CAN VE MAL GÜVENLİĞİ[1]
İnsanın hayatını onurlu bir şekilde sürdürebilmesi için vazgeçilmez kabul edilen temel hakları vardır. Din, akıl, namus, can ve mal güvenliği bu hakların önde gelenleridir. Korunması gereken bu beş şeye “zarurat-ı diniyye” (dinin vazgeçilmez temel değerleri) denir. İslam dininin emir ve yasaklarının temel amacı bu değerlerin korunması ve insanın güven, huzur ve mutluluk içerisinde yaşamasıdır.
CAN GÜVENLİĞİ
Can güvenliği deyince akla ilk gelen insanın yaşama hakkıdır.Bu hak bütün hakların başında gelir. Bu hakka sahip olmayan bir kimsenin diğer haklara da sahip olması ve birtakım sorumluluklar yüklenmesi mümkün değildir. Allah’ın en güzel biçimde yarattığı insanın varlıklar arasında ayrı bir yeri ve değeri vardır. Kur'ân-ı Kerim, “insanın şerefli ve üstün olduğunu” (Tin,95/2) belirterek onun Allah nazarındaki yerine ve bu âlemdeki konumuna işaret etmiştir. Kur'ân-ı Kerim’in insanı “ey insanlar” diye muhatap alması ve kainattaki her şeyin onun emrine verilmesinden bahsetmesi, insana verilen değerin önemini belirtmektedir. O halde insan kendisine verilen bu değerin karşılığını, Allah’a ve yarattıklarına karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmekle verebilir. Müslümanın bu görevlerini en güzel şekilde yapabilmesi; yetkililer tarafından can güvenliğinin sağlanmasına, kendisine değer verilmesine, kişilerin hak ve hürriyetine riayet edilmesine bağlıdır.
İslam’da insan hayatına büyük önem ve değer verilmiştir. Kur'ân-ı Kerimde Yüce Allah;
أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا
“… “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarma (gibi bir sebep) olmaksızın öldürürse, o bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur…” buyurmaktadır. (Maide,5/ 32)
Tarihte haksız olarak çıkarılan savaşlar, kin, haset ve kavgalar sebebiyle nice canlara kıyılmış, ocaklar söndürülmüştür. Yüce Allah, bir müminin asla bir mümini öldüremeyeceğini bildirmektedir:
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ أَن يَقْتُلَ مُؤْمِنًا إِلاَّ خَطَئًا وَمَن قَتَلَ مُؤْمِنًا خَطَئًا فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ إِلاَّ أَن يَصَّدَّقُواْ فَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ عَدُوٍّ لَّكُمْ وَهُوَ مْؤْمِنٌ فَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةٍ وَإِن كَانَ مِن قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِّيثَاقٌ فَدِيَةٌ مُّسَلَّمَةٌ إِلَى أَهْلِهِ وَتَحْرِيرُ رَقَبَةٍ مُّؤْمِنَةً فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ تَوْبَةً مِّنَ اللّهِ وَكَانَ اللّهُ عَلِيمًا حَكِيمًا.وَمَن يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُّتَعَمِّدًا فَجَزَآؤُهُ جَهَنَّمُ خَالِدًا فِيهَا وَغَضِبَ اللّهُ عَلَيْهِ وَلَعَنَهُ وَأَعَدَّ لَهُ عَذَابًا عَظِيمًا
“Bir müminin bir mümini hatanın dışında öldüremez. Kim bir mümini yanlışlıkla öldürürse bir mü’min köleyi azad etmesi ve bağışlamadıkları sürece ailesine diyet ödemesi gerekir. (Öldürülen kimse) mü’min olur ve düşmanınız olan bir topluluktan bulunursa, mü’min bir köle azad etmek gerekir. Eğer sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek bir diyet ve mü’min bir köle azad etmek gerekir. Bunlara imkan bulamayanın, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ardarda oruç tutması gerekir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır” (Nisa, 4/92-93)
Başka bir ayette Yüce Allah;
. تَقْتُلُواْ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللّهُ إِلاَّ بِالحَقِّ وَلاَ
“Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın” (İsra,17/33) buyurmuştur.
İnsanın en başta gelen hakkının, yaşam hakkı olduğunu gösteren bir çok hadis vardır. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz (a.s) ilk “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” niteliğinde olan veda hutbesinde şöyle buyurmuştur:
فان دماءكم و اموالكم و اعراضكم عليكم حرام كحرمة يومكم هذا في بلدكم هذا في شهركم هذا
“Bu gün, bu ay ve bu belde nasıl kutsal ise, canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da öylesine kutsaldır, her türlü tecâvüzden korunmuştur; yani toplumun sorumluluğu ve hukukun güvencesi altındadır”[2] buyurarak insanın yaşama hakkının dokunulmazlığını belirtmiştir. Bir başka hadiste de:
اجتنبواالسبع الموبقات ..... و قتل النفس التي حرم الله الا بالحق
“Yedi helâk edici şeyden sakınınız… Bunlardan biri de, haklı durumlar müstesnâ, Allah’ın haram kıldığı bir cana kıymaktır...[3] buyurmuştur.
Yine O, bir diğer hadislerinde, adam öldürmeyi aynen Allah’a ortak koşmak gibi insanı mahveden en büyük günâhlardan biri olarak göstermiştir.[4]
Başka hadisinde ise;
مَنْ حَمَلَ عَلَيْنَا السِّلَاحَ فَلَيْسَ مِنَّا
“Bize silah çeken bizden değildir” buyurmuştur[5].
Peygamberimiz bu hadisleriyle, insanların mal ve canlarının kutsal olduğunu ve mutlaka saygı gösterilmesi gerektiğini, herkesin mal ve can güvenliği içinde olduğunu beyan etmiştir.
Peygamberimiz diğer bir hadisinde ise; birbirlerine silah çeken iki müslümandan birinin diğerini öldürmesi halinde her ikisinin de cehenneme gideceğini, çünkü öldürülenin de katili öldürmeye kastetmiş olduğunu bildirmiştir.[6]
Yüce Allah, insanları alaya almak, kötü lakapla çağırmak, onlar hakkında kötü zanda bulunmak, onların kusurlarını araştırmak ve kişileri çekiştirmek gibi kötü davranışlardan sakınmalarını müslümanlara emretmiştir (Hucurat, 49/6-12). Zira bu olumsuz davranışların sonunda mal veya can kaybına sebebiyet verecek eylemler olabilir. Halbuki insanın kendi canına veya başkasının canına kıymasının onun için en büyük yanlışlık olduğunu yukarıda belirttik.
Dinimiz, kan davalarını , intihar etmeyi, töre adına insan öldürmeyi haram ve büyük günah saymıştır. Peygamberimiz veda hutbesinde Câhiliyye devrindeki kan gütme davalarının tamamen kaldırıldığını belirtmiş, İslam ile şereflendikten sonra mal ve can güvenliğinin ortadan kalktığı, kötülüklerin ön plana çıktığı, o döneme dönülmemesini ısrarla ashabından istemiştir. Hatta bu konuda müslümanları bilgilendirdikten ve uyardıktan sonra “Ya Rabbi! Şahit ol,Şahit ol, Şahit ol! diyerek yüce Allah'a üç defa niyazda bulunmuştur[7]. Bu da; insanların can ve mal güvenliğinin sağlanmasıyla huzurlu, sağlıklı, birlik ve beraberlik içinde yaşayan bir toplum düzeninin temin edilebileceğini ortaya koymaktadır.
İslam dini, kişilerin can güvenliğinin sağlanması konusunda birtakım tedbirler almıştır. Bunun ilk tedbiri cezai müeyyidelerdir. Hatâen bile olsa bir hayata son vermenin "diyet" ve "kefâret" gibi cezaları vardır (Nisa, 4/93-94). Kasten cana kıyanların cezasının ise yüce Allah Bakara Suresinin 178 ve 179. ayetlerinde "ölüm" olduğunu bildirmiştir. İslam Dini, suça iten sebepleri azami ölçüde ortadan kaldırmış, insanı; iman, ibadet ve ahlakla olgunlaştırmak için gerekli tedbirleri almış ve bundan sonra da kasıtlı olarak "cana kıyanların canına kıyılır" hükmünü koymuştur. Hiçbir kimse gerekçesi ne olursa olsun bir kişiyi öldüremez.Kişiler kanaatlerine göre hüküm koyamaz. Kişilerin suçlarından dolayı onları bir otorite cezalandırır. Herkes kanaatine, düşüncesine göre müeyyide belirleyemez. Aksi halde toplumda anarşi ve huzursuzluk meydana gelir. Zamanımızda can güvenliğimizin sağlanmasında; askerimiz, polisimiz ve hakimlerimiz önemli görev yapmaktadırlar.
Sağlığı Koruma
Yüce Allah;
وَلاَ تُلْقُواْ بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَة
“Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” (Bakara-2/195)buyurmaktadır. İnsanın asıl görevi ve onu mutlu edecek olan Allah’a kul olmasıdır. Müslümanın, ibadetleri ve her türlü faydalı hizmetleri Allah nezdinde kulluktur. Bu görevini yapabilmesi için sağlığına dikkat etmesi de Yüce Allah’ın bir emridir. Ben canıma kıyarım diye kimse intihar edemez. Dinimiz bunu yasaklamıştır. Peygamberimiz,"intihar etmenin cezasının cehennem olduğunu”[8]; ayrıca, cüzzamlıdan uzak durulmasını, taun (veba) hastalığı olan bir yere girilmemesi gerektiğini[9]; böylece bulaşıcı hastalıklardan korunmasını, gerekli tedbirin alınmasını emretmektedir. Görülüyor ki dinimiz 1400 küsur sene önce insan sağlığı ile ilgili olarak gerekli tedbirleri ortaya koymuştur.
Peygamber Efendimiz (a.s);
مَغْبُونٌ فِيهِمَا كَثِيرٌ مِنْ النَّاسِ الصِّحَّةُ وَالْفَرَاغُ نِعْمَتَانِ
“İki nimet vardır ki insanların çoğu bunun kıymetini bilmezler: Bunlar, sağlık ve boş vakittir” buyurmuştur.[10]
İnsanın sağlığı o kadar önemli ki ihmal edildiğinde telafisi mümkün olmayan sonuçlar meydana gelebilir. Bu bakımdan müslümanın sağlığına dikkat etmesi Allah’ın emri olan, önemli bir sorumluluktur. Zira müslümanların Allah’a kul, yaratılmışlara şefkat ve merhamet gösterebilmesi sağlıklı olmalarına bağlıdır.
Can Güvenliği Konusunda Yöneticilerin Sorumluluğu
Müslümanın can güvenliği konusunda o memleketin idarecileri gerekli tedbiri almakla yükümlüdürler. Belki bundan önce de kişileri Allah’a iman, sorumluluk ve âhiret hayatına iman hakkında bilinçlendirmelidir.Yaptığı her eylemin yok olmadığına adeta bir kayıt cihazı ile kaydedildiğine; âhirette hayrının veya şerrinin (kötü eylemlerinin) karşılığını göreceğine inanan insan; başkasına zarar vermeyi düşünür mü? Cana kıyabilir mi? Bu manevi düşüncelerle devlet ve millet arasında güven sağlanır ve kişiler görev sorumluluğu içinde faydalı hizmette bulunur, gerçek birlik ve beraberlik sağlanmış olur. Şanlı ecdadımız işte bunu toplum hayatında başarmış ve arkalarında bizlere örnek almamız gereken pek çok güzellikler bırakmıştır.
Ecdadımız insanların can güvenliğini sağlamışlar, güven ve huzur ortamı hazırlamışlardır. On dokuzuncu asrın başlarında Türkiye'ye gelmiş ve memleketimiz hakkında muhtelif eserler neşretmiş olan bir Fransız yazar,[11] o devrin Türk Zabıta ve Adliyesinin sürat ve adaletini gösteren misaller zikredildikten sonra sonucu şöyle anlatmıştır:
“İstanbul'da gündüz olduğu gibi geceleyin de insan hiç bir taarruz korkusu olmadan dolaşabilir. Zaten ahali bilhassa evlerde hırsızlık vakaları olmamasına büyük bir itina gösterir. Çünkü öyle bir olay cereyan eden sokağın bütün sakinleri çalınan malın tazminiyle mükelleftir"
Osmanlı’daki emniyet ve asayişten bahseden yazarlar; emniyetin sadece İstanbul’da değil bütün şehirlerde hatta köylerde de aynı şekilde sağlandığını ve bunun milli bir görev olarak algılandığını, bu başarının temelinde ise Müslümanların, Kur'ân-ı Kerimin “kardeşçe geçinilmesi” prensibine uymalarının yattığını belirtmiştir.[12]
O halde neslimize; başkalarına değer verme, saygı gösterme ve hizmet etmenin kendisini yücelteceğini, bu güzel sıfatın da Allah’a ve inanılması gereken bütün kurallara inanmakla elde edilebileceğini, başta ailede olmak üzere bütün kurum ve kuruluşlarımızda, eğitim müesseselerimizde öğretmeliyiz. Böylece gençliğimizin içinde bulunduğu huzursuzluktan kurtulabilmeleri için çok faydalı bir tedavi uygulandığı gibi, kişilere başta can güvenliği olmak üzere, birbirlerinin haklarına saygı göstermelerinin önemi anlatılmış olur. Zira, kişinin başkalarına saygı göstermesi, kendisine saygı göstermesidir. Başkalarına değer vermesi kendisinin değerini artırmasıdır.
[1] Bu bölüm Teftiş Kurulu Başkanı Hasan TAŞALTIN tarafından hazırlanmıştır.
[2] Buhârî, İlim, 37. I, 35; Müslim, Hac, 147. I, 889; Ebû Dâvûd, Menâsik, 57. II, 461.
[3] Buhârî, Vesâya, 23. III, 195; Müslim, İman, 145. I, 192. Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 10. III, 295.
[4] bk. Buhârî, Hudud, 44. VIII, 34.
[5] Buhari, Fiten, 7. VIII, 90.
[6] Ahmed, lV, 233.
[7] Tirmizî, Rada’ 11. III, 467. Ebû Dâvûd, Menasik 57. II, 462. İbn Mâce, Nikah 3. I, 594.
[8]Buhari, Tıbb 56. VII, 32; Müslim, İman 175.I, 103-104.
[9]Buhari, Tıbb, 31. VII, 23.
[10] Tirmizi, Zühd, 1. IV, 550.
[11] A.L. Castellan, Lettres sur la Grece, l'Hellespont et Constantinople, II, 221. Bakskı tarihi, 1 811.
[12] İ.Hami Danişmend, Garb Menb’ılarına Göre Eski Türk Seciyye ve Ahlakı, s 12. İstanbul, 1961.