük çocuklarının (geçimi) için çalışmak üzere (evinden) çıkmış ise o Allah yolundadır. Eğer yaşlı ana babası(nın ihtiyaçlarının temin etmek) için (evinden) çıkmış ise yine Allah yolundadır. Eğer kendi ihtiyaçlarının karşılamak için çıkmış ise yine Allah yolundadır. Eğer riya ve gösteriş için çıkmış ise Şeytan yolundadır" buyurmuştur.[5]
İslam’da her ne suretle olursa olsun para kazanmak değil, helal ve meşru yollardan kazanmak önemlidir. Bunun için çalışmak esastır. Alın teri ile elde edilen mal kıymetlidir. İnsan meşru yollardan giderek mubah olan her şeye sahip ve malik olma hak ve hürriyetine sahiptir. İslam’da mal ve mülk edinme, edinilen malı ve mülkü artırma, bunun üzerinde tasarrufta bulunma ve mülkiyet hakkına sahip olma esastır. Fertler meşru yollardan kazanmak ve zekatını vermek kaydıyla diledikleri kadar servet sahibi olabilirler. İsIam tembelliği, işsizliği, dilenciliği, ele güne yük olmayı caiz görmez. Fakirlik küfre yakındır. İki cihanda yüz karasıdır.
Mal edinmeye sevk eden iki unsur vardır. Biri hırs ve ihtiras, diğeri emel ve hevestir. Eğer insanda dünyadan faydalanma ve dünyalık edinme emeli ve hevesi olmasa dünya mamur olmaz, harap ve viran olur. İnsan vasıtasıyla alemin imar edilmesini irade buyuran Yüce Allah bu maksatla insana yaşama hevesi ve gücü, mal ve mülk edinme arzusu ve isteği vermiştir.
İnsan Allah’ın nimetlerinden alın teri ile elde eder, kazanır; bu helal kazançtır. Kazancını bir ölçü içinde harcamakla görevlidir. Mal benim diye istediğini yapamaz. Parasını, malını mülkünü yakamaz,canına son veremez. Nitekim Yüce Allah;
الْمُسْرِفِينَ وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ وَلاَ تُسْرِفُواْ إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ
“Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez” (A’raf,7/ 31) buyurarak kazanılan malın harcanmasında uygulanması gereken usulü belirtmiştir. Gerçek müslüman savurgan olamaz.
Dinimiz aldatma ve dalavere ile elde edilen bütün malları haram kılmıştır. Yüce Allah;
وَلاَ تَأْكُلُواْ أَمْوَالَكُم بَيْنَكُم بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُواْ بِهَا إِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُواْ فَرِيقًا مِّنْ أَمْوَالِ النَّاسِ بِالإِثْمِ وَأَنتُمْتَعْلَمُونَ
“Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin” buyurmaktadır (Bakara, 2/ 188).
İstanbul'da birkaç sene tetkikatta bulunduktan sonra 1855 tarihinde "La Turquie actuelle" ismindeki kıymetli eserini Paris’te neşretmiş olan tarihçi (A. Ubicini), çok tarafsız bir zihniyet mahsulü olan kitabının 329-330 uncu sayfalarında o devrin taşraya da şamil olan mutlak emniyeti söyle anlatır: “Bir İngiliz seyyahının anlattığı şu menkıbeyi lütfen dinleyin. Bugün kendi eşyamla yol arkadaşım olan eski bir Macar zabitinin eşyasını nakletmek üzere bir köylünün yük arabasını kiraladım. Sandıklar, port-mantolar, paltolar, kürkler, atkılar hep açıktaydı. Buralarda yatağın hayali bile mevcut olmadığı için, gece üstüne uzanmak üzere ben biraz kuru ot satın almak isteyince son derece nazik bir Türk bana refakat teklifinde bulundu. Köylü de öküzlerini koşumdan çıkarıp bizim bütün eşyamızla beraber sokağın ortasında bıraktı. Ben onun uzaklaştığını görünce:
-Burada birisi kalmalı!dedim. Yanımdaki Türk hayretle sordu:
-Niçin?
-Eşyalarımızı beklemek için.
Müslüman Türk şu cevabı verdi:
-A! ne lüzumu var? Eşyanız bir hafta gece-gündüz burada kalsa bile dokunan olmaz.
Ben bu sözü kabul ettim ve avdetimde her şeyi yerli-yerinde buldum. Şu noktayı da unutmamalı ki o sırada İslam askerleri mütemadiyen gelip geçmekteydi. Bu vakıa bütün Londra kiliselerinden Hıristiyanlara ilan edilmelidir; içlerinden bazıları rüya gördüklerini zannedeceklerdir. Artık uykularından uyansınlar!”
Tarih sayfalarında atalarımızın örnek davranışlarını anlatmakla övünüyoruz.Ya biz nasılız, dindarlığımızı gözden geçirme cesaretimiz var mı?
Herkesin mal ve can güvenliğine sahip olduğunu, bunları korumak için gerekli tedbiri alması sorumluluklarından olduğunu yukarıda belirttik. Araba kullanırken de bu sorumluluğumuzu unutmamak gerekir. Ancak, son zamanlarda sürücüler trafik kurallarına uymadan araba kullanırken; arabasını düşünmediği gibi canını da düşünmüyor. Arabasında ciğerpare yavrusu, eşi ve arkadaşının bulunduğuna aldırış etmediğini görüyoruz.Zira meydana gelen kazaları, milyonlarca liralık mal ve telafisi mümkün olmayan can kaybını düşündüğümüzde, bu sonuca varıyoruz. Ağıtlar, göz yaşları, binlerce keşkeler. Birkaç saniyeye değer mi bu kadar kayıplar ve üzüntüler...Kurallara uymadan araç kullanıp da ölümlere sebep olanlara katil denir mi, bunu düşünmek gerekir. Doksan Km. hızla gidilmesi gereken bir yolda;120-150 Km hızla gidiliyor ve sonunda mal ve can kaybına sebep veriliyorsa, önce Allah nezdindeki durumumuzu düşünmek zorundayız. Dinimiz açısından bu doğru bir davranıştır demek mümkün değildir.
Ülkemizin başta gelen sorunlarından birisi de, Trafik Olaylarıdır. Trafik olaylarından dolayı her yıl ülkemizde en az 16.000 civarında ölüm, 115.000 kadar yaralanma, yüze elli trilyonu bulan maddi hasar oluşmaktadır. Bu son iki yılın bilançosudur.
Trafik kazaları; şoför ve sürücülerimizin trafik kurallarına uymamaları; uykusuz ve alkollü araç kullanmaları, şuursuz hareket etmeleri nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Bilinçsizce araba kullanan, trafik kurallarına uymayan kişiler, arkalarında yüzlerce öksüz, yetim çocuk ve eşler bırakıyorlar. Her yıl yüzlerce insanımız özürlü kalıyor. Hem bu durumlar, hem de sadece 2000 yılındaki ekonomik hasar ki, yaklaşık 230 trilyon liradır. Bu para ülkemiz için çok büyük kayıptır.
Bütün şoför ve sürücülerimizin dikkatli olmaları, trafik kurallarına mutlaka uymaları, hem kendileri, hem başkaları, hem de ülkemiz için gereklidir. Trafik kurallarına uymadığı için mal ve can kaybına neden olanlar Allah nezdinde de sorumlu olduklarını ve hesap vereceklerini bilmelidirler.
Sonuç
Mal ve can; birbirinden ayrılmayan ve birbirine muhtaç olan iki önemli unsurdur. Atalarımız; “mal, canın yongasıdır.” diyerek bu birlikteliğin önemini belirtmişlerdir.
Hepimiz mal ve can güvenliği içinde yaşamak isteriz. Bu dileğimizin gerçekleşmesi, başkalarının mal ve can güvenliğine saygı göstermemize bağlıdır. “Ben rahat edeyim de başkasından bana ne” anlayışı ile toplumsal huzurun sağlanamayacağı hepimizin malumudur. Can ve mal güvenliğinin sağlanmasında, insanlar arasında paylaşma duygusunun öne çıkmasında en etkili unsur Allah’a ve âhirete imandır ve O’na hesap verme inancının akıllara yerleşmesidir.
O halde aile ve eğitim müesseselerinde; çocuklarımızın inançlı yetiştirilmesine önem verilmeli ve insanlara hizmet etmenin de Allah’a kulluk etmek olduğu öğretilmelidir. Bu bilgi ve öğütler davranışlarımıza yansıdığında kendimizin ve başkalarının can ve mal gibi değer verdiğimiz bütün konulardaki güvenliğimizin sağlandığını görürüz. Unutmayalım ki, gönüllerinde Allah sevgisi ve hizmet etme aşkı bulunan nesillerin çoğalmasıyla gerçek toplumsal barış, güvenlik ve huzur sağlanacaktır.
[1] Tirmizî, Zühd, 32 IV, 573. Müslim, Zekat, 32. I, 717-718.
[2] Tirmizi, Edeb, 54. V, 124. bk. Ahmed,VI, 226
[3] İmam Gazali, İhya-u Ulumu’d-Din, lll, 214-240. Çeviri, Ahmed Serdaroğlu, Bedin Yay. İstanbul, 1974
[4] Buhârî, Büyu, 15, I, 9.
[5] Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, VII, 487. No: 1574. Beyrut, 1994. Taberânî, el-Mucemü'l-Kebîr, XIX, 129; el-Mucemü's-Sağîr, I, 60.