“Utanma, çekinme, vazgeçme, tövbe etme” gibi anlamlara gelen hayâ kelimesi; ahlak terimi olarak, “Nefsin çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terk etmesi” dir.
Kötü bir işin yapılmasından yada iyi bir işin terk edilmesinden dolayı insanın yüzünü kızartan sıkıntı şeklinde de açıklanabilir. İffet ise; haramdan uzak durmak, helal ve güzel olmayan söz ve davranışlardan sakınmaktır.
يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلوُا بُيُوتَ النَّبِىِّ اِلَّا اَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ اِلَى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِرِينَ اِنَيهُ وَلَكِنْ اِذَا دُعِيتُمْ فَادْخُلُوا فَاِذَا طَعِمْتُمْ فَانْتَشِرُوا وَلَا مُسْتَاْنِسِينَ لِحَدِيثٍ اِنَّ ذَلِكُمْ كَانَ يُؤْذِى النَّبِىَّ فَيَسْتَحْيِي مِنْكُمْ وَاللَّهُ لَايَسْتَحْيِي مِنَ الْحَقِّ
Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez.
وَاِذَا سَاَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعًا فَسْأَلُوهُنَّ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ ذَلِكُمْ اَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّ وَمَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُؤْذُوا رَسُولَ اللَّهِ وَلَا اَنْ تَنْكِحُوا اَزْوَاجَهُ مِنْ بَعْدِهِ اَبَدًا اِنَّ ذَلِكُمْ كَانَ عِنْدَ اللَّهِ عَظِيمًا
Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın Resûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.[1]
اُتْلُ مَا اُوحِىَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلَوةَ اِنَّ الصَّلَوةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ اَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.[2]
قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ اَزْكَى لَهُمْ اِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarından haberdardır.
وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ…
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler…[3]
يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللَّهِ وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضَى مِنَ الْقَوْلِ وَكَانَ اللَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا
“Günahkârlar, insanlardan gizleniyorlar da Allah’tan gizlenmiyorlar. Halbuki Allah, geceleyin razı olmayacağı sözleri söyleyenlerle beraberdir. Allah onların bütün yaptıklarını ilmiyle kuşatmıştır.”[4]
İbnu Mes'ud anlatıyor: "Rasûlullah şöyle buyurdular:
اِسْتَحْيُوا مِنَ اللَّهِ حَقَّ الْحَيَاءِ
"Allah'tan hakkıyla hayâ edin!"
قُلْنَا: يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّا نَسْتَحْيِي وَالْحَمْدُ لِلَّهِ،
Biz: "Ey Allah'ın Rasûlü, elhamdülillah, biz Allah'tan hayâ ediyoruz" dedik.
Bunun üzerine Rasulullah, şu açıklamayı yaptı:
لَيْسَ ذَاكَ، وَلَكِنَّ الْاِسْتِحْيَاءَ مِنَ اللَّهِ حَقَّ الْحَيَاءِ أَنْ تَحْفَظَ الرَّأْسَ وَمَا وَعَى، وَالْبَطْنَ وَمَا حَوَى، وَلْتَذْكُرِ الْمَوْتَ وَالْبِلَى،
"Söylemek istediğim bu değildi. Allah'tan hakkıyla hayâ etmek, başı ve onun taşıdıklarını, karnını (mideni) ve onun ihtivâ ettiklerini muhafaza etmen, ölümü ve toprakta çürümeyi hatırlamandır.
وَمَنْ أَرَادَ الْآخِرَةَ تَرَكَ زِينَةَ الدُّنْيَا، فَمَنْ فَعَلَ ذَلِكَ فَقَدْ اِسْتَحْيَا مِنَ اللَّهِ حَقَّ الْحَيَاءِ
Kim ahireti dilerse dünya hayatının zinetini terketmeli, âhireti bu hayata tercih etmelidir. Kim bu söylenenleri yerine getirirse, Allah'tan hakkıyla hayâ etmiş olur."[5]
Fudayl b. İyaz der ki:
İnsanlardan utandığın için perdeni kapatıyor ve kapını kilitliyorsun da kalbindeki Kur’an’dan ve kendisi için hiçbir şeyin gizli olmadığı Allah’dan utanmıyorsun.
******
Eski büyüklerden biri oğluna nasihat ederken şöyle dedi:
Yavrum, nefsin seni büyük bir günah işlemeye çağırınca gözlerini göğe çeviriver de orada bulunandan utan. Eğer böyle yapmazsan gözlerini yere doğru çeviriver de orada bulunanlardan utan. Eğer ne gökte olandan korkmaz ve ne de yerde bulunandan utanmazsan, o zaman kendini hayvanlardan biri olarak say.
Şeyh Sâdî’nin Bostan adlı eserindeki bir hikâye şöyledir:
“Delikanlının biri fena bir iş yapmıştı. Bir gün iyi huylu bir adam onun yanından geçti. Delikanlı: ‘Eyvah! Mahallenin şeyhinden pek utandım’ diyerek kan ter içinde dona kaldı. Aydın ruhlu şeyh bu sözü işitmişti. Fena halde kızdı ve şöyle dedi:
“Hey delikanlı, sen kendinden utanmıyorsun da, Allah her yerde hazır ve nazır iken benden mi çekiniyorsun? Yabancılardan ve akrabandan nasıl utanıyorsan, Allah’dan da öyle utan. Sana dünyada hiç kimse rahat vermez. Şu halde yalnız Allah’ın rızasını kollamalısın.”
يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْاَرْضِ حَلاَلًا طَيِّبًا وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ إِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّوءِ وَالْفَحْشَاءِ وَأَنْ تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
“Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin! Şeytanın izinden yürümeyin. Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. O, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.”[6]
"Rasûlullah buyurdular ki:
إِنَّ لِكُلِّ دِينٍ خُلُقًا، وَإِنَّ خُلُقَ الْإِسْلَامِ الْحَيَاءُ
"Her bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır. İslâm'ın ahlâkı hayâdır.“[7]
******
Rasulullah buyurdu ki:
اَلْإِيمَانُ بِضْعٌ وَسِتُّونَ شُعْبَةً، وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ الْإِيمَانِ
Îmân altmış küsur şu'bedir. Hayâ da îmândan bir şu'bedir.[8]
"Rasulullah buyurdular ki:
مَا كَانَ الْفُحْشُ فِي شَيْءٍ قَطُّ إِلَّا شَانَهُ، وَلَا كَانَ الْحَيَاءُ فِي شَيْءٍ قَطُّ إِلَّا زَانَهُ
"Edebsizlik ve çirkin söz girdiği şeyi çirkinleştirir. Hayâ ise girdiği şeyi güzelleştirir."[9]
Rasulullah buyurdu ki:
…اَلْحَيَاءُ مِنَ الْإِيمَانِ، وَالْإِيمَانُ فِي الْجَنَّةِ، وَلَوْ كَانَ الْحَيَاءُ رَجُلًا لَكَانَ رَجُلًا صَالِحًا، وَإِنَّ الْفُحْشَ مِنَ الْفُجُورِ، وَإِنَّ الْفُجُورَ فِي النَّارِ، وَلَوْ كَانَ الْفُحْشُ رَجُلًا لَكَانَ رَجُلًا سُوءًا، وَإِنَّ اللهَ لَمْ يَخْلُقْنِي فَحَّاشًا.
“Hayâ imandandır. İman ise cennettedir. Eğer hayâ bir insan olsaydı salih bir kişi olurdu. Fuhuş (hayâsızlık) ise günahlardandır. Günahlar ise cehennemdedir. Eğer fuhuş bir insan olsaydı kötü bir kişi olurdu. Allah beni hayâsız yaratmamıştır.”[10]
Rasulullah buyurdu ki:
اَلْحَيَاءُ مِنَ الْإِيمَانِ، وَالْإِيمَانُ فِي الْجَنَّةِ، وَالْبَذَاءُ مِنَ الْجَفَاءِ، وَالْجَفَاءُ فِي النَّارِ
“Haya imandandır. İman ise cennettedir. Hayasızlık ise cefa (eziyet, zulüm, haksızlık)dan bir parçadır. Cefa cehennemdedir.”[11]
******
Rasulullah buyurdu ki:
أَرْبَعٌ مِنْ سُنَنِ الْمُرْسَلِينَ اَلْحَيَاءُ وَالتَّعَطُّرُ وَالسِّوَاكُ وَالنِّكَاحُ
Dört haslet peygamberlerin özelliklerindendir: Hayâ, güzel koku sürme, misvak kullanma ve nikah.[12]
Rasulullah buyurdu ki:
إِنَّ مِمَّا أَدْرَكَ النَّاسُ مِنْ كَلَامِ النُّبُوَّةِ الْأُولَى إِذَا لَمْ تَسْتَحْيِ فَاصْنَعْ مَا شِئْتَ
Peygamberlik sözlerinden insanlara ilk ulaşan söz: Utanmazsan dilediğini yap![13]
Rasulullah buyurdu ki:
إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ إِذَا أَرَادَ أَنْ يُهْلِكَ عَبْدًا نَزَعَ مِنْهُ الْحَيَاءَ فَإِذَا نَزَعَ مِنْهُ الْحَيَاءَ لَمْ تَلْقَهُ إِلَّا مَقِيتًا مُمَقَّتًا
Allah bir kulu helak etmeyi dilediği zaman ondan hayâyı alır. Ondan hayâyı aldığı zaman artık ona Allah'ın gazap ve cezası gelir.
فَإِذَا لَمْ تَلْقَهُ إِلَّا مَقِيتًا مُمَقَّتًا نُزِعَتْ مِنْهُ الْأَمَانَةُ فَإِذَا نُزِعَتْ مِنْهُ الْأَمَانَةُ لَمْ تَلْقَهُ إِلَّا خَائِنًا مُخَوَّنًا
Allah'ın gazabı geldiğinde de ondan emanet duygusu çekilip alınır. Güvenirlilik alındıktan sonra o kimse hainleşir.
فَإِذَا لَمْ تَلْقَهُ إِلَّا خَائِنًا مُخَوَّنًا نُزِعَتْ مِنْهُ الرَّحْمَةُ فَإِذَا نُزِعَتْ مِنْهُ الرَّحْمَةُ لَمْ تَلْقَهُ إِلَّا رَجِيمًا مُلَعَّنًا فَإِذَا لَمْ تَلْقَهُ إِلَّا رَجِيمًا مُلَعَّنًا نُزِعَتْ مِنْهُ رِبْقَةُ الْإِسْلاَمِ
O hainleşince de ondan merhamet çekilip alınır. Ondan merhamet alındığı zaman da o kimse artık kovulmuş ve lanetlenmiş olur. Kovulup, lanetlendiği zaman da İslam bağını boynundan çıkarmış olur.[14]
******
Rasulullah buyurdu ki:
مَنْ أَلْقَى جِلْبَابَ الْحَيَاءِ فَلَا غِيْبَةَ لَهُ
"Kim hayâ perdesini üzerinden atarsa onun (hakkında konuşmak) gıybet sayılmaz."[15]
Ebû Vâkıd-ı Leysî (ra) anlatıyor:
بَيْنَمَا نَحْنُ مَعَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذْ مَرَّ ثَلَاثَةُ نَفَرٍ، فَجَاءَ أَحَدُهُمْ، فَوَجَدَ فُرْجَةً فِي الْحَلْقَةِ، فَجَلَسَ وَجَلَسَ الْآخَرُ مِنْ وَرَائِهِمْ، وَانْطَلَقَ الثَّالِثُ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
Bir gün bizler Rasûlullahla birlikte Mescidinde otururken karşıdan üç kişi geldi. Bir tânesi halkada bir aralık bularak oraya oturdu. Diğeri ise halkanın arkasına oturdu. Üçüncüye gelince arkasını dönüp savuştu. Rasûlullah bu kişiler hakkında buyurdu ki:
أَلَا أُخْبِرُكُمْ بِخَبَرِ هَؤُلَاءِ النَّفَرِ؟
"İsterseniz bu üç kişinin hâlini size haber vereyim.
قَالُوا: بَلَى يَا رَسُولَ اللهِ.
Oradakiler: “Evet! Ey Allah’ın Rasulü” dediler.
أَمَّا الَّذِي جَاءَ فَجَلَسَ فَأَوَى فَآوَاهُ اللهُ، وَالَّذِي جَلَسَ مِنْ وَرَائِكُمْ فَاسْتَحْيَا،فَاسْتَحْيَا اللهُ مِنْهُ وَأَمَّا الَّذِي انْطَلَقَ فَرَجُلٌ أَعْرَضَ فَأَعْرَضَ اللهُ عَنْهُ
İçlerinden biri Allâh'a sığındı, Allâh da onu barındırdı. Diğeri (sıkıntı vermekten) utandı, Allâh da ondan hayâ etti. Öteki ise (bu meclisten) yüz çevirdi, Allâh da ondan yüz çevirdi.[16]
“Ebû Saîd el-Hudrî (ra) anlatıyor:
كَانَ رَسُولُ اللَّهِ أَشَدَّ حَيَاءً مِنَ الْعَذْرَاءِ فِي خِدْرِهَا، وَكَانَ إذَا رَأَى شَيْئًا يَكْرَهُهُ عَرَفْنَا ذَلِكَ فِي وَجْهِهِ.
"Rasûlullah (sas) çadırdaki bâkire kızdan daha çok hayâ sahibi idi. Hoşlanmadığı bir şey görmüşse biz bunu yüzünden hemen anlardık.”[17]
“Eğer (Yusuf ) Rabbinin burhanını görmemiş olsaydı…” (Yusuf-24) ayetinin tefsiriye ilgili olarak şöyle bir olay anlatılmaktadır:
Yusuf’a karşı duyduğu nefsani arzuları gerçekleştirmek isteyen Zeliha odanın içinde bulunan putun yüzünü örttü. Yusuf (as) ona niçin böyle yaptığını sorduğunda “ O benim tanrımdır. Onun gözleri önünde fenalık yapmaktan utanırım” dedi. Buna karşılık olarak Yusuf (as) da şöyle dedi:
“Sen fani ve batıl olan tanrılardan utanıyorsun da; ben alemlerin Hak, Ebedi ve Yüce Rabbi olan Allah’tan daha çok utanmalı değil miyim? İşte ben de O’ndan haya ediyor ve bu yüzden fenalık yapmıyorum ve yapmayacağım da.”
Hazreti Aişe anlatıyor:
كَانَ رَسُولُ اللهِ مُضْطَجِعًا فِي بَيْتِي، كَاشِفًا عَنْ فَخِذَيْهِ، أَوْ سَاقَيْهِ، فَاسْتَأْذَنَ أَبُو بَكْرٍ فَأَذِنَ لَهُ، وَهُوَ عَلَى تِلْكَ الْحَالِ، فَتَحَدَّثَ،
Allah’ın Resulü benim odamda oturmakta iken, Hazreti Ebu Bekir içeriye girmek için izin istedi. Efendimiz (a.s.) halini değiştirmeden girmesine izin verdi. Kendisi ile görüştü.
ثُمَّ اسْتَأْذَنَ عُمَرُ، فَأَذِنَ لَهُ، وَهُوَ كَذَلِكَ، فَتَحَدَّثَ،
Sonra Hz. Ömer izin istedi. Ona da, aynı hal üzerine, girmesi için izin verdi ve konuştu.
ثُمَّ اسْتَأْذَنَ عُثْمَانُ، فَجَلَسَ رَسُولُ اللهِ، وَسَوَّى ثِيَابَهُ فَدَخَلَ فَتَحَدَّثَ، فَلَمَّا خَرَجَ قَالَتْ عَائِشَةُ:
Sonra Hz. Osman girmek için izin istedi. Bu sefer Efendimiz kalkıp oturdu. Elbisesini düzeltti. Bundan sonra Hz. Osman’nın girmesi için izin verildi ve kendisi ile konuştu.
Sonra Hz. Aişe, Allah’ın Resulüne dedi ki:
دَخَلَ أَبُو بَكْرٍ فَلَمْ تَهْتَشَّ لَهُ وَلَمْ تُبَالِهِ، ثُمَّ دَخَلَ عُمَرُ فَلَمْ تَهْتَشَّ لَهُ وَلَمْ تُبَالِهِ، ثُمَّ دَخَلَ عُثْمَانُ فَجَلَسْتَ وَسَوَّيْتَ ثِيَابَكَ
“Ya Rasûlallah, Ebu Bekir geldi, fazla bir davranışta bulunmadın. Hz. Ömer girdi, ona da aynı şekilde davrandın. Fakat Hz. Osman girince, kalkıp oturdun ve elbiseni düzeltip vaziyetini düzelttin,” dedi. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdular:
فَقَالَ: «أَلَا أَسْتَحِي مِنْ رَجُلٍ تَسْتَحِي مِنْهُ الْمَلَائِكَةُ»
“Ey Aişe, meleklerin bile kendisinden haya ettiği bir kimseden haya etmeyeyim mi?”[18]
Hayâ; edebe aykırı olan olaylar meydana gelince kalbin duyarlılık kazanması ve ızdırap duymasıdır. Bu halin belirtisi derhal hayâ sahibi kişinin üzerinde görülür. Çünkü bu çirkin olaydan dolayı, hayâ faziletine bürünmüş kişinin benliği bundan etkilenir. Hayâ, kişiye fazilet yollarını, maddeten ve mânen ilerleme yollarını gösterir. Edep ve hayâdan mahrum olan insan her türlü iğrenç işe girişir. Yaptığı çirkin işlerden üzüntü duymayan insanı, ahlâk ve fazilet yollarına sevk etmek zordur. Toplumun gelişmesi, utanma duygusunun canlı bir şekilde aralarında yaygınlaşmasıyla yakından ilgilidir.
İbnu Hacer bu konuda, “Hayâ imadan bir şubedir” hadisine atıf yaparak bir sual sorar ve sonra cevabını verir: -Eğer “Hayâ fıtrattan gelen bir huydur, nasıl olur da imanın bir şubesi olur?” dersen, cevaben deriz ki: Hayâ bazen fıtri ve yaratılıştan, bazan da tahallukidir, yani irade ile kazanılır. Ancak şeriatın isteğine uygun olarak kullanılması iktisaba, bilgiye ve niyete muhtaçtır. Böylece hayânın niyet ve gayretle kullanılması, taate sevkedici, masiyet işlemekten menedici olması, onu imandan bir parça kılar. Hiçbir zaman : “Hayâ vardır, hak söylemekten veya hayır işlemekten mani olur” denemez. Zira böylesi bir hayâ anlayışı şer’i değildir.
Vaktiyle hamile bir kadın, komşusuna misafir olur. Oturdukları odada dalları limonlarla dolu olan büyük bir limon ağacı görür. Canı limon ister ama bir türlü komşusuna söyleyemez, utanır.
Bir ara komşusu mutfağa gidince o, yakasından çıkardığı bir dikiş iğnesini limona batırır ve deldiği yerden limon suyunu emmek suretiyle bu arzusunu tatmin eder.
Nihayet bir erkek evladı dünyaya gelir. Dışarıda dolaşma, oynama, daha doğrusu yaramazlık yapma çağına gelince dışarı çıkar. O zaman bazı insanlar tutukla su taşırlar. Bu çocuk eline bir çivi alır ve su taşıyan adamların arkalarına takılır. Tulukları deler ve akan sudan içmeye baslar. Bu durum birkaç gün böyle devam edince hemen çocuğun babasına durumu anlatır, bu yaramazlığından dolayı oğlunu şikâyet ederler.
Adam düşünüp taşınır. Çocuğunun niçin böyle yaptığına bir türlü akil erdiremez. Durumu hanımına anlatır. Çocuğun niçin böyle yaptığını sorar. O da basından geçen hadiseyi olduğu gibi anlatır.
Bu işin nerden kaynaklandığını anlayan aile reisi karısına:
- Hemen komşuya git ve hareketini anlat, sonra da helallik dile. Şayet böyle yaparsan öyle zannediyorum ki oğlumuz da bu garip hareketlerden vazgeçer, der.
Kadıncağız komşusuna gidip vadiyle basından geçen hadiseyi anlatır. Kendisinden özür diler, hakkını helal termesini ister. Komşu hanımı da bu duruma çok üzülür. Neden o zaman limon istemediğini; değil bir limonun ağaçta bulunan bütün limonların feda olmasını belirten komşu hakkını helal eder. O zaman Allah’ın izniyle çocukları da bu garip hareketlerinden vazgeçer.