CİHAD
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنجِيكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيم ٍ :تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَفِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ :يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ:
“Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi? Allah’a ve Peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır. (Bunu yapınız ki) Allah, günahlarınızı bağışlasın, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koysun. İşte bu büyük başarıdır.” (SAF SURESİ – 10 – 12. AYETLER)
İnsanların dünyada güven, huzur ve barış içinde yaşayabilmeleri için üç rehbere ihtiyaçları vardır: Akıl, ilâhî vahiy ve peygamber. Kur’an, bunu şöyle ifade ediyor:
وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْلاأُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ:
“Kâfirler diyorlar ki: Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya! (Hâlbuki) sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir rehberi vardır.” (RAD SURESİ – 7. AYET)
وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحاً مِّنْ أَمْرِنَا مَا كُنتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِن جَعَلْنَاهُ نُوراً نَّهْدِي بِهِ مَنْ نَّشَاء مِنْ عِبَادِنَاوَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ:
“İşte böylece sana da emrimizle Kur’an’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.” (ŞÛRÂ SURESİ – 52. AYET)
وَأَنَّ هَـذَا صِرَاطِي مُسْتَقِيماً فَاتَّبِعُوهُ وَلاَ تَتَّبِعُواْ السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَن سَبِيلِهِ ذَلِكُمْ وَصَّاكُم بِهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ:
“Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.”
(EN’ÂM SURESİ – 153. AYET)
Yüce Allah, kutsal kitapları ve peygamberleri insanlara rehber olsun diye göndermiştir. Bu rehberden faydalanabilmek için aklın kullanılması, ilâhî vahyin ve peygamberin doğru anlaşılması gerekir.
Akıl; doğru işlerde ve hakka uygun olarak kullanılmadığı; ilâhî vahiy ve peygamber, doğru anlaşılmadığı zaman amaca ve hedefe ulaşılamaz; güven, huzur ve barış ortamı sağlanamaz. Bu konuda Kur’an şöyle buyuruyor:
وَهَـذَا كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُواْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ:
“Bu (Kur’an), bizim indirdiğimiz bereket kaynağı bir kitaptır. Artık ona uyun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki, size merhamet edilsin.” (EN'ÂM SURESİ – 155. AYET)
Bu ayette beyan edildiği gibi, rahmet olsun diye gönderilen Kitap ve Peygamber’in, doğru anlaşılması gerekir. Yüce Allah da, Kur’an’ın anlaşılmasını istemektedir:
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَى أَن يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباًمِّن فَوْقِكُمْ أَوْ مِن تَحْتِ أَرْجُلِكُمْ أَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذِيقَ بَعْضَكُم بَأْسَ بَعْضٍ انظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الآيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ:
“De ki: “Allah’ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter.” Bak, anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl açıklıyoruz!” (EN’ÂM SURESİ – 65. AYET)
وَهُوَ الَّذِيَ أَنشَأَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌ قَدْ فَصَّلْنَا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ:
“O, kara ve denizin karanlıklarında kendileri ile yol bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Gerçekten biz, bilen bir toplum için ayetleri geniş geniş açıkladık.” (EN’ÂM SURESİ – 98. AYET)
Anlamındaki ayetler ve benzeri birçok ayet bu gerçeği dile getirmektedir. Yüce Allah, kâfir, müşrik ve münafıkları gerçekleri anlamamakla yermektedir:
أَيْنَمَاتَكُونُواْ يُدْرِككُّمُ الْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِي بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ وَإِن تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُواْ هَـذِهِ مِنْ عِندِ اللّهِ وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُواْهَـذِهِ مِنْ عِندِكَ قُلْ كُلًّ مِّنْ عِندِ اللّهِ فَمَا لِهَـؤُلاء الْقَوْمِ لاَ يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثاً:
“Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa “Bu Allah’tan” derler; başlarına bir kötülük gelince de "Bu senden" derler. “Hepsi Allah'tandır” de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!” (NİSA SURESİ – 78. AYET)
وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ وَجَعَلْنَا عَلَىقُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْراً وَإِن يَرَوْاْ كُلَّ آيَةٍلاَّ يُؤْمِنُواْ بِهَا حَتَّى إِذَا جَآؤُوكَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَذَاإِلاَّ أَسَاطِيرُ الأَوَّلِينَ:
“Onlardan seni (okuduğun Kur’an’ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: “Bu Kur’an eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyerek seninle tartışırlar.”
(EN’AM SURESİ – 25. AYET)
وَجَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْراً وَإِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْآنِ وَحْدَهُ وَلَّوْاْ عَلَى أَدْبَارِهِمْ نُفُوراً:
“Ayrıca, onu anlamamaları için kalplerine bir kapalılık ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Sen, Kur’an’da Rabbinin birliğini yâd ettiğinde onlar, canları sıkılmış bir vaziyette, gerisin geri dönüp giderler.” (İSRA SURESİ – 46. AYET)
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّن ذُكِّرَ بِآيَاتِ رَبِّهِ فَأَعْرَضَ عَنْهَا وَنَسِيَ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ إِنَّا جَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْراً وَإِن تَدْعُهُمْ إِلَى الْهُدَى فَلَن يَهْتَدُوا إِذاً أَبَداً:
“Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatılıp da ona sırt çevirenden, kendi elleriyle yaptığını unutandan daha zalim kim vardır! Biz onların kalplerine, bunu anlamalarına engel olan bir ağırlık, kulaklarına da sağırlık verdik. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayete eremeyeceklerdir.” (KEHF SURESİ – 57. AYET)
سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ إِذَا انطَلَقْتُمْ إِلَى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْ يُرِيدُونَ أَن يُبَدِّلُواكَلَامَ اللَّهِ قُل لَّن تَتَّبِعُونَا كَذَلِكُمْ قَالَ اللَّهُ مِن قَبْلُ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَا بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ إِلَّا قَلِيلاً:
“Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar: Bırakın, biz de arkanıza düşelim, diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur.” Onlar size: Hayır, bizi kıskanıyorsunuz, diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az anlayan kimselerdir.” (FETİH SURESİ – 15. AYET)
لَأَنتُمْ أَشَدُّ رَهْبَةً فِي صُدُورِهِم مِّنَ اللَّهِ ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَّا يَفْقَهُونَ:
“Onların içlerinde size karşı duydukları korku, Allah’a olan korkularından daha şiddetlidir. Böyledir, çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.” (HAŞR SURESİ – 13. AYET)
Bu itibarla dinimizi, onun ana kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’i, dinî konu ve kavramları çok iyi anlamamız ve öğrenmemiz gerekmektedir. Bu bağlamda, “Allah yolunda cihad” konusunu anlatmaya çalışacağız.
Sözlükte; gayret etmek, bir işi yapabilmek için bütün imkânları kullanmak:
وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْناً وَإِن جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَا إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ:
“Biz, insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar, seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.” (ANKEBUT SURESİ – 8. AYET)
وَإِن جَاهَدَاكَ عَلى أَن تُشْرِكَ بِي مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَاوَصَاحِبْهُمَا فِي الدُّنْيَا مَعْرُوفاًوَاتَّبِعْ سَبِيلَ مَنْ أَنَابَ إِلَيَّ ثُمَّ إِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَأُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ:
“Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.” (LOKMAN SURESİ – 15. AYET)
Anlamına gelen “cihad” kavramı; Kur’an ve hadislerde; saldırı olduğunda Allah yolunda İslâm düşmanlarıyla savaşmak anlamını ifade ettiği gibi, dini öğrenmeyi, dinin emir ve yasaklarına uymayı, haram ve günahlara karşı nefis ile mücadele etmeyi, İslâm’ın bilinmesi, tanınması, yaşanması ve yücelmesi için çalışmayı da ifade eder.
Dolayısıyla cihad kavramının geniş bir anlamı vardır. Ancak bu kavram, zihinlerde daha çok savaş (kıtal) kavramı ile özdeş hâle gelmiştir.
Bu nedenle olmalı ki gerek İslâm dünyasında gerek batıda “cihad” kavramı hep savaş ve saldırı söz konusu edildiğinde gündeme gelmektedir. Daha ötesi batıda “İslâm”, terör ile birlikte düşünülmektedir.
Maalesef bazı ülkelerde bir kısım insanlar cihad adı altında terör yapabilmektedirler. Halbuki “cihad” kavramının terör ile asla ilgisi yoktur. Hatta cihad deyince ilk akla gelecek kavramın terör ve savaş değil, “İslâm’ı tebliğ ve toplumda kötülüklerle mücadele etme” olması gerekir.
“Cihad” kavramı; Mekke döneminde İslâm’ın bilinmesi, tanınması, yücelmesi ve yaşanması için gösterilen çabayı ifade etmek için kullanılmıştır:
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ:
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol...”
(TEVBE SURESİ – 73. AYET)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ:
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. O gidilecek yer ne de kötüdür!” (TAHRİM SURESİ – 9. AYET)
Anlamındaki ayette, Peygamberimize emredilen kâfir ve münafıklarla cihad, “kıtal” anlamında cihad değildir.
Çünkü münafıklarla fiili bir savaş yapılmamıştır. Dolayısıyla ayetteki cihad kavramı; münafıklarla hak uğrunda dil ile mücadele etmek, İslâm gerçeği ile ilgili delilleri anlatmak, fitne ve fesatlarına engel olmak anlamındadır.
Mekke’de ve henüz fiili savaşa izin verilmeyen bir dönemde inen:
ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ هَاجَرُواْ مِن بَعْدِ مَا فُتِنُواْ ثُمَّ جَاهَدُواْ وَصَبَرُواْ إِنَّ رَبَّكَ مِن بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ:
“Sonra şüphesiz ki Rabbin, eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda cihad edip sabreden kimselerin yanındadır. Şüphesiz Rabbin bundan sonra da çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (NAHL SURESİ – 110. AYET)
Anlamındaki ayette geçen cihad kavramı ile Furkan suresinin:
فَلَا تُطِعِ الْكَافِرِينَ وَجَاهِدْهُم بِهِ جِهَاداً كَبِيراً:
“Öyle ise kâfirlere itaat etme, onlara karşı bu Kur’an ile büyük bir cihatta bulun.” (FURKAN SURESİ – 52. AYET)
Anlamındaki ayette geçen “kâfirlere karşı büyük cihad”, fiilen savaşmayı değil, onlara karşı Kur’anî delillerle mücadele etmeyi ifade eder.
Müfessir Kâdî Beydâvî'nin dediği gibi, gerçeği göremeyen ve aklını bu yönde kullanamayan kimselere karşı deliller ortaya koyarak mücadele etmek, düşmanlara karşı fiilen savaşmaktan daha büyüktür.
Yine İslâm düşmanlarıyla fiilen savaşa izin verilmeden önce inen:
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ:
“Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka yararlı işleri en güzel biçimde yapanlarla beraberdir.” (ANKEBUT SURESİ – 69. AYET) anlamındaki ayette geçen “Allah yolunda cihad”, müfessir Ebu Süleyman ed-Darani’nin dediği gibi düşmanlarla fiilen savaşmayı değil, Allah’ın dinine yardım etmeyi, İslâm’a karşı çıkanlara karşı koymayı, zulmü önlemeyi, emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker görevini yapmayı ve Allah’a itaat edebilmek için nefisle mücadele etmeyi ifade eder.
Bu ayetler, cihadın İslâm’ın doğuşundan beri var olduğunun ve doğrudan savaş anlamına gelmediğinin delilidir. “Cihad” kavramı Kur’an’da “savaş” anlamında da kullanılmıştır. Meselâ Peygamberimizin ve ashabının savaşlarının söz konusu edildiği:
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أُوْلَـئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّهِ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ:
“İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah, gafur ve rahîmdir.” (BAKARA SURESİ – 218. AYET)
أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ:
“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” (ÂLİ – İMRAN SURESİ – 142. AYET)
لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُـلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُالْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْراً عَظِيماً:
“Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vaat etmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.”
(NİSA SURESİ – 95. AYET)
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ آوَواْ وَّنَصَرُواْ أُوْلَـئِكَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَلَمْ يُهَاجِرُواْ مَا لَكُم مِّن وَلاَيَتِهِم مِّن شَيْءٍ حَتَّى يُهَاجِرُواْوَإِنِ اسْتَنصَرُوكُمْ فِي الدِّينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ إِلاَّ عَلَى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُم مِّيثَاقٌ وَاللّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ:وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْوَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ آوَواْ وَّنَصَرُواْ أُولَـئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقّاً لَّهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ:وَالَّذِينَ آمَنُواْ مِن بَعْدُ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ مَعَكُمْ فَأُوْلَـئِكَ مِنكُمْ وَأُوْلُواْ الأَرْحَامِبَعْضُهُمْ أَوْلَى بِبَعْضٍ فِي كِتَابِ اللّهِ إِنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ:
72-) “İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer bir kısmının dostlarıdır. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar size onların mirasından hiçbir pay yoktur. Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavim aleyhine olmaksızın (o müslümanlara) yardım etmek üzerinize borçtur. Allah yapacaklarınızı hakkıyla görmektedir.”
74-) “İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.”
75-) “Sonradan iman eden ve hicret edip de sizinle beraber cihad edenler de sizdendir. Allah'ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmağa) daha uygundur. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilendir.” (ENFAL SURESİ – 72. 74. 75. AYETLER)
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ حَتَّى نَعْلَمَ الْمُجَاهِدِينَ مِنكُمْ وَالصَّابِرِينَ وَنَبْلُوَ أَخْبَارَكُمْ:
“And olsun ki içinizden cihad edenlerle sabredenleri belirleyinceye ve haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi imtihan edeceğiz.” (MUHAMMED SURESİ – 31. AYET)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءكُم مِّنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ أَن تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِن كُنتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاء مَرْضَاتِي تُسِرُّونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنتُمْ وَمَن يَفْعَلْهُ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ:
“Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamber’i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur.”
(MÜMTAHİNE SURESİ – 1. AYET)
Surelerinde geçen cihad kavramı savaş anlamındadır. Ancak savaş anlamındaki cihadın uygulamaya konulabilmesi için, düşman tarafından fiili bir saldırının yapılmış olması gerekir. Meselâ:
الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ أَعْظَمُ دَرَجَةً عِندَ اللّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ:
“İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte ancak onlar, başarıya erenlerdir.” (TEVBE SURESİ – 20. AYET)
Anlamındaki ayette sözü edilen cihad, fiili savaş anlamındadır. Bu anlamda meselâ Peygamberimiz ve ashabı, Bedir ve Uhud’da müşriklerinin saldırılarına karşı cihad etmiş ve vatanlarını korumuşlardır. Milletimiz Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında yurdumuza saldıran düşmanlara karşı büyük bir cihadda bulunmuşlar, vatanımızı düşman istilasından kurtarmışlardır.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْاتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (MAİDE SURESİ - 35. AYET)
Ve
وَجَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ:
“Allah uğrunda hakkıyla cihad edin…” (HACC SURESİ – 78. AYET) Anlamındaki ayetlerde geçen “Allah yolunda cihad” emri, hem İslâm düşmanlarıyla meşru bir harp çıktığında savaş araç gereçleriyle fiilen savaşmayı, hem İslâm’ın hükümlerini bizzat uygulamayı, nefsi kötülüklerden ve haramlardan alıkoymayı, hem de İslâm’ın bilinmesi, yücelmesi ve hükümlerinin uygulanması için gösterilen sözlü, ekonomik ve her türlü çabayı ifade eder:
يَا أَيُّهَاالَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاءُ وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (MAİDE SURESİ – 54. AYET)
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ:
“İman edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir.” (HUCURAT SURESİ – 15. AYET)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنجِيكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ:تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَفِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ:يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ:
“Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi? Allah’a ve Peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır. (Bunu yapınız ki) Allah, günahlarınızı bağışlasın, sizi içinden ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koysun. İşte bu büyük başarıdır.” (SAF SURESİ – 10 – 12. AYETLER)
Anlamındaki ayetlerde ve benzeri birçok ayette geçen Allah yolunda cihad”, Allah sevgisine mazhar olan, kurtuluşa eren, özünde, sözünde ve işlerinde dürüst olan sadık müminlerin niteliği olarak zikredilmiştir. Allah’ın övdüğü bu kimseler; sadece Allah yolunda fiilen savaşanlar değil, İslâm’ın bilinmesi, tanınması, yücelmesi ve hükümlerinin hayatta uygulanması için çaba gösteren her Müslümanı ifade eder. Kur’an’da Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad edenler övülmekte, onlara Allah’ın rahmeti, mağfireti, mükâfatı ve cenneti va’d edilmektedir. İmanları uğrunda hicret edenler ve bunlara yardım edenler, gerçek müminler olarak nitelenmektedir:
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أُوْلَـئِكَ يَرْجُونَ رَحْمَتَ اللّهِ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ:
“İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler; şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (BAKARA SURESİ – 218. AYET)
لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُـلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُالْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْراً عَظِيماً:دَرَجَاتٍ مِّنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةً وَكَانَ اللّهُ غَفُوراً رَّحِيماً:
“Müminlerden özür sahibi olmaksızın (cihattan geri kalıp) oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler eşit olamazlar. Allah, mallarıyla, canlarıyla cihad edenleri, derece itibariyle, cihattan geri kalanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah (müminlerin) hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’d etmiştir. Ama mücahitleri büyük bir mükafat ile kendi katından dereceler, bağışlanma ve rahmet ile cihattan geri kalanlara üstün kılmıştır. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (NİSA SURESİ – 95 – 96. AYETLER)
وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْوَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ آوَواْ وَّنَصَرُواْ أُولَـئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقّاً لَّهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ:
“İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.” (ENFAL SURESİ – 74. AYET)
Hadis kitaplarının “cihad” bölümlerine baktığımızda, bu bölümlerde cihad kavramının hem bir saldırı olduğu zaman fiili savaş yapma, savaş araç gereci hazırlama, Allah yolunda infakta bulunma ve savaş hukuku ile ilgili hadislere yer verildiğini, hem de doğrudan fiili savaş ile ilgili olmayan nefisle mücadele etmeyi, İslâm’ın bilinmesi, yücelmesi ve hükümlerine uyulması için gösterilen çabayı ifade eden hadislere yer verildiğini görüyoruz. Bu da “cihad” kavramının “harb, gazâ ve kıtal” kavramları ile özdeş olmadığını, bunları da içine alan ancak bunlarla sınırlı olmayan, İslâm’ın bütün hükümlerini öğrenme ve uygulama çabasını da kapsayan bir kavram olduğunu ifade etmektedir. Meselâ:
“Kim savaşa katılacak bir kimseyi savaş araç gereci ile donatırsa, o kimse bizzat Allah yolunda savaşmış gibi olur.”
“Kim Allah yolunda bir infakta bulunursa, o kimseye yedi yüz kat sevap yazılır.”
“Kim Allah’ın kelimesinin yücelmesi için savaşırsa o, Allah yolundadır.”
“Kimin Allah yolunda ayakları tozlanırsa, ona cehennem ateşi haram olur.”
“Allah yolunda öldürülen kimse şehittir.”
Anlamındaki doğrudan savaş ile ilgili hadisler ve benzerlerine cihad bölümünde yer verilmiştir. Aynı şekilde Allah’a itaat konusunda nefsi ile mücadele etmeyi ifade eden:
“Mücahid, nefsi ile mücadele eden kimsedir.” anlamındaki hadis, İslâm’ı Müslüman olmayanlara tebliğ etmeyi ifade eden:
“Müşrikler ile mallarınız, canlarınız ve dilleriniz ile cihad edin.” anlamındaki hadis, Oruç ibadeti ile ilgili:
“Kim Allah rızası için bir gün oruç tutarsa, Allah onu cehennemden bin (yıllık) bir mesafeye uzaklaştırır.” anlamındaki hadis cihad bölümlerinde zikredilmiştir.
Kadınların cihadı ile ilgili Hz. Aişe (RA)’dan rivayet edilen şu hadis, formel ibadetlerin de cihad olduğuna delalet eder:
Hz. Aişe (RA): “Ey Allah’ın elçisi! Biz amellerin en fazîletlisinin cihad olduğunu görüyoruz. Biz cihad yapmayalım mış” diye sorar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (SAV): “Cihadın en fazîletlisi makbul bir hacdır” buyurur.
Şu hadis de anne-babaya hizmetin cihad olduğunu ifade etmektedir:
Abdullah İbni Amr anlatıyor: Bir sahabi Hz. Peygamber (SAV)’e geldi ve ondan cihada (savaşa) katılmak için izin istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (SAV) ona: “Annen-baban var mı” diye sordu. Adamın “evet” demesi üzerine: “Sen onlara hizmet ederek cihad et” buyurdu.
“Zalim devlet başkanının / yöneticilerin yanında doğru sözü söylemek en büyük cihattır.”
“Kim, (emredilmedikleri şeyleri yapanlar ve yapmadıkları şeyleri söyleyenler ile) eliyle cihad ederse o mümindir, kim onlarla diliyle cihad ederse mümindir, kim onlarla kalbi ile cihad ederse mümindir, bunun dışında hardal tanesi kadar iman yoktur.” Anlamındaki hadisler, İslâm’ı tebliğ etmenin, hakkı ve doğruyu söylemenin ve anlatmanın en büyük cihad olduğunu ifade etmektedir.
Yukarıda zikrettiğimiz ayet ve hadisleri birlikte değerlendirdiğimizde; cihadı; iman edip salih ameller işlemek, hak dinde sebat etmek, nefsi kötülüklerden ve haramlardan alıkoymak, İslâm’ı öğrenmek ve öğretmek, İslâm’ın bilinmesi, tanınması, yücelmesi ve hükümlerine uyulması için çalışmak, Müslümanları her türlü tehlike ve saldırılara karşı savunmak, fitne ve fesadı önlemek, güven ve huzuru sağlamak ve benzeri İslâm toplumunun yararına olan kişisel ve kurumsal bazda sözlü, yazılı, görsel, bilimsel ve ekonomik olarak yapılan her türlü çabayı göstermek; Allah rızasına yönelik her türlü gayret; gerektiğinde İslâm düşmanlarıyla canı ve malı ile savaşmak ve savaş araç gereci hazırlamak ve hazırlanmasına katkı sağlamak şeklinde anlayabiliriz.
Buna göre cihadı, üç kısma ayırmak mümkündür:
A-) İslâm’ı anlatarak ve bizzat yaşayarak tebliğ etmek; Müslümanlara saldırı ve savaş açıldığında mal ve canla fiilen savaşmak
B-) Allah’a itaat konusunda nefisle mücadele etmek,
C-) Şeytanın hile ve tuzaklarına karşı koymak
أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّوَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ:
“Ey bilginler!) Sizler Kitab’ı (Tevrat’ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (BAKARA SURESİ – 44. AYET)
الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ:
“Bir kısım insanlar, müminlere: “Düşmanlarınız olan insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” dediler.” (ÂLİ – İMRAN SURESİ – 173. AYET)
يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ:
“Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.” (MAİDE SURESİ – 67. AYET)
قُلْ هَـذِهِ سَبِيلِي أَدْعُو إِلَى اللّهِ عَلَى بَصِيرَةٍ أَنَاْ وَمَنِ اتَّبَعَنِي وَسُبْحَانَ اللّهِ وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ:
“(Resulüm!) De ki: “İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.” (YUSUF SURESİ – 108. AYET)
ادْعُ إِلِى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِوَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَن ضَلَّ عَن سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ:
“(Resulüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir.” (NAHL SURESİ – 125. AYET)
وَلَا تُجَادِلُوا أَهْلَ الْكِتَابِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ إِلَّاالَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُوا آمَنَّا بِالَّذِي أُنزِلَ إِلَيْنَا وَأُنزِلَ إِلَيْكُمْ وَإِلَهُنَا وَإِلَهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ:
“İçlerinden zulmedenleri bir yana, ehl-i kitapla ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuzdur.” (ANKEBUT SURESİ – 46. AYET)
قُلْ إِنَّمَا أَعِظُكُم بِوَاحِدَةٍ أَن تَقُومُوا لِلَّهِ مَثْنَى وَفُرَادَى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِكُم مِّن جِنَّةٍ إِنْ هُوَ إِلَّا نَذِيرٌ لَّكُم بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَدِيدٍ:
“(Resulüm! Onlara) de ki: Size bir tek öğüt vereceğim: Allah için ikişer ikişer ve teker teker ayağa kalkın, sonra da düşünün! Arkadaşınızda (peygamberde) hiçbir delilik yoktur! O ancak şiddetli bir azap gelip çatmadan evvel sizi uyaran bir peygamberdir.” (SEBE SURESİ – 46. AYET)
İnsanların en faziletlisi cihad eden mümin, cihad da en faziletli amellerden biridir.
Sahabeden Abdullah İbni Mes’ûd anlatıyor: “Allah’ın Elçisine, “Ey Allah’ın Elçisi! Hangi amel daha faziletlidir” diye sordum. “Vaktinde kılınan namaz” buyurdu. “Sonra hangisidir” diye sordum. “Anne-babaya iyi davranmak / iyilik etmektir” buyurdu. “Sonra hangisidir” diye sordum. “Allah yolunda cihad etmektir” buyurdu.
Sahabeden Ebu Said (RA)’in bildirdiğine göre: “Ey Allah’ın Elçisi! İnsanların en faziletlisi hangisidir” diye sorulması üzerine Hz. Peygamber (SAV): “Malı ve canı ile Allah yolunda cihad eden mümindir” buyurmuştur.
Sonuç olarak; ilk insandan beri var olan tevhid esasına dayalı hak din İslâm’ın temel amacı, yer yüzünün halifesi olan Âdem oğlunun; malının, canının, aklının, neslinin ve dininin korunmasıdır. Bunların korunabilmesi için insanların; sulh ve sükun, güven ve huzur içinde yaşamaları gerekir. Bu amaçla bütün peygamberler insanları, dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacak ilâhî prensiplere davet etmişlerdir. Son Peygamber Hz. Muhammed (SAV) ve ona indirilen Kur’an da, insanlığın barış ve huzurunu amaçlamıştır. Savaş; ancak saldırı olduğu zaman barışın korunması, baskının ve zulmün önlenmesi, can ve mal güvenliğinin sağlanması amacına yönelik olarak meşru olur. Dolayısıyla Kur’an’da “cihad”, “harb”, “mücadele” ve “kıtal” gibi savaşı ifade eden kavramların, bu bağlamda değerlendirilip anlaşılması gerekir. Yapılan kötü muameleye karşılık verilecekse ancak misliyle karşılık verilmesini, fakat sabredip karşılık verilmemesinin daha hayırlı olduğunu:
وَإِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُواْ بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُم بِهِ وَلَئِن صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِّلصَّابِرينَ:
“Eğer ceza verecekseniz, size yapılan işkencenin misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.” (NAHL SURESİ – 126. AYET),
Hatta kötülüğün iyilikle savılmasını:
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ:
“İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.”
(FUSSİLET SURESİ – 34. AYET)
Tavsiye eden bir din; canlara, mallara, nesillere ve ekolojik dengeye zarar veren savaşı esas alamaz. Hem savaş anlamını ifade eden kavramlar, hem de “kıtâl” kavramının geçtiği ayetler, savaş ortamı ile ilgilidir. Ayetlerde “savaşın” şeklindeki emirlerin uygulanması ancak meşru bir savaş olması hâlinde söz konusudur. Bir anlamı da “barış” olan İslâm, savaşı değil barışı, kavgayı değil uzlaşmayı, kötülüğü değil iyiliği esas alır, barışın korunmasını ister. Herkesi Allah yoluna çağırır ama zorlamaz, davette baskıyı değil sadece tebliğ yöntemini tavsiye eder. Fitne, zulüm ve baskının ortadan kalkmasını, toplumlara adalet, güven, huzur, barış ve din özgürlüğünün yerleşmesini ister. Herkesi bu yönde çaba göstermeye çağırır.
İslâm’ın barışı esas aldığı, cihadın ancak saldırı olduğunda ve meşru bir savaş çıktığında “kıtal” anlamına geleceği, “kıtâl” ile ilgili ayetlerin savaş ortamı ile ilgili olduğu, dinde zorlamanın yapılamayacağı, küfrün savaş ve öldürme gerekçesi olamayacağı şeklinde zihinlere yerleşecek bir din anlayışının, ulusal ve uluslar arası barışın varlığına ve devamına katkı sağlayacağı, akl-ı selim sahibi herkesin kabul edeceği bir gerçektir.
KAYNAK: DİYANET AYLIK DERGİ