Ucb: Lügat olarak beğenmek, hoşlanmak, hoşa gitmek manasına gelir.
Dini kavram olarak ise: «Kendini bir şey sanmak, kendini beğenmek, amele güvenmek, yaptığı hayırların kendini mutlaka kurtaracağı inancında olmak» şeklinde tarif edebiliriz.
Huneyn Savaşı, Mekke'nin fethinden sonra 12 bin kişilik bir kuvvetle yapılan bir savaştı. İlk defa Müslümanlar böyle bir sayıya ulaşınca bu durum, Müslümanları ucba sevk etmişti. Bir askerin:
"Benî Şeyban'la karşılaşacak bile olsak ehemmiyeti yok. Bugün kimse bize azlığımız sebebiyle galebe çalamaz" dediği rivayet olunur.
Hz. Ebu Bekr de:
"Ey Allah'ın Resulü, bugün artık bize azlık sebebiyle galebe çalınamaz" demiştir.
İşte bu halet-i ruhiyeyi Kur’an-ı Kerim şöyle anlatır:
لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللَّهُ فِي مَوَاطِنَ كَثِيرَةٍ وَيَوْمَ حُنَيْنٍ إِذْ أَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنْكُمْ شَيْئًا وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ثُمَّ وَلَّيْتُمْ مُدْبِرِينَ
"Muhakkak ki Allah pek çok yerde ve Huneyn gününde size yardım etmişti. O gün çokluğunuza güvenmiştiniz. Fakat bu size fayda vermedi. Yeryüzü o kadar genişliğiyle beraber, size dar geldi ve arkanızı dönüp gittiniz"[1]
Rasulullah buyurdu ki:
ثَلاثٌ مُهْلِكَاتٌ شُحٌّ مُطَاعٌ وَهَوًى مُتَّبَعٌ وَاِعْجَابُ الْمَرْءِ بِنَفْسِهِ
"Üç şey helak edicidir: İtaat edilen aşırı cimrilik, uyulan hevesat ve kişinin kendini beğenmesi (ucb)."[2]
******
Rasulullah buyurdu ki:
لَوْ لَمْ تُذْنِبُوا لَخَشِيتُ عَلَيْكُمْ مَا هُوَ اَكْبَرُ مِنْ ذَلِكَ: الْعُجْبُ اَلْعُجْبُ
"Siz hiç günah işlememiş olsanız, ben onun daha büyüğünden sizin için korkarım: O da ucubtur, ucubtur."[3]
Ebû Abdullah el-Mukrî buyurdular ki:
"Kişi, din kardeşlerine ve dostlarına hizmetinden dolayı böbürlenirse, Allahu Teâlâ ona öyle bir alçaklık verir ki, katiyen ondan kurtulamaz."
******
İbn-i Atâullah İskenderî buyurdular ki:
"Büyüklük, Allahü teâlâya mahsustur. İnsan, benliğini, küçüklük ve aşağılık toprağına gömmelidir. Çünkü gömülmeden bitenin, doğması ve büyümesi düşünülemez."
1. Her İyiliği Allah’tan Bilmek:
مَا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللَّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ
Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük de kendindendir.(Kendi kusurun sebebiyledir).[4]
2. Cennetin Garanti Olmadığını Bilmek:
Rasulullah kızını şöyle uyarmıştır:
يَا فَاطِمَةُ بِنْتَ رَسُولِ اللَّهِ، اِعْمَلِي لِلَّهِ خَيْرًا إِنِّي لَا أُغْنِي عَنْكِ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ
“Ey kızım Fatıma! (Babam Peygamber diye güvenme) Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, Eğer Allah’tan nefsini satın alamazsan kıyamet gününde ben bile senin namına hiçbir şey yapamam…”[5]
Rasulullah buyurdular ki:
لَنْ يُنَجِّيَ أَحَدًا مِنْكُمْ عَمَلُهُ
“Hiç kimse kendi ameliyle cennete girmez.”
قَالُوا: وَلَا أَنْتَ يَا رَسُولَ اللَّهِ؟
“Sen de mi ya Rasulallah!” diye sordular,
قَالَ: «وَلَا أَنَا، إِلَّا أَنْ يَتَغَمَّدَنِيَ اللَّهُ بِرَحْمَةٍ…»
“Evet ben de; meğer ki Rabbim beni rahmetinin kucağına almış olsun.” diye cevap verdi.[6]
3. Allah-u Zülcelal’in kendisine ikram ettiği nimetleri düşünmek. Kul bu nimetlerin çokluğunu görürse, O’na şükreder, amelini az görür ve ucb’a kapılmaz.
4. Amelinin kabul olmama ihtimalini düşünmek.
Rasulullah buyurdular ki:
رُبَّ صَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ صِيَامِهِ إِلَّا الْجُوعُ وَرُبَّ قَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ قِيَامِهِ إِلَّا السَّهَرُ
"Nice oruç tutanlar var ki onlara tuttukları oruçlardan sadece açlık ve susuzluk kalır. Nice gece ibadet edenler vardır ki onlara da bundan kalan sadece uykusuzluktur.”[7]
5. Daha önce işlediği günahları düşünmek. Bir kimse, günahlarının sevaplarından fazla olmasından korkarsa, ucb’a kapılmaz.
Hz.Ömer diyor ki:
-“İnsanın salih tevbe yapabilmesi için günahını bilmesi, salih amel yapabilmesi için kendini beğenmişlikten sıyrılması ve salih şükür yapabilmesi için de yetersizliğinin farkında olması gerekir”
Gazâlî, ucbla kibir arasındaki farkı şöyle açıklar:
"Ucb, mutlak surette kendini beğenmek, kibir ise, kendisini başkasından üstün görmektir. Her ucub sahibi mütekebbir olmaz. Çünkü çok defa insan kendisini beğenir, fakat başkasını da kendisinden üstün görebilir ve ona karşı kibirlenmez."
İbn-i Semmak’a:
-Ucbun hakikatı ve esası nedir? diye sormuşlar. O da şu cevabı vermiştir:
-Amelde kendini insanlardan yüksek görmendir. Artık her gördüğün insanı amelde eksik bulursun…
1- Kibre sebep olur.
2- Günahları unutmağa sebep olur. Günah kalbi karartır. Günâhlarını düşünen kimse, ibâdetlerini büyük görmez. İbâdet yapmanın da, Allahü teâlânın lütfü, ihsânı olduğunu düşünür.
3- Ucb sâhibi, Allahü teâlânın azâbını unutur.
4- Ucb sâhibi başkalarından istifâde etmekten mahrum kalır. Kimse ile istişâre etmez, danışmaz.
5- Ucb sâhibi, hep ben, ben der. Toplantılarda baş tarafta bulunmak ister. Her sözünün kabul olunmasını ister. İlmi ile ameli ile mağrûr olur. Egoist olur. Tevbe etmesi güç olur. Halbuki günâh işleyenlerin iniltileri, Allah Teâlâ'ya, tesbih çekenlerin övünmesinden iyi gelir.
6- Ucbun en kötüsü, hatalarını, nefsinin arzu ve isteklerini beğenmektir. Ucb sâhibi hep nefsine uyar. Nasihat kabul etmez. Başkalarını câhil sanır. Hâlbuki, kendisi çok câhildir.
Bişr bin Mansur, bîr gün çok namaz kılmıştı. Bir kişi şaşkın şaşkın kendisine baktı. Namazını bitirip selâm verince o kişiye:
— Ey civanmert! Şaşıp kalma. Şeytan da çok zaman ibâdette bulundu, sonunda ne olduğunu gördü! Ey salih kişi, sen bil ki, insanın kedini beğenmesinden çok âfetler (zararlar) doğar. Bu zararlardan biri kibirdir ki, öyle ki bir kişi kendisini başkalarından üstün görür, Biri de günahlarını hatıra getirmemektir. Getirse de tedariki ile uğraşmaz olur.
Çünkü kendisinin bağışlanmış olduğu zannına düşer. İbâdete rağbet duymaz. Öğrenmeğe de hırsı yoktur. Şöyle sanır ki, kendisi ibâdete muhtaç değildir. İbâdetin âfetlerini bilmeyi, öğrenmeyi de istemez. Öyle sanır ki, kendisi kusursuzdur. Gönlünden korkusu gider. Hak Teâlâ'nın mekrinden uzak olduğuna inanır. Kendisinin Hak Teâlâ katında itibarı ve hakkı bulunduğunu sanır. -Hak Teâlâ'nın nimeti olan ibâdet sebebiyle ona eriştim! der. Kendisini öğüp temize çıkarır. Çünkü bilgisi ile onda kendini beğenme hastalığı doğmuştur. Müşkülde kaldığı işler kimseye sormaz. Eğer, bildiklerinin aksine bir şey söyleseler, işitmez, kulak asmaz. Böylece bilgisi eksilir. Hiç kimsenin nasihatini de dinlemez olur...
Abdullah b. Mes‘ûd şöyle buyurdu:
İnsanı felâkete sevk eden iki şey ümitsizlik ve ucubtur. Zira ümitsizliğe kapılan kişi günahlarının bağışlanmayacak derecelere ulaştığını düşünerek tövbeyi bırakır ve sonuçta kendini tamamen kötülüğe terk eder. Ucb da insana nefsini tertemiz gösterip günahlarının farkına varmasını engeller.
Ebu Hasan Müzeyyin adında bir ihlaslı zat, gece gündüz Kabe hasretiyle yanıp tutuşmaya başladı. Ne yapıp edecek, mutlaka Beytullah'ı ziyarete gidecek, sonra da Resûlüllah'ın merkadine yüz sürecekti. Bu dayanılmaz arzusuna mukabil, tâ Horasan'dan kalkıp da bu kadar yolu aşacak ne bineği vardı, ne de parası. Ama bu yoklara mukabil bir şeyi vardı, o da aşkı, şevki ve azmi. Rabbimiz gönlüne bunu ilham etmişti. Yanıp tutuşuyordu.
Rabbımızın lütfettiği bu aşk, şevk ve azimle düştü yollara.
Günlerce aç, susuz kaldı, yoruldu, ezildi, büzüldü, ama azminden zayiat vermedi, nihayet Mekke'ye vardı. Hayretler, hasretler içerisinde Harem'e girdi, Kabe'yi tavaf etti, gidip zemzemden kana kana içti..
Artık şöyle bir köşeye çekilip nefes almalı, Rabba şükretmeliydi. Nitekim altın oluğun karşısına oturup derinden derine saadetli bir nefes aldı. Kabe'yi seyre daldı. Düşünüyordu:
— Neydi o haftalar süren yaya çöl yolculuğu, açlık, susuzluk ve yorgunluk?..
Bunları bir bir hayal ettikten sonra kalbine bir büyüklük duygusu geldi. Kendi kendine söylenmeye başladı:
— Bravo Ebu Hasan! Sen ne kadar da kuvvetli, kudretli adammışsın! Bunca engele, zorluğa, imkânsızlığa rağmen çölleri aştın, vahaları taştın, nihayet Kabe'ye ulaştın..
Bu düşünceler içinde iken karar verdi. Ben büyük adamım vesselam.
Ebu Hasan Müzeyyin kendini böylesine güçlü, kuvvetli, büyük adam olarak görmeye başladığı anda öteden birinin sesi geldi kulağına. Ses şöyle diyordu:
— Hey Ebu Hasan Müzeyyin! kendine gel kendine. Bunca yolları, vahaları sen aşmadın, sen taşmadın. Rabbin sana bu aşkı, şevki verdi de onunla çölleri aştın, vahaları taştın, Kabe'ye ulaştın. O, bu aşkı vermese, bu şevki lutfetmeseydi, başkaları gibi sen de yerinden kımıldayamaz, kendinde bu kuvvet ve kudreti bulamazdın! Sen sadece istedin, arzu ettin, hepsi o kadar! Hissen istemenden ibarettir.
Birden irkilen Ebu Hasan Müzzeyin bakar ki, biraz ötede büyük veli Ebu Bekir Kettanî tebessümle kendine bakıyor.
Hemen kalkar, hürmetle yanma yaklaşır, elpençe divan durur. Haremin Meşalesi denen bu büyük zat, sözlerini şöyle tamamlar:
— Dikkat et, şeytan seni amelinle ucbe düşürmek istiyor, aldanıp da enaniyete kapılma, benlik duygusuna girme! Yoksa haccın gider.
Vehb bin. Münebbih’in anlattığına göre vaktiyle adamın biri rabbine yetmiş yıl ibadet etmişti. Bu süre zarfında sadece cumartesiye yemek yiyor, haftanın diğer tüm günlerini oruçla geçiriyordu.
Bir gün Allah’tan bir şey diledi. Fakat Allah dileğini kabul etmedi. Bunun üzerine kendi kendine “ eğer sende hayır olsaydı, dileğin kabul edilirdi. Çünkü senden öncekilerin dilekleri kabul edilmiştir.”
Bunun üzerine hemen o anda yanına inen bir melek kendisine “ey insanoğlu, kendini hor gördüğün şu anın senin hakkında şimdiye kadar işlenmiş olduğun tüm ibadetlerden daha hayırlıdır” dedi.
Şeytan hizmetçi kılığına girmiş ve yirmi sene Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin yanına gidip gelmişti. Bir türlü gönlüne vesvese vermeye, ona istediklerini yaptırmaya muvaffak olamamıştı. Bir gün:
-“Ey Üstad! Yoksa siz benim kim olduğumu bilmiyor musunuz?” Dedi. Hz. Cüneyd:
-“Sen lanetli İblissin. İlk geldiğin andan beri seni tanıyorum,” buyurdu. Şeytan:
-“Ey Sultan-ı Muhakkikin! Sizin kadar yüksek dereceye ulaşan başka büyük bir zat tanımıyorum. Yirmi senedir size hiçbir istediğimi yaptırmaya muvaffak olamadım,” dedi. Bu sözleri işiten Cüneyd Hazretleri nefretle:
-“Defol mel’un! Şimdi de beni kendini beğenme hastalığına düşürerek mahvetmek mi istiyorsun? Yirmi senede yapamadığını yirmi saniyede mi yapacaksın? Yıkıl karşımdan!” Diye bağırdı.