• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











TBMM’nin AÇILIŞI - 23 NİSAN 1920

TBMM’nin AÇILIŞI - 23 NİSAN 1920

İslam’da Şura

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَاللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظّاً غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَفَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَفَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ

O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.[1]

 

وَالَّذِينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَأَقَامُوا الصَّلَاةَوَأَمْرُهُمْ شُورَى بَيْنَهُمْ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ

Yine onlar, Rablerinin davetine icabet ederler ve namazı kılarlar. Onların işleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan da harcarlar.[2]

******

Enes b. Malik Hz. Peygamberin danışmayla iş yapma hususunda şöyle söylemektedir:

مَا رَأَيْتُ أَحَدًا أَكْثَرَ مَشُورَةً لِأَصْحَابِهِ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

«Rasulullah’tan daha fazla arkadaşları ile istişârede bulunan bir başkasını görmedim"[3]

Peygamberimiz de savaş gibi önemli kararları almadan önce ashabı ile mescitte toplanır, ashabının tekliflerini dinler ve değerlendirirdi. Bedir savaşı öncesinde Peygamberimiz (s.a.s), askerini bir yere konuşlandırıyor, ashaptan biri,

يَا رَسُولَ اللهِ، أَوَحْيٌ مِنَ السَّمَاءِ، أَوْ عَنْ رَأْيِكَ

“Ya Resulallah, burada durmamız Allah’ın emri mi? Yoksa sizin kararınız mı?” diye soruyor, Peygamberimiz, “Benim kararım” deyince, ashab, “Burası uygun değil Ya Rasullallah” diyor ve kuyuların başını tutmayı teklif ediyor. Hendek savaşında hendek kazma fikri de, Selam-ı Farisi’nin teklifi idi. Ashab-ı Kiram, Peygamberimizden öğrendiği istişare geleneğini hulefa-i raşidin döneminde de devam ettirdi.

 

Hz Ebu Bekir, ashabın önde gelenlerinin istişaresi ile seçildi. Hz Ömer, Hz Ebu Bekir’in tayini ile seçildi. Hz Osman, şura heyeti tarafından seçildi. Hz Ali de istişare ile seçildi.  İslam tarihinde, Muaviye’nin,  oğlu Yezid’i yerine halife tayin etmesi sonucu saltanat ve saltanata dayalı zulüm dönemi başladı.

Saltanat yönetiminde devletin ve milletin kaderi, kralın zeka ve yeteneği ile doğru orantılı oluyordu. Eğer kral becerikli ve dirayetli ise işler yolunda gidiyor, beceriksiz ise işler kötüye gidiyordu.

******

İslam dini belli bir devlet yönetimi şeklini emretmemiştir ama yönetimim temel prensiplerini ortaya koymuştur. İslam’a göre devlet yönetiminde vazgeçilemez üç temel prensip şunlardır:

Devletin adaletle yönetilmesi,

Kararların istişare ile alınması,

Emanetin ehline verilmesi

 

Milli Şuur

 

Rahmetli Turgut Özal Başbakan, Vehbi Dinçerler"in Milli Eğitim bakanlığı döneminde Türkiye'ye Japonya'dan bir eğitim heyeti gelir. Temas ve incelemeler yapacak, neticeyi yetkililere aktaracaklar. Gerektiği kadar da ikili işbirliği gerçekleştirecek.

İşler buraya kadar çok iyi...

Japon heyeti yurdumuzun bazı bölgelerinde gerekli incelemelerini yapar.

Sonra Bakanlıkta toplanırlar. Heyetin hakkımızdaki tespiti ilginçtir:

"Sizin çocuklarınızda milli şuur yok".

Bizimkiler şaşırır! "Bizim çocukların damarlarındaki kan milli duygumuzun kaynağıdır."

Yine de fazla ses çıkarmazlar! Ne de olsa misafirdir! Bizimkiler sorar, "Peki, Sizin gençlerinizde milli şuur var mıdır?

Japon uzmanları anlatmaya başlar:

Biz gençlerimize ilkokula başlamadan "şok testler“ uygularız. Mesela uçak gibi hızlı giden trenlerimize bindirir, bir tur yaptırırız. Çok katlı yollardan da geçen tren, onları şöyle bir sarsar. Mini mini çocuklarımız teknolojinin bu baş döndürücü neticesini görerek bir şok olurlar.

Sonra...
Bu şoktan sonra Hiroşima'ya götürürüz. Bölgeyi aynen koruyoruz.

Bombalanmış bu bölge hakkında bilgilendirir; değil hayvan, bitkinin bile yeşermediğini gösteririz. Ve deriz ki "Eğer sizler çalışmaz, sizden öncekileri geçmezseniz vatanınız, işte böyle düşmanlar tarafından bombalanır. Hiçbir canlı yaşayamayacak biçimde size
bırakıp giderler. Çalışırsanız, bindiğiniz hızlı trenleri bile geçecek yeni vasıtalar yaparsınız. Gerisi sizin bileceğiniz iş. Çocuklarımız bununla ikinci bir şok daha yaşarlar. Sizlere şunu hatırlatalım ki, Türkiye'de birçok teknik elemanımız bulunmaktadır. Bunların  herhangi birine bu konuyu sorabilirsiniz.”

Bizimkiler şaşkınlık içinde sorarlar: "-Peki ya Türkiye için tespitiniz var mı? Varsa gözlemleriniz nedir?“

Japonlar; "elbette var" derler.

"Bizimkinden çok daha önemli. Bir tanesi Çanakkale Savaşları'nın olduğu bölge. Bu bölge gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile. Bir metre kareye altı bin merminin düştüğü savaşta, Türk'ler her şeye rağmen galip çıkıyor, olamayacağı olur hale getiriyorlar. En son teknolojiye ve donanıma meydan okuyarak, inancın galip geldiğinin ispatını yapıyorlar. Üstelik karşılarında tek bir düşman değil, müttefik güçler; sizin tabirinizle yetmiş iki millet var. "

 

TBMM'nin açılışının milletimizin hayatında önemi büyüktür. Çünkü milletimiz bu açılışla birlikte demokrasiye ilk adımı atmıştır.

Hakimiyet kayıtsız şartsız milletin olmuştur.

Millet, milletvekili olarak ve seçmen olarak kendisini yönetmek, kendisini yönetecek idarecileri seçme yetkisine sahip olmuştur.

Türk Milleti vermiş olduğu Kurtuluş Mücadelesi ile Millî Egemenliği kendisi kazanmıştır.

Böylece bağımsızlığa, bayram yapma ve sevinme hakkına sahip olmuştur.

Peki...! Atatürk niçin bu bayramı çocuklara armağan etti diye sorarsanız? Çocukların yalnızca sevinmeleri için değil, taşıdıkları kıymet ve sorumluluğun farkında olmaları içindir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılış gününün anısına 23 Nisan 1929’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk, çocuklara duyduğu güven ve sevginin ifadesi olarak, bu günü çocuklara bayram olarak armağan etmiştir ve bu günden itibaren bu bayram Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlanmıştır. İlan edildiği günden bu güne kadar dünyada kutlanılan tek ve en büyük çocuk bayramı hep bu bayram olmuştur. Çünkü bu bayram sadece ülkemizin çocuklarına değil tüm dünya çocuklarına armağan edilen bir bayramdır.

Atatürk bu hususu vurgulamak için 1922 yılında Bursa'yı ziyaret edişinde kendisini karşılayan çocuklara hitaben şöyle diyor;

“Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz vatanın bir gülü, yıldızı, nur-i istikbâlisiniz. Memleketi asıl nura gark edecek sizlersiniz. Kendiniz ne kadar mühim ve kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz.”

XIII. yüzyılın ilk yarısında Selçuklu Devleti'nin bir uç beyi olarak kurulan Osmanlı Devleti'nin doğuşundan itibaren oldukça süratli bir şekilde büyümesi, devletçe uygulanan şuurlu politikaya, idari siyasetteki inceliğe, disiplin ve güçlü bir askeri teşkilata, adilane davranışa, tamamen taassuptan uzak hoşgörülü bir dini anlayışa bağlanmaktadır. Yeni toprak kazançları elde etmesi gelişigüzel olmayıp, bir program dahilinde ve bilinçli bir şekilde gerçekleştiği kabul edilen Osmanlı Devleti'nde uygulanan toprak rejimi ve vakıfların kuruluşu, şehir ve kasabalarda ilmi ve sosyal kurumların kurulmuş olması yalnız halkın değil devlet düzeninin de sağlam temellere dayanmasını mümkün kılmıştır.

******

Özellikle Bizans İmparatorluğu'nun zaaflarından faydalanarak büyüyen Osmanlı Devleti'nin tarihi süreç içerisinde yer alışı tarihçiler tarafından; XIV. yüzyıl süratle gelişme, XV ve XVI. yüzyıllar haşmetli bir dönemi yaşama, XVII. yüzyıl bir duraklama devri, XVIII. yüzyıl ise devletin geçen yüzyıllarda elde ettiği kazançların ve zaferlerin üzerinde yaşadığı devir olarak sınıflandırılmıştır. İkinci Viyana Muhasarası'ndan sonra gerileme dönemine giren Düvel-i Muazzama, XVIII. yüzyıl içerisinde askeri yenilgilerle beraber ıslahat hareketlerine gitmiştir.

XIX. yüzyılda özellikle 1839'da bu hareketler daha da belirginleşmiş olmasına rağmen, 20. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devleti'ni içinde bulunduğu durumdan kurtarmaya yetmemiştir. Düzenli ve de planlı bir şekilde yürütülmeye çalışılan ıslahat hareketlerinin başarısızlığını devletin iç bünyeye ait zafiyetine ve dış baskılara bağlamak mümkündür.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra galip devletlerin işgal ettikleri ve bölüştükleri Anadolu'da istiklal ve hürriyetten yoksun bir millet kaderiyle başbaşa kalmış fakat bu durum millet olarak Türk halkını varlığını korumaya yöneltmiştir. Türk milleti bu buhranlı dönemde kendi kendini de savunma ihtiyacının bir sonucu olarak bir tek amaca yönelmiş ve tam bir dayanışma duygusu ile hareket etmiştir.

Tarih kitaplarında Mondros-Mudanya, Sevr ve Lozan, Türk tarihinin yaşanılan safhasında Türkler için üzerinde çok düşünülmesi gereken kelimeler ve olaylar olarak yorumlanmaktadır. Mondros ve Sevr antlaşmaları ile Osmanlı Devleti yok olmaya mahkum ediliyor, Mudanya ve Lozan antlaşmaları ile de yeni bir Türk devleti varlığını tüm dünyaya tanıtıyordu. Mustafa Kemal Atatürk'ün Anadolu'ya geçmesiyle başlayarak, Lozan antlaşmasına imza atılmasıyla sona eren İstiklal Harbine, bazı Avrupalı tarihçi-yazarlar "Türk Mucizesi“ adını veriyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı bittiğinde Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durum göz önüne alındığında 1918'den 1922'ye kadar geçen dört yıllık sürede meydana gelenleri batılılar ancak mucize kelimesiyle anlatabilmişlerdir. Birçok olumsuz etkinin tesiri altında bulunan memlekette, gerçekleşmesi oldukça zor görünen bu oluşumun meydana gelmesinde Mustafa Kemal Atatürk ve Türk milletinin ortaya koyduğu deha, irade ve kudret en büyük amil olarak değerlendirilmektedir.

Manevi yönden yıpranmış, maddi yönden oldukça kötü bir duruma düşmüş ülkede, Mustafa Kemal savaşlarda elde ettiği zaferleri ile Türk milleti içinde kazandığı sevgi, saygı ve nüfuza güvenerek yeni bir devlet kurmaya, yeni bir ordu oluşturmaya kalkışmıştır. Bu amaç etrafında toplanan Türk milleti, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1919'un Mayısında Samsun'da başlattığı, gerçekleşmesi zor gibi görünen teşebbüsü 1922 senesinin sonunda tam bir başarı ile sonuçlandırmıştır.

Batılı araştırmacılardan Nobert Von Bischhoff, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ile ilgili değerlendirmesinde meydana gelen oluşumun belirgin özelliklerinden birinin de ondaki pragmatik mahiyet ve her türlü teorik ve ideolojik hazırlığın yokluğu olduğunu belirtir ve Türk inkılabının hiç meydanda yokken birden hakikat olduğunu ve tarihin böyle bir hakikat için Türk Milleti'ne ve Mustafa Kemal'e hazırlık için vakit bırakmadığını söyler.

******

Bir taraftan milli egemenlik, diğer taraftan da milli bağımsızlık mücadelesi ile birlikte kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti'nin tarihi görevinin sona ermesi ile ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte Türk milletinin tarihi süreç içerisinde yaşadığı oluşumu, Prof. Dr. Bekir Sıtkı Baykal yeni bir Türk devleti kurma gücünü Türk tarihinden çıkarılan bir sonuç olarak görür ve devletin kurtuluş sürecini şöyle özetler;

"Bütün tarih boyunca nerede bir Türk devleti ömrünü tamamlamışsa bunun yıkıntıları üzerinde yeni yeni devletler meydana getirmişlerdir. İşte Osmanlı Devleti'nin çökmesiyle yine böyle bir tarihi an yaşanmıştı. İçinde bulunulan şartlar ne kadar ağır olursa olsun yeni bir devlet kurma gücü Türk Milleti'nde şimdi de mevcuttu ve bunu gerçekleştirmenin tam zamanı idi."

Türk Milleti için böylesine önemli günlerde düşman işgaline uğramış vatanının köşeleri farklı görüşlerin kavga sahnesi halinde idi. Milletin içinde bulunduğu durumu iyice kötü hale getirecek fetvalar ve Bab-ı Ali'nin beyannameleri ile aldatılan halk, zaman zaman vatanı kurtarmak için çaba sarfeden insanların karşısına çıkıyordu. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde ayaklanmalar oluyor, bu ayaklanmalar Ankara'nın yakınlarına kadar yayılıyordu.

İstanbul'un işgali ve bazı önde gelen insanların tutuklanmaları sonucu Mustafa Kemal, düşüncelerinin gerçekleştirme zamanının geldiğine inanarak Anadolu'da milli bir meclis toplamaya karar verdi. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na göre 1919 yılı sonlarında Türk Milleti'nin seçtiği mebuslardan kurulu son Osmanlı Mebuslar Meclisi dağıtılmıştı. İstanbul’daki idarenin bu şekilde dağıtılmasının yanısıra memleketin diğer kesimlerinde de büyük bir işgal felaketi yaşanıyordu.

27 Aralık 1919'dan beri, oluşan Temsil Heyeti, Türk Milleti'nin tek meşru ve milli teşkilatı olmuştu. Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal'in işgal gücüne karşı giriştiği mücadele Anadolu'da büyük bir hız kazanıyordu. Temsilciler kurulu üyeleri ile yapılan durum değerlendirmelerinden sonra Mustafa Kemal imzasıyla bütün kuruluşlara gönderilen ve kamuoyuna da açıklanan bir genelge ile İstanbul'un işgalinin Osmanlı Devleti'nin hayatına ve egemenliğine son verdiği duyuruldu. Dağıtılan Mebuslar Meclisi'nin kapatılmamış olmasına rağmen çalışamayacağı açıktı.

Bundan dolayı Erzurum Kongresi'nden beri savunulagelen milli iradeyi hakim kılacak bir meclis oluşturulması düşüncesinden hareketle meclisin toplanmasına yönelik hazırlık çalışmaları başlatıldı. Hiçbir partinin adayı olmadan milletin güvenip sevdiği insanlardan iki dereceli sistemle seçilen 1. Dönem Büyük Millet Meclisi Ankara'da toplandı. Meclisin adı, İstanbul Mebuslar Meclisi'ndeki üyelerin yeni meclise katılmaları, seçimlerin nasıl yapılacağı ve seçim süresi, Müslüman olmayanların seçime katılıp katılmayacakları, seçilecek mebus sayısı, Ayan meclisinin oluşturulması gibi tartışmalı konularda kararlar alındı.

Olağanüstü Milli Meclis için, 1916'da "İttihat-Terakki Kulübü" olarak yapımına başlanan ve henüz tamamlanmamış olan bina seçildi. Daha önce bir bölümüne yerleştirilmiş olan Fransız Birliği binadan çıkarıldı. Birçok kuruluş ve Ankara halkının yardımıyla bir ölçüde tamamlanan binaya bir ilkokuldan getirtilen sıralar kondu, avize yerine bir kahveden temin edilen büyük bir asma lamba kullanıldı. Uzun yıllardan beri millet egemenliğine dayalı bir idare kurma düşüncesinde olan Mustafa Kemal nihayet hayallerini gerçekleştiriyordu.

Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal imzasıyla 21 Nisan'da asker sivil yöneticilerle bütün kuruluşlara çok ivedi bir genelge gönderildi. Nisan ayının 23. günü cuma namazından sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nin açılacağının belirtildiği genelgede, cuma gününün özellikle seçildiği, o günün kutsallığından yararlanmak gerektiği, cuma gününün kutsallığını bir kere daha artırmak için vilayet merkezinde valinin düzenlemesiyle hatim ve Kur'an okunacağı, kutsal ve yaralı vatanın her köşesinde bugünden başlamak üzere Kur'an ve hatim okutulacağı belirtiliyordu.

Genelgede ayrıca ülkenin her tarafından hükûmet makamına gelinerek meclisin açılmasından dolayı kutlamaların yapılacağı ve her tarafta cuma namazından önce mevlidi şerif okutulacağı dile getiriliyordu.

Açılış törenine ilişkin bu genelgeden sonra 22 Nisan'da ikinci bir genelge ile de 23 Nisan'dan sonra sivil ve askeri makamlarla bütün milletin başvuracakları yerin İstanbul hükûmeti değil, Büyük Millet Meclisi olduğu vurgulanıyordu.

23 Nisan 1920'de Hacı Bayram Camii'nde kalabalık bir halk topluluğunun da katıldığı cuma namazı kılındıktan sonra milletvekilleri, sokakları dolduran Ankaralıların arasından yürüyerek meclis binasına geldiler. Milletvekilleri toplantı salonundaki yerlerini aldıktan sonra Millet Meclisi saat 13.45'te en yaşlı üye olan Sinop milletvekili Şerif Bey'in (Alkan) başkanlığında açıldı. Şerif Bey konuşmasında memleketin içinde bulunduğu durumu belirttikten sonra milletimizin dahili ve harici istiklali tam dahilinde mukadderatını bizzat deruhte ve idare etmeye başladığını bütün cihana ilan edip, "Büyük Millet Meclisini açıyorum." diyerek toplantıyı başlattı.

Ogün hazır bulunan 120 milletvekiliyle Büyük Millet Meclisi açılıp tarihi görevine başladı.

İlk meclisin 337 üyesinden 53 tanesi din adamıydı.

Hazırlayan: Mehmet ERGÜN / Vaiz

[1] Al-i İmran, 3/159.

[2] Şura, 42/38.

[3] Tirmizi.

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi36
Bugün Toplam2345
Toplam Ziyaret5082640
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI