Allah İnananlar ile İnanmayanları Ayırt Etmiştir
Yüce Rabbim Vatanımızı, Milletimizi, Ümmet-i Muhammedi her türlü beladan, musibetten, darbeden muhafaza eylesin. Allah’ım daha ilk günden beri vatan hainlerine karlı gelen, canıyla malıyla direnç gösteren siz kıymetli kardeşlerimden razı olsun.
Rabbim inananlar ile inanmayanları ayırt etmiştir, edecektir...
وَلِيُمَحِّصَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَمْحَقَ الْكَافِرِينَ {}
أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ
“Bir de Allah, böylece iman edenleri günahlardan arıtmak, inkârcıları ise yok etmek ister. Yoksa Allah içinizden cihat edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Al-i İmran, 3/141-142)
عنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ وَدِدْتُ أَنِّى لأُقَاتِلُ فِى سَبِيلِ اللَّهِ فَأُقْتَلُ ثُمَّ أُحْيَا ثُمَّ أُقْتَلُ ، ثُمَّ أُحْيَا ، ثُمَّ أُقْتَلُ ، ثُمَّ أُحْيَا ، ثُمَّ أُقْتَلُ ، ثُمَّ أُحْيَا
Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Varlığım elinde bulunan Allah’a yemin ederim, istedim ki, Allah yolunda savaşıp öldürüleyim ve diriltileyim, öldürüleyim tekrar diriltileyim, sonra öldürülüp diriltileyim, daha sonra tekrar diriltileyim ve öldürüleyim!” (Buhârî, Temennî, 1)
İbretle Rabbimizin hikmetlerini şu gün görüyoruz.
Al-i İmran suresi 141. ayette “Bir de Allah, böylece iman edenleri günahlardan arıtmak, inkârcıları ise yok etmek ister.” buyrulmaktadır. Yüce Yaratan iman edenlerle iman etmeyenleri dün ayırt ettiği gibi bugünde birbirinden ayırt ediyor. Artık hiç kimsenin bahanesi kalmamıştır. İnanmayanların ayırt edildiği şu günde herkes inananların yanında yer almak zorundadır. Kur’an-ı Kerimde şöyle buyruluyor.
وَمَا أَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِإِذْنِ اللّهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنِينَ {} وَلْيَعْلَمَ الَّذِينَ نَافَقُواْ وَقِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ قَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَوِ ادْفَعُواْ قَالُواْ لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لاَّتَّبَعْنَاكُمْ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ أَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلإِيمَانِ يَقُولُونَ بِأَفْوَاهِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَ
“İki topluluğun karşılaştığı günde başınıza gelen musibet de Allah'ın izniyledir. Bu da müminleri belirlemesi ve hem de münafıklık yapanları ayırt etmesi içindir. Ve onlara: "Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya (hiç olmazsa) savunmaya geçiniz." denilmişti. Onlar ise: "Biz savaşmasını (veya savaş olacağını) bilseydik arkanızdan gelirdik." demişlerdi. Onlar, o gün, imandan çok küfre yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah neyi gizlediklerini daha iyi bilendir.” (Al-i İmran, 3/166-167)
Fesatçı münafıklar hep aynı şeyi yaptı hep aynı şeyi söyledi.
Bu Cuma vakti sizleri münafıkların hal ve vaziyetlerini iyice anlamaya davet ediyorum. Bakara suresi 11-16. Ayetleri arasında Rabbimiz bizleri şöyle aydınlatmaktadır.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ قَالُواْ إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ {11} أَلا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَـكِن لاَّ يَشْعُرُونَ {12} وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُواْ كَمَا آمَنَ النَّاسُ قَالُواْ أَنُؤْمِنُ كَمَا آمَنَ السُّفَهَاء أَلا إِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاء وَلَـكِن لاَّ يَعْلَمُونَ {13} وَإِذَا لَقُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ إِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُواْ إِنَّا مَعَكْمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ {14} اللّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ {15} أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ اشْتَرُوُاْ الضَّلاَلَةَ بِالْهُدَى فَمَا رَبِحَت تِّجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُواْ مُهْتَدِينَ {16}
“Kendilerine: 'Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın' dendiği zaman, 'Bizler sadece ıslah edicileriz' derler. İyi bilin ki, asıl bozguncular kendileridir, lakin farkında değillerdir. Onlara 'Müslümanların inandığı gibi siz de inanın' denilince de, 'Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım?' derler; iyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bilmezler. İnananlara rastladıkları zaman, 'İnandık' derler, elebaşlarıyla baş başa kaldıklarında, 'Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz' derler. Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet bocalayıp dururlar. İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.” (Bakara, 2/11-16)
Rabbimizin izniyle hiçbir kirli insan emeline ulaşmadı, ulaşamayacak.
Milletimiz çok farklı imtihanlardan geçti. Ülkemizi bölmek isteyenler, bizlerin arasını açmak isteyenler, milletimizi parçalamak isteyenler çok oldu. Ama hiçbiri emeline ulaşamadı. Rabbimizin bizlere yardımı, bizlerinde birbirimizden ayrılmaması sebebiyle hiçbir bölünme yaşanmadı. Yaşanmayacak inşallah.
Dün Çanakkale buna şahit olmuştur. Dün toprağımızı parçalamak için dünyanın yedi düvelinden gelenler, buna şahit olmuştur. Tüm vatan evladı, doğulusuyla batılısıyla, kuzeylisiyle güneylisiyle vatanlarını savunmuşlar, “Çanakkale Geçilmez” fermanını tüm dünyaya ilan etmişlerdir.
Dün Kurtuluş Savaşımız buna şahittir. Vatan topraklarımızı kendi aralarında bölüşüp parçalamak üzere planlar yapıp bunu eyleme dönüştürmek isteyenlere, Sütçü İmamlar, Yörük Ali Efeler, Nene Hatunlar, Şerife Bacılar daha nice vatan evladı fırsat vermediler. “Vatan Bölünmez” dediler ve dedirttiler.
Dün vatan evlatları, bu toprakları kanlarıyla suladılar. Canlarını seve seve bu topraklar için feda ettiler. Esaret altında kalmaktansa ölmeyi şeref saydılar, şehit oldular. Bedenlerinde yaraları umursamadılar. Kalırsak gazi dediler. İki iyilikten birini istediler.
Bugün de kardeşler meydanlarda bir araya geldi. Bugün Nene Hatunlar, yavrularını kundaklarında evlerinde bıraktı meydanlara koştu. Bugün Sütçü İmamlar, darbeye kalkışana ilk kurşunu attı. Bugün Yörük Ali Efeler, tankların önüne yattı. Bugün Şerife Bacılar, bayraklarını eline alıp bu zillete dur dedi. Bugün, Milletimiz, tarihin sayfalarına geçecek yeni bir destanı daha altın harflerle yazdı. Vatanını böldürtmedi, namusunu çiğnetmedi, bağımsızlığından vazgeçmedi.
Şu günümüzde yaşananlar neticesinde Milletimiz sadece darbecilere hadlerinin bildirmedi. Artık bugünden sonra Müslümanlar, kendilerini ezmek isteyenlere nasıl cevap vereceğini öğrenmiş oldu. Yedi düvel bir daha anladı ki, bu vatan coğrafyasında tekbir ocak kalıncaya kadar vatanımız kimseye teslim edilmeyecektir. Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale Şehitlerinde dünün ve bugünün destanını gerçekleştirenlere de şöyle sesleniyordu.
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Kardeşlerim!
Vatanımızı bölmek isteyenler, bağımsızlığımıza kastedenler İstiklal Marşımız ya hiç okumadılar, ya hiç anlamadılar ya da unuttular herhalde. Bugün İstiklal Marşımızın şu mısralarıyla vatanımıza, milletimize kastedenlere ve kast etmek isteyenlere yeniden şu kürsüden haykırıyorum.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
Gün okçular tepesini terk etmeme günüdür.
Uhut savaşında, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in tüm uyarılarına rağmen “Kardeşlerimiz üstün geldi, biz burada niye bekleyelim” dediler okçular tepesinde bekleyenler. Abdullah b. Cubeyr arkalarından bağırdı, ancak işin bittiğini zannedenler yanılmıştı. Oysaki düşmanlarda tam bu anı beklemekteydi.
Müşrik ordusunun atlı birliklerinin komutanı Halid bin Velid, dağda okçuların azaldığını, Müslümanların ganimet toplamakla meşgul olduklarını görünce atlıları hücuma geçirdi. Tepede kalan okçuları şehid edip, Müslümanlara arkalarından saldırdı. Bu durumu gören müşrik ordusu da toparlanarak yeniden Müslümanların üzerine yürüdü.
Müşriklerin ileri gelenlerinden Dırar bin Hattab o günü şöyle anlatıyor:
Biz, Uhud’a çıkıp geldiğimiz zaman,
- “Eğer onlar kalelerinde otururlarsa, onları yenmeye yol bulamayız. Bir süre oturur, sonra dönüp geliriz. Eğer kalelerinden çıkıp yanımıza gelirlerse, onları yeneriz. Çünkü sayımız onlarınkinden çoktur. Hem biz öç almak için yanıp tutuşuyoruz. Bedir’de öldürülenleri hatırlatan kadınlar da bizimle gelmiş bulunuyorlar. Bizim yanımızda atlar var, onların atları yok. Bizim silahlarımız da onlarınkinden çok” dedim.
Nihayet onlar gelip bizimle karşılaştılar. Vallahi, onlarla çarpışmaya kalkışmamızla, bozulup dağılmamız bir oldu! Kendi kendime,
- Bu Bedir’den de büyük bir yenilgi! dedim. Halid bin Velid’e,
- Müslümanlara saldırsana! dedikçe, o bana bunun zor ve faydasız olduğunu söylüyordu. Bir ara, üzerinde okçular bulunan dağı bomboş görünce, Halid bin Velid’e:
- Ebu Süleyman! Arkanı dön de bir bakıver! dedim.
Halid, atının gemini çekip arkasına doğru eğilince, atını mahmuzlayıp hücuma kalktı. Biz de onunla birlikte hücuma kalktık. Dağın üzerinde 5-10 kişi bulduk. Onları öldürdük. Sonra Müslümanların ordugâhına girdik.
Zafer yenilgiye dönüşmüş, Müslümanlar bir anda darmadağın olmuşlardı. Hz. Peygamber (s.a.s), çevresinden ayrılmayanlarla birlikte dağa doğru çekiliyordu. O günkü durum, Kur’an-ı Kerim de şu şekilde anlatılıyor:
وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّهُ وَعْدَهُ إِذْ تَحُسُّونَهُم بِإِذْنِهِ حَتَّى إِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الأَمْرِ وَعَصَيْتُم مِّن بَعْدِ مَا أَرَاكُم مَّا تُحِبُّونَ مِنكُم مَّن يُرِيدُ الدُّنْيَا وَمِنكُم مَّن يُرِيدُ الآخِرَةَ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ وَلَقَدْ عَفَا عَنكُمْ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ
“Gerçekten Allah, (size olan yardım) vaadini doğruladı (yerine getirdi). Hani O'nun izniyle onları (Uhud'da) kırıp geçiriyordunuz. Fakat sevdiğiniz (zaferi ve bıraktıkları ganîmet)i size gösterdikten sonra, (Peygamberin verdiği) emir hakkında gevşediniz, (yerlerinizde kalıp kalmamak hususunda) tartıştınız ve (emre) karşı geldiniz: Kiminiz dünyayı (ganîmeti) istiyor, kiminiz de (emre bağlı kalarak) âhireti istiyordu. Sonra (Allah), sınamak için onlar(a karşı başarı)dan sizi geri koydu (yenilgiye uğrattı). Bununla beraber sizi bağışladı. Allah mü'minlere karşı çok lütufkârdır.” (Al-i İmran, 3/152)
Gün okçular tepesini terk etmeme günüdür. Tamamdır bu iş diyerek meydanları terk etmeme günüdür. Haber gelmeden meydanları terk etmek yok bugün. Yoksa Uhut’ta Hz. Hamza ve yetmiş ashabı kaybettiğimiz acıyı yeniden yaşarız. O zaman acımız çok büyük olur.
Hainlerin bilmedikleri bir şey vardı: Kardeşlerimizden sözlerine sadık kalıp şehit olanlar oldu, bizlerde bu mertebeyi özlemekte ve beklemekteyiz.
Hainler, alçaklar Milletimizi kendileriyle karıştırdılar. Zannettiler ki, bir iki mermi, bir iki bombayla bu işi bitireceklerdi. Ancak onlar adam gibi adam olan Milletimizi unuttu. Yüce Rabbimiz adam gibi adamları şöyle övüyor, cehennemin dibine varacak olanları ise bizlere şöyle dildiriyor.
مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً {} لِيَجْزِيَ اللَّهُ الصَّادِقِينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِقِينَ إِن شَاء أَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُوراً رَّحِيماً
“Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir. Çünkü Allah sadâkat gösterenleri sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Ahzab, 33/23-24)
Bir gün bedevinin biri Hz. Peygamber’e geldi. Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Sonra yurdunu terk edip Medine’ye yerleşti ve çobanlık yaparak geçimini kazanmaya başladı. Resûlullah (sav), ashâbından birini bu kişiyle ilgilenmesi için görevlendirdi. O günlerde bir savaş olmuştu ve Hz. Peygamber düşmandan alınan ganimetleri taksim ediyordu. O kimseye de hissesini gönderdi. Kendisiyle ilgilenen sahâbî onun hissesine düşen ganimeti verince ona bunun ne olduğunu sordu. Sahâbî, “Peygamber’in (sav) sana ayırdığı hissedir.” dedi. O, hissesine düşen ganimeti Peygamber’e (sav) getirdi ve bunun ne olduğunu ona da sordu. O esnada orada bulunan sahâbîler de Efendimizle bu kişinin arasında geçen konuşmayı izliyorlardı. Resûlullah (sav), “Bunu senin için ayırdım.” buyurdu. Adam, “Ben sana ganimet elde etmek için değil -eliyle boğazını göstererek- şuramdan ok ile vurulup şehit olmak ve cennete girmek için uydum.” dedi. Resûlullah (sav), “Eğer gerçekten doğru söylüyorsan ve Allah’a verdiğin sözü tutarsan Allah da sana istediğini verecektir.” buyurdu. Bu kişi, yapılan bir savaşta tam da işaret ettiği yerden okla vurularak şehit oldu. Bu hâlde Resûlullah’a (sav) getirdiler. Allah Resûlü, “Bu, o adam mı?” diye sordu. “Evet.” dediler. Resûlullah (sav), “O, Allah’a verdiği sözü tutmuş, Allah da ona dilediğini vermiş.” buyurdu. Sonra onu kendi cübbesi ile kefenledi ve önüne koyarak namazını kıldı. Ardından ona şöyle dua etti: “Allah’ım! Bu kulun senin yolunda hicret ederek şehit oldu. Ben de buna şahidim.” (Nesâî, Cenâiz, 61)
Bizde bu Cuma gününde şehirlerimize sesleniyoruz. Şehidim! Sen Rabbine ahdini yerine getirdin. Vatanımıza uzanan hainlere, kalleşlere sen geçit vermedin. Sen üzülme! Arkandan gelmeyi bekleyen milyonlar var. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şehitlerimize ve şehitliği arzulayanlara şöyle iltifat etmektedir.
عنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ وَدِدْتُ أَنِّى لأُقَاتِلُ فِى سَبِيلِ اللَّهِ فَأُقْتَلُ ثُمَّ أُحْيَا ثُمَّ أُقْتَلُ ، ثُمَّ أُحْيَا ، ثُمَّ أُقْتَلُ ، ثُمَّ أُحْيَا ، ثُمَّ أُقْتَلُ ، ثُمَّ أُحْيَا
“Varlığım elinde bulunan Allah’a yemin ederim, istedim ki, Allah yolunda savaşıp öldürüleyim ve diriltileyim, öldürüleyim tekrar diriltileyim, sonra öldürülüp diriltileyim, daha sonra tekrar diriltileyim ve öldürüleyim!” (Buhârî, Temennî, 1)
Bir başka hadiste ise Hz. Fahr-i Kainat Efendimiz şu müjdeyi bizlere bildirmektedir. “Şehitlerin ruhları yeşil kuşların içindedir. Bu kuşların Arş’a asılı kandilleri vardır. Şehit ruhlarını taşıyan kuşlar, cennette istedikleri yerde dolaşır sonra arşa asılı kandillere inerler. Allah onlara yönelerek şöyle seslenir, ‘Herhangi bir arzunuz var mı?’ Onlar da, ‘Ey Rabbimiz! Başka ne arzu edebiliriz ki? Cennetteyiz, dilediğimiz şekilde yaşıyoruz.’ Yüce Allah onlara bunu üç defa sorar. Onlar Rablerinden bir şey dilemedikçe bırakılmayacaklarını anlayınca şöyle derler: ‘Ruhlarımızı cesetlerimize geri çevir de dünyaya tekrar dönelim ve senin yolunda ikinci kez şehit olalım!’” (Müslim, İmâre, 121)
Gün farklılıklarımızı bir tarafa bırakarak birleşme günüdür.
Farklı düşüncelere, farklı dillere sahip olabiliriz. Farklı siyasi görüşlerimizde olabilir. Ancak gün farklılıklarımızı ön plana çıkarma günü değildir. Gün kardeşlik günüdür. Gün kardeşliğimi en ulvi noktaya –Yüce Rabbimizin istediği noktaya- çıkarma günüdür. O ulvi nokta ise Kur’an-ı Kerimde bizlere şöyle bildirilmektedir.
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَاناً وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirine düşman kimseler idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Al-i İmran, 3/103)
Bir diğer ayette birliktelikteki ulvi noktanın ne olduğunu Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor.
وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8/46)
Geliniz! Bir olalım, iri olalım, diri olalım, gür olalım.
Geliniz! Ecdadımız nasıl vatan müdafaasını dün bırakmadıysa bizlerde bugün bırakmayalım.
Geliniz! Bugünümüzün okçular tepesi olan meydanları terk etmeyelim.
Geliniz! İş bitti diyerek gevşekliğe düşmeyelim.
Geliniz! Farklılıklarımızı bir tarafa bırakıp kardeşliğimizi pekiştirelim.
Geliniz! Hainlerin, alçakların kursağında kaldığı alçakça saldırıyı bir daha geri gelmemek üzere tarihe gömelim.
Vaazımızı Akif’imizin şu dizesiyle sonlandırıyorum.
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere
Tükürün onlara alkış tutan kahpelere
Rabbim inananlar ile inanmayanları ayırt etmiştir, edecektir
وَلِيُمَحِّصَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَمْحَقَ الْكَافِرِينَ {}
أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ
“Bir de Allah, böylece iman edenleri günahlardan arıtmak, inkârcıları ise yok etmek ister. Yoksa Allah içinizden cihat edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Al-i İmran, 3/141-142)
عنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ وَدِدْتُ أَنِّى لأُقَاتِلُ فِى سَبِيلِ اللَّهِ فَأُقْتَلُ ثُمَّ أُحْيَا ثُمَّ أُقْتَلُ ، ثُمَّ أُحْيَا ، ثُمَّ أُقْتَلُ ، ثُمَّ أُحْيَا ، ثُمَّ أُقْتَلُ ، ثُمَّ أُحْيَا
Ebû Hüreyre’den nakledildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Varlığım elinde bulunan Allah’a yemin ederim, istedim ki, Allah yolunda savaşıp öldürüleyim ve diriltileyim, öldürüleyim tekrar diriltileyim, sonra öldürülüp diriltileyim, daha sonra tekrar diriltileyim ve öldürüleyim!” (Buhârî, Temennî, 1)
İbretle Rabbimizin hikmetlerini şu gün görüyoruz.
Al-i İmran suresi 141. ayette “Bir de Allah, böylece iman edenleri günahlardan arıtmak, inkârcıları ise yok etmek ister.” buyrulmaktadır. Yüce Yaratan iman edenlerle iman etmeyenleri dün ayırt ettiği gibi bugünde birbirinden ayırt ediyor. Artık hiç kimsenin bahanesi kalmamıştır. İnanmayanların ayırt edildiği şu günde herkes inananların yanında yer almak zorundadır. Kur’an-ı Kerimde şöyle buyruluyor.
وَمَا أَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِإِذْنِ اللّهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنِينَ {} وَلْيَعْلَمَ الَّذِينَ نَافَقُواْ وَقِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ قَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَوِ ادْفَعُواْ قَالُواْ لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لاَّتَّبَعْنَاكُمْ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ أَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلإِيمَانِ يَقُولُونَ بِأَفْوَاهِهِم مَّا لَيْسَ فِي قُلُوبِهِمْ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَ
“İki topluluğun karşılaştığı günde başınıza gelen musibet de Allah'ın izniyledir. Bu da müminleri belirlemesi ve hem de münafıklık yapanları ayırt etmesi içindir. Ve onlara: "Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya (hiç olmazsa) savunmaya geçiniz." denilmişti. Onlar ise: "Biz savaşmasını (veya savaş olacağını) bilseydik arkanızdan gelirdik." demişlerdi. Onlar, o gün, imandan çok küfre yakındılar. Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah neyi gizlediklerini daha iyi bilendir.” (Al-i İmran, 3/166-167)
Fesatçı münafıklar hep aynı şeyi yaptı hep aynı şeyi söyledi.
Bu Cuma vakti sizleri münafıkların hal ve vaziyetlerini iyice anlamaya davet ediyorum. Bakara suresi 11-16. Ayetleri arasında Rabbimiz bizleri şöyle aydınlatmaktadır.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ لاَ تُفْسِدُواْ فِي الأَرْضِ قَالُواْ إِنَّمَا نَحْنُ مُصْلِحُونَ {11} أَلا إِنَّهُمْ هُمُ الْمُفْسِدُونَ وَلَـكِن لاَّ يَشْعُرُونَ {12} وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُواْ كَمَا آمَنَ النَّاسُ قَالُواْ أَنُؤْمِنُ كَمَا آمَنَ السُّفَهَاء أَلا إِنَّهُمْ هُمُ السُّفَهَاء وَلَـكِن لاَّ يَعْلَمُونَ {13} وَإِذَا لَقُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ إِلَى شَيَاطِينِهِمْ قَالُواْ إِنَّا مَعَكْمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ {14} اللّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ {15} أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ اشْتَرُوُاْ الضَّلاَلَةَ بِالْهُدَى فَمَا رَبِحَت تِّجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُواْ مُهْتَدِينَ {16}
“Kendilerine: 'Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın' dendiği zaman, 'Bizler sadece ıslah edicileriz' derler. İyi bilin ki, asıl bozguncular kendileridir, lakin farkında değillerdir. Onlara 'Müslümanların inandığı gibi siz de inanın' denilince de, 'Beyinsizlerin inandığı gibi mi inanalım?' derler; iyi bilin ki asıl beyinsizler kendileridir, fakat bilmezler. İnananlara rastladıkları zaman, 'İnandık' derler, elebaşlarıyla baş başa kaldıklarında, 'Biz şüphesiz sizinleyiz, onlarla sadece alay etmekteyiz' derler. Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet bocalayıp dururlar. İşte onlar, hidayete karşılık dalâleti satın alanlardır. Ancak onların bu ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.” (Bakara, 2/11-16)
Rabbimizin izniyle hiçbir kirli insan emeline ulaşmadı, ulaşamayacak.
Milletimiz çok farklı imtihanlardan geçti. Ülkemizi bölmek isteyenler, bizlerin arasını açmak isteyenler, milletimizi parçalamak isteyenler çok oldu. Ama hiçbiri emeline ulaşamadı. Rabbimizin bizlere yardımı, bizlerinde birbirimizden ayrılmaması sebebiyle hiçbir bölünme yaşanmadı. Yaşanmayacak inşallah.
Dün Çanakkale buna şahit olmuştur. Dün toprağımızı parçalamak için dünyanın yedi düvelinden gelenler, buna şahit olmuştur. Tüm vatan evladı, doğulusuyla batılısıyla, kuzeylisiyle güneylisiyle vatanlarını savunmuşlar, “Çanakkale Geçilmez” fermanını tüm dünyaya ilan etmişlerdir.
Dün Kurtuluş Savaşımız buna şahittir. Vatan topraklarımızı kendi aralarında bölüşüp parçalamak üzere planlar yapıp bunu eyleme dönüştürmek isteyenlere, Sütçü İmamlar, Yörük Ali Efeler, Nene Hatunlar, Şerife Bacılar daha nice vatan evladı fırsat vermediler. “Vatan Bölünmez” dediler ve dedirttiler.
Dün vatan evlatları, bu toprakları kanlarıyla suladılar. Canlarını seve seve bu topraklar için feda ettiler. Esaret altında kalmaktansa ölmeyi şeref saydılar, şehit oldular. Bedenlerinde yaraları umursamadılar. Kalırsak gazi dediler. İki iyilikten birini istediler.
Bugün de kardeşler meydanlarda bir araya geldi. Bugün Nene Hatunlar, yavrularını kundaklarında evlerinde bıraktı meydanlara koştu. Bugün Sütçü İmamlar, darbeye kalkışana ilk kurşunu attı. Bugün Yörük Ali Efeler, tankların önüne yattı. Bugün Şerife Bacılar, bayraklarını eline alıp bu zillete dur dedi. Bugün, Milletimiz, tarihin sayfalarına geçecek yeni bir destanı daha altın harflerle yazdı. Vatanını böldürtmedi, namusunu çiğnetmedi, bağımsızlığından vazgeçmedi.
Şu günümüzde yaşananlar neticesinde Milletimiz sadece darbecilere hadlerinin bildirmedi. Artık bugünden sonra Müslümanlar, kendilerini ezmek isteyenlere nasıl cevap vereceğini öğrenmiş oldu. Yedi düvel bir daha anladı ki, bu vatan coğrafyasında tekbir ocak kalıncaya kadar vatanımız kimseye teslim edilmeyecektir. Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale Şehitlerinde dünün ve bugünün destanını gerçekleştirenlere de şöyle sesleniyordu.
Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Kardeşlerim!
Vatanımızı bölmek isteyenler, bağımsızlığımıza kastedenler İstiklal Marşımız ya hiç okumadılar, ya hiç anlamadılar ya da unuttular herhalde. Bugün İstiklal Marşımızın şu mısralarıyla vatanımıza, milletimize kastedenlere ve kast etmek isteyenlere yeniden şu kürsüden haykırıyorum.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
Gün okçular tepesini terk etmeme günüdür.
Uhut savaşında, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in tüm uyarılarına rağmen “Kardeşlerimiz üstün geldi, biz burada niye bekleyelim” dediler okçular tepesinde bekleyenler. Abdullah b. Cubeyr arkalarından bağırdı, ancak işin bittiğini zannedenler yanılmıştı. Oysaki düşmanlarda tam bu anı beklemekteydi.
Müşrik ordusunun atlı birliklerinin komutanı Halid bin Velid, dağda okçuların azaldığını, Müslümanların ganimet toplamakla meşgul olduklarını görünce atlıları hücuma geçirdi. Tepede kalan okçuları şehid edip, Müslümanlara arkalarından saldırdı. Bu durumu gören müşrik ordusu da toparlanarak yeniden Müslümanların üzerine yürüdü.
Müşriklerin ileri gelenlerinden Dırar bin Hattab o günü şöyle anlatıyor:
Biz, Uhud’a çıkıp geldiğimiz zaman,
- “Eğer onlar kalelerinde otururlarsa, onları yenmeye yol bulamayız. Bir süre oturur, sonra dönüp geliriz. Eğer kalelerinden çıkıp yanımıza gelirlerse, onları yeneriz. Çünkü sayımız onlarınkinden çoktur. Hem biz öç almak için yanıp tutuşuyoruz. Bedir’de öldürülenleri hatırlatan kadınlar da bizimle gelmiş bulunuyorlar. Bizim yanımızda atlar var, onların atları yok. Bizim silahlarımız da onlarınkinden çok” dedim.
Nihayet onlar gelip bizimle karşılaştılar. Vallahi, onlarla çarpışmaya kalkışmamızla, bozulup dağılmamız bir oldu! Kendi kendime,
- Bu Bedir’den de büyük bir yenilgi! dedim. Halid bin Velid’e,
- Müslümanlara saldırsana! dedikçe, o bana bunun zor ve faydasız olduğunu söylüyordu. Bir ara, üzerinde okçular bulunan dağı bomboş görünce, Halid bin Velid’e:
- Ebu Süleyman! Arkanı dön de bir bakıver! dedim.
Halid, atının gemini çekip arkasına doğru eğilince, atını mahmuzlayıp hücuma kalktı. Biz de onunla birlikte hücuma kalktık. Dağın üzerinde 5-10 kişi bulduk. Onları öldürdük. Sonra Müslümanların ordugâhına girdik.
Zafer yenilgiye dönüşmüş, Müslümanlar bir anda darmadağın olmuşlardı. Hz. Peygamber (s.a.s), çevresinden ayrılmayanlarla birlikte dağa doğru çekiliyordu. O günkü durum, Kur’an-ı Kerim de şu şekilde anlatılıyor:
وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّهُ وَعْدَهُ إِذْ تَحُسُّونَهُم بِإِذْنِهِ حَتَّى إِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الأَمْرِ وَعَصَيْتُم مِّن بَعْدِ مَا أَرَاكُم مَّا تُحِبُّونَ مِنكُم مَّن يُرِيدُ الدُّنْيَا وَمِنكُم مَّن يُرِيدُ الآخِرَةَ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ وَلَقَدْ عَفَا عَنكُمْ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ
“Gerçekten Allah, (size olan yardım) vaadini doğruladı (yerine getirdi). Hani O'nun izniyle onları (Uhud'da) kırıp geçiriyordunuz. Fakat sevdiğiniz (zaferi ve bıraktıkları ganîmet)i size gösterdikten sonra, (Peygamberin verdiği) emir hakkında gevşediniz, (yerlerinizde kalıp kalmamak hususunda) tartıştınız ve (emre) karşı geldiniz: Kiminiz dünyayı (ganîmeti) istiyor, kiminiz de (emre bağlı kalarak) âhireti istiyordu. Sonra (Allah), sınamak için onlar(a karşı başarı)dan sizi geri koydu (yenilgiye uğrattı). Bununla beraber sizi bağışladı. Allah mü'minlere karşı çok lütufkârdır.” (Al-i İmran, 3/152)
Gün okçular tepesini terk etmeme günüdür. Tamamdır bu iş diyerek meydanları terk etmeme günüdür. Haber gelmeden meydanları terk etmek yok bugün. Yoksa Uhut’ta Hz. Hamza ve yetmiş ashabı kaybettiğimiz acıyı yeniden yaşarız. O zaman acımız çok büyük olur.
Hainlerin bilmedikleri bir şey vardı: Kardeşlerimizden sözlerine sadık kalıp şehit olanlar oldu, bizlerde bu mertebeyi özlemekte ve beklemekteyiz.
Hainler, alçaklar Milletimizi kendileriyle karıştırdılar. Zannettiler ki, bir iki mermi, bir iki bombayla bu işi bitireceklerdi. Ancak onlar adam gibi adam olan Milletimizi unuttu. Yüce Rabbimiz adam gibi adamları şöyle övüyor, cehennemin dibine varacak olanları ise bizlere şöyle dildiriyor.
مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً {} لِيَجْزِيَ اللَّهُ الصَّادِقِينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِقِينَ إِن شَاء أَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ إِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُوراً رَّحِيماً
“Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir. Çünkü Allah sadâkat gösterenleri sadâkatları sebebiyle mükâfatlandıracak, münafıklara -dilerse- azap edecek yahut da (tevbe ederlerse) tevbelerini kabul edecektir. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Ahzab, 33/23-24)
Bir gün bedevinin biri Hz. Peygamber’e geldi. Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu. Sonra yurdunu terk edip Medine’ye yerleşti ve çobanlık yaparak geçimini kazanmaya başladı. Resûlullah (sav), ashâbından birini bu kişiyle ilgilenmesi için görevlendirdi. O günlerde bir savaş olmuştu ve Hz. Peygamber düşmandan alınan ganimetleri taksim ediyordu. O kimseye de hissesini gönderdi. Kendisiyle ilgilenen sahâbî onun hissesine düşen ganimeti verince ona bunun ne olduğunu sordu. Sahâbî, “Peygamber’in (sav) sana ayırdığı hissedir.” dedi. O, hissesine düşen ganimeti Peygamber’e (sav) getirdi ve bunun ne olduğunu ona da sordu. O esnada orada bulunan sahâbîler de Efendimizle bu kişinin arasında geçen konuşmayı izliyorlardı. Resûlullah (sav), “Bunu senin için ayırdım.” buyurdu. Adam, “Ben sana ganimet elde etmek için değil -eliyle boğazını göstererek- şuramdan ok ile vurulup şehit olmak ve cennete girmek için uydum.” dedi. Resûlullah (sav), “Eğer gerçekten doğru söylüyorsan ve Allah’a verdiğin sözü tutarsan Allah da sana istediğini verecektir.” buyurdu. Bu kişi, yapılan bir savaşta tam da işaret ettiği yerden okla vurularak şehit oldu. Bu hâlde Resûlullah’a (sav) getirdiler. Allah Resûlü, “Bu, o adam mı?” diye sordu. “Evet.” dediler. Resûlullah (sav), “O, Allah’a verdiği sözü tutmuş, Allah da ona dilediğini vermiş.” buyurdu. Sonra onu kendi cübbesi ile kefenledi ve önüne koyarak namazını kıldı. Ardından ona şöyle dua etti: “Allah’ım! Bu kulun senin yolunda hicret ederek şehit oldu. Ben de buna şahidim.” (Nesâî, Cenâiz, 61)
Bizde bu Cuma gününde şehirlerimize sesleniyoruz. Şehidim! Sen Rabbine ahdini yerine getirdin. Vatanımıza uzanan hainlere, kalleşlere sen geçit vermedin. Sen üzülme! Arkandan gelmeyi bekleyen milyonlar var. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) şehitlerimize ve şehitliği arzulayanlara şöyle iltifat etmektedir.
عنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ وَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ وَدِدْتُ أَنِّى لأُقَاتِلُ فِى سَبِيلِ اللَّهِ فَأُقْتَلُ ثُمَّ أُحْيَا ثُمَّ أُقْتَلُ ، ثُمَّ أُحْيَا ، ثُمَّ أُقْتَلُ ، ثُمَّ أُحْيَا ، ثُمَّ أُقْتَلُ ، ثُمَّ أُحْيَا
“Varlığım elinde bulunan Allah’a yemin ederim, istedim ki, Allah yolunda savaşıp öldürüleyim ve diriltileyim, öldürüleyim tekrar diriltileyim, sonra öldürülüp diriltileyim, daha sonra tekrar diriltileyim ve öldürüleyim!” (Buhârî, Temennî, 1)
Bir başka hadiste ise Hz. Fahr-i Kainat Efendimiz şu müjdeyi bizlere bildirmektedir. “Şehitlerin ruhları yeşil kuşların içindedir. Bu kuşların Arş’a asılı kandilleri vardır. Şehit ruhlarını taşıyan kuşlar, cennette istedikleri yerde dolaşır sonra arşa asılı kandillere inerler. Allah onlara yönelerek şöyle seslenir, ‘Herhangi bir arzunuz var mı?’ Onlar da, ‘Ey Rabbimiz! Başka ne arzu edebiliriz ki? Cennetteyiz, dilediğimiz şekilde yaşıyoruz.’ Yüce Allah onlara bunu üç defa sorar. Onlar Rablerinden bir şey dilemedikçe bırakılmayacaklarını anlayınca şöyle derler: ‘Ruhlarımızı cesetlerimize geri çevir de dünyaya tekrar dönelim ve senin yolunda ikinci kez şehit olalım!’” (Müslim, İmâre, 121)
Gün farklılıklarımızı bir tarafa bırakarak birleşme günüdür.
Farklı düşüncelere, farklı dillere sahip olabiliriz. Farklı siyasi görüşlerimizde olabilir. Ancak gün farklılıklarımızı ön plana çıkarma günü değildir. Gün kardeşlik günüdür. Gün kardeşliğimi en ulvi noktaya –Yüce Rabbimizin istediği noktaya- çıkarma günüdür. O ulvi nokta ise Kur’an-ı Kerimde bizlere şöyle bildirilmektedir.
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَاناً وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
“Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirine düşman kimseler idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Al-i İmran, 3/103)
Bir diğer ayette birliktelikteki ulvi noktanın ne olduğunu Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor.
وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
“Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8/46)
Geliniz! Bir olalım, iri olalım, diri olalım, gür olalım.
Geliniz! Ecdadımız nasıl vatan müdafaasını dün bırakmadıysa bizlerde bugün bırakmayalım.
Geliniz! Bugünümüzün okçular tepesi olan meydanları terk etmeyelim.
Geliniz! İş bitti diyerek gevşekliğe düşmeyelim.
Geliniz! Farklılıklarımızı bir tarafa bırakıp kardeşliğimizi pekiştirelim.
Geliniz! Hainlerin, alçakların kursağında kaldığı alçakça saldırıyı bir daha geri gelmemek üzere tarihe gömelim.
Vaazımızı Akif’imizin şu dizesiyle sonlandırıyorum.
Tükürün milleti alçakça vuran darbelere
Tükürün onlara alkış tutan kahpelere
Yüce Rabbim Vatanımızı, Milletimizi, Ümmet-i Muhammedi her türlü beladan, musibetten, darbeden muhafaza eylesin. Allah’ım daha ilk günden beri vatan hainlerine karlı gelen, canıyla malıyla direnç gösteren siz kıymetli kardeşlerimden razı olsun. Rabbim sizleri iki cihanda aziz etsin. Cumanız mübarek olsun.
Ahmet Ünal - Uzman Vaiz